Mehmet Yalçın

28 Ocak 2018

Bordo'da Türk şatosu!

Şarabın kalbi Bordo’da, bir Türk yatırımı…

İtalyan şarapçılığının kralı Piero Antinori ile buluşmamız çok rahat olmuştu. Floransa’nın butik otellerinden birinde kalıyorduk ve lobiden ofisine telefon ettik. Asistanı kolayca yönlendirdi:

“Otelden çıkın ve önünüzdeki Corso Antinori’den sola dönün. 200 metre sonra Piazza Antinori’ye varacaksınız. Karşınıza Palazzo Antinori çıkacak. Girişindeki Cantina Antinori’yi geçin, sizi sinyor Antinori’nin ofisinin önünde karşılayacağım…”

Antinori Caddesi’ni geçip vardığımız Antinori meydanındaki Antinori sarayında Antinori lokantasının yanında ziyaret ettiğimiz Marki unvanlı sinyor Antinori, neredeyse şehrin hakimi olmasına rağmen alçakgönüllü bir insandı. İki saat uzun uzun sohbet ettik, şarap dünyasının altından girip üstünden çıktık. Bir ara “Kaliforniya’da bile bağlar aldınız, Kaliforniya şarabı dahi yapıyorsunuz. O projeniz nasıl gidiyor?” diye soracak oldum. Şarabın asilzadesi, gülümsedi ve açık sözlü bir cevap verdi:

“Fena gitmiyor ama çok büyük beklentilerimiz de yok. Doğrusunu söylemek gerekirse şarap üreticilerinin başka ülkelerde yatırım yapması ticarî olmaktan çok, oralardaki bağcılık ve şarapçılık tekniklerini, kendilerine özgü uygulamalarını öğrenmek içindir. Bir de tabii oradaki üretiminiz sayesinde o pazara yakın olur, oranın pazarı için bir atlama taşı edinirsiniz…”

İstanbul iş dünyasının en sevdiği restoranlardan Papermoon’daki öğle yemeğinde Kavaklıdere Şarapları’nın murahhas azası Ali Başman’ı dinlerken, 20 yıl önceki bu sohbet aklıma geldi. Başman da benzer şeyler söylüyordu:

“Türkiye’de binlerce dönüm bağı olan bir üretici için Fransa’daki 80 dönüm bağ çok sembolik. Ama bu biçim için uluslararası şarap ortamına açılmanın bir adımı…”

Şarabın kalbi Bordo’da, bir Türk yatırımı…

Bağcılık geçmişi 2 bin yılı bulan Fransa’nın güneybatısındaki Bordo şehri, dünyanın şarap başkenti. Yeryüzünün en büyük kaliteli şarapçılık bölgesi, dünyanın dört yanına binlerce önolog yetiştiren Önoloji Fakültesi’ye, buralardaki ar-ge laboratuarlarıyla, iki yılda bir yapılan dev şarap fuarı Vinexpo’yla şarap dünyasına yön veren merkez aynı zamanda. Şarabın bilimi ve ticareti, bu şehirden yönetiliyor.  Kavaklıdere’nin burada şaraplarının kalitesiyle tanınan bir şatoyu alması da bu yüzden büyük bir öneme sahip. Ali Başman, şatoyu almalarının öyküsünü anlatıyor:

“2000’lerde Bordo’nun en önde gelen danışman önologlarından Stephane Derenoncourt ile diyalog kurdum ve epey uğraştıktan sonra danışmanımız olmaya ikna ettim. Stephane ile yıllar içinde yakınlığımız arttı. İki arkadaşıyla birlikte üretim danışmanlığını yürüttüğü bir şatonun satılık olduğunu söyleyince, bir süredir dışa açılma arzumuz olduğu için ilgilendim. Ve nihayet ünlü St. Emilion’un komşu bölgesi olan Côtes de Castillon’daki Château La Croix Lartigue’i satın aldık… 80 dönüm bağda iki yıldır üzümleri biz işliyoruz, yine Stephane ile çalışıyoruz.”

Başman’a, iki yıldır Bordo’da neler gözlemlediğini soruyorum. “Bir kere çok katı bir kayıt sistemi var” diyor. “Şarap kalitesini korumak amacıyla bağlarda verim sınırlaması olduğundan belirli aralıklarla gelip bağınızı kontrol ediyorlar. Hasat zamanı ve üzümün şaraba işlenmesinde kontroller sıklaşıyor. Başka yerden üzüm alıp şatonuzun şarabında kullanmanıza asla göz yummuyorlar.”

Markalı bir kitle şarabını da hedefliyor

Peki bu “operasyon”la neleri amaçlıyor? “Bir kere yeni teknikler, yeni uygulamalar öğrenmemiz bir kazanç. Kavaklıdere’nin önologlarını da gönderiyor, onların da tecrübelerini arttırıyoruz. İkincisi bir Türk firması olarak Bordo’da şato sahibi olmakla dikkat çekiyor, pazarlama açısından avantaj sağlıyoruz. Henüz bu yönden pazarlamaya çok asılmadık ama, kaliteli bir şato şarabının diğer ürünlerimizin de önünü açacağı kesin.”

Başman, şu günlerde komşu şatoyu da alıp Bordo şatolarını ikilemiş. Yan arazideki 8 odalı malikâne, ağırlama olanaklarını arttırmış, 100 dönüm daha bağ elde etmeleri kapasitelerini büyütmüş. Önümüzdeki günlerde iki bağın da şato isimleriyle satılacak en üst şaraplarının bir alt kalitesi olarak, “markalı”, belki de egzotik imajlı bir yeni şarap yaratmak da hedefleri arasında.

Kim bilir, Kavaklıdere belki de 1990’larda tescil ettiği “Pasha” gibi bir markayla bir “Euro-Türk” şarabını dünyaya pazarlayacak. Türkiye’nin AB’nin kapısında beklemesine bile tahammül edilmeyen bir dönemde, bir Türk firması “kaleyi içerden fethederek” Fransız’a kendi şarabını satıp kârını Türkiye’ye kazandırmış olacak…