Tekel’in emektar önoloğu, sözlerine “50’li ve 60’lı yıllarda en iyi şaraplarımızın etiketlerinde ‘Kalite Şarabı’ yazılı bir soğuk damga olurdu” diye başladı. Ve bu damganın nasıl alınabildiğini anlattı:
“Bir üretici çok güzel bir şarap yaptığına eminse, ‘Şu rekolteden şu kadar ton kalite şarabım var’ diye Tekel’e başvururdu. Biz kendisine haber vermeden, baskın şeklinde tesise gider ve ‘Göster bakalım şu şarabı’ derdik. Tanklarda veya fıçılarda miktarı kontrol eder, yanımızda getirdiğimiz temiz şişelere şahit numuneler alır, tutanak tutup ağızlarını balmumuyla mühürleyerek dönerdik. Yılda birkaç kez Tekel Enstitüleri’nde diğer uzmanlarla beraber bunların tadımlarını yapar, ardından laboratuvarda analize gönderir, bu sonuçlara göre ‘Kalite Şarabı’ sıfatına lâyık olanları bu kategoriye alırdık…”
“Desenize, şarapçıların işi kolay değildi” diye araya girdim. “Bitti mi sandınız?” diye gülümsedi ve devam etti:
“Diyelim ki bir şarap bu sıfatı kazandı ve 7.5 ton stoku var. Bu, 10 bin şişe demektir. Firma o şarap için 10 bin etiket basıp bize yollardı, biz Tekel’de bunlara özel teknolojiyle Kalite Şarabı soğuk damgasını basıp geri gönderirdik. Şişeleme bu etiketlerle yapılırdı. Sınırlı sayıdaki etiketin dışında bu ibareyi görürsek firmaya büyük cezalar keserdik…”
Devlet kurumu Tekel şaraplarımız için albenili afişler yaptırıyordu
Tekel… İsmi kulağa sevimsiz gelen bu isme sahip devlet şirketini, genç Cumhuriyet 1925’de “İnhisarlar İdaresi” adıyla kurmuştu. Ülkenin batının gelişmiş devletleriyle arasındaki farkı kapatması için sanayileşmeye ihtiyacı vardı ve bu da bir sermaye işiydi. Savaştan harap çıkan ve aktif nüfusunun önemli bölümünü cephelerde şehit veren ülkenin sermaye birikimi sıfırdı ve dışarıdan borç almaya da hiç niyeti yoktu. Lozan’da zor belâ kaldırılan kapitülasyonlardan ağızlar çok yanmıştı. İşte rakı ve votka gibi sert içkiler ile tütün ürünlerini tekeline alan bu yeni kamu kuruluşu, yurdun dört yanında satılan bu ürünlerin kârı ve vergileriyle devlete kaynak sağlayacaktı. Bir yandan da bağcılığı ve tütüncülüğü destekleyecekti. Şarap üretimini tekeline almasa da bu konuda özel şarapçıları ezmeden, onların yapamadıklarını yapıp şarapçılığı geliştirecekti. ‘Kalite Şarabı” uygulaması da bunlardan biriydi.
İstanbul'da yapılan Dünya Şarap Kongresi'ne hükümet 8 bakanla katılmıştı.
Şarapçılık bir “millî ülküydü”
Genç Cumhuriyet neler yapmadı ki şarapçılığın gelişmesi için… Trakya ve Ege’den Yunanistan’a göçen Rumların terk ettiği bağları canlandırmayı hedefleyip beyaz bir sayfa açtı, Fransa’dan şarap uzmanları Emile Boffard ile Marcel Biron danışman olarak getirildi. Fransız uzmanlar yurdun dört yanındaki bağ bölgelerine “Deneme Şarapevleri” kurup bunlarla Türkiye’nin kaliteli şaraplık üzüm envanterini çıkardı. İzmir, Tekirdağ, Ürgüp, Gaziantep, Elazığ, Urfa, Maraş, Çorum, Tokat, Tarsus, Safranbolu, Malatya, Kırşehir, Yozgat, Bilecik gibi bölgelerde kurulan bu şarapevlerinin bazıları denemeler iyi sonuç vermeyince kapatıldı. Üzümün potansiyelinin yüksek olduğu yerlerdeki deneme şarapevleri ise büyük fabrikalara dönüştürüldü. 1931’de kurulup Fransa’da eğitim alan üç mühendisin yönetimine verilen 1 milyon litrelik Tekirdağ Şarap Fabrikası mesela, zamanının Avrupa standartlarındaydı.
Elazığ’ın Buzbağ’ı, Gaziantep’in Güneybağ’ı, Tekirdağ’ın Hoşbağ’ı, Tokat’ın Narbağ’ı hep bu çabaların meyveleriydi. Devletçe yapılan bu kaliteli şaraplar hem bağcılığı ayakta tuttu, hem de çıtayı yükselterek özel şarapçıları da kaliteye zorladı. Bunlar yüksek kaliteleri ve ucuz fiyatlarıyla halka şarabı sevdirdi, 80’li yıllarda benim bile öğrenci soframı şenlendirdi.
Yöresel şarapların ulusal pazara girmesi de bir hedefti.
Anadolu’nun başka tarıma uygun olmayan çorak yörelerini kalkındıracak şarapçılık, devlet büyüklerinin deyimiyle bir “millî ülkü”ydü. Nitekim II. Dünya Savaşı sonrasının ilk Uluslararası Bağcılık ve Şarapçılık Kongresi 1947’de İstanbul’da yapıldı, kongre için Yıldız Sarayı’nı tahsis eden hükümet oturumlara tam 8 bakanıyla katıldı…
Rakı fiyatlarının yüksek tutularak rakı tiryakilerinin daha sağlıklı ve düşük alkollü şaraba yönlendirilmesi de bir devlet politikasıydı. Bağlarıyla ünlü Ürgüp’te şarapçılığın gelişmesinde büyük rolü olan 60’lı yılların başbakanı Suat Hayri Ürgüplü, anılarında “Rakıyı tercih eden halka şarabı benimsetebilmek için rakıların tatlarını özellikle sertleştirdim” diye itirafta da bulunuyordu.
Türk şarapçılığının iki devi Kavaklıdere ile Doluca’nın temelleri de Cumhuriyet’in ilanından hemen sonra atıldı. Doluca’nın öncüsü olan Vinikol şarapları 1926’da Nihat Kutman tarafından zamanın şarap tüccarlarının beşiği İstanbul Galata’da kuruldu. Almanya’da Geisenheim Bağcılık ve Şarapçılık Enstitüsü’nde şarapçılık eğitimi gören Kutman, Mürefte üzümlerini işleyerek gayrımüslimlerin egemen olduğu şarap piyasasında önemli bir çıkış yaptı.
Şarap, modern hayatın simgelerinden biri oldu.
Kuşkusuz şarabın Cumhuriyet dönemindeki en büyük kazanımı, özgürce üretilebilmesi ve yudumlanabilmesi… Osmanlı’da sadece gayrımüslimlere tanınan bir ayrıcalık olan şarap üretimi 1923’ten bu yana tüm vatandaşlara serbest, bir asır önce sıfır noktada olan şarapçılığımızın ürün kalitesi ise artık dünya standartlarında. Şaraplarımız en seçici uluslararası yarışmalardan düzinelerce altın madalya ile dönüyor, Avrupa ve ABD’nin bazı iyi restoranlarında bile kendilerine yer buluyor. Şarap kültürümüz giderek derinleşiyor, şarapla ilgili kitap üzerine kitap yayınlanıyor, kimi 20, kimi de 30 yıllık şarap kulüplerimiz dünya çapında tadımlara imza atıyor. Elbette tablo toz pembe değil, şarapseverlerin alım gücü düşerken şaraplarımızın fiyatları da giderek yükseliyor ama, bu da denk bütçeli ve dış borçsuz bir ekonomi modeli uygulayan Cumhuriyet’in bu ilkelerinden uzaklaşmanın sonucu.
1940'larda Tekel ressamları yöresel şarapları tanıtmak için böyle afişler hazırlıyordu.
Kısacası, Cumhuriyet bu topraklarda kadehleri de en güzel şaraplarla doldurdu, onlarla sosyal hayatı renklendirdi, gastronomiyi zenginleştirdi. Dünyanın beşinci büyük bağcı ülkesinde bu muazzam potansiyelin yeterince zenginlik yaratamamasının sorumlusu ise, 1960’lardan bu yana Cumhuriyet’in şarapçılık ülküsünden adım adım uzaklaşanlar…
Cumhuriyet'in halkına lâyık gördüğü sahneler bunlardı.
Mehmet Yalçın kimdir?Türkiye'nin ilk "içki yazarı" Mehmet Yalçın, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu. 1984'ten itibaren haber ajansı ve dergilerde muhabirlikten genel yayın yönetmenliğine uzanan görevlerde bulundu. 1997'de modern yaşam tarzı dergisi Gurme'yi, 2001'de de Türkiye'nin ilk içki kültürü dergisi Gusto'yu çıkardı. Sabah ve Milliyet gazetesinin Pazar eklerinde 17 yıl gastronomi alanında köşe yazarlığı yaptı. "A'dan Z'ye Viski", "A'dan Z'ye Şarap" ve "A'dan Z'ye Bira" kitaplarını yazdı. Dünyanın dört yanında sayısız şarap ve sert içki tadım ve eğitimine katılan Yalçın, danışmanlık ve eğitmenliklerini sürdürüyor, her hafta Türkiye'nin en çok okunan bağımsız internet gazetesi T24'te yazıyor. |