İtalya bir ulus devleti değil. İtalyan halkı dediğimiz halk, kendini genelde aile kökenlerinin bulunduğu şehre göre adlandırıyor. Örneğin Bolonez Bolonyalı, Napoliten Napolili anlamına geliyor. Her ne kadar bu kavramları makarna sosu olarak bilsek de bunlar, şehre aidiyeti temsil eden kavramlar. Hem sosların hem de o şehrin halkının. Özellikle şehirler arasında ticaretten alınan gümrük vergilerinin ağırlığından şikâyetçi olan tacirlerin daha geniş bir alanda gümrük vergisi olmadan ticaret yapabilmek için destek verdikleri ulus fikriyle kurulmuş bir ülke İtalya.
İtalya bir din devleti değil. Ama ilginç bir şekilde Vatikan’ı barındırır içerisinde. Papa ayrı bir ülkede yaşar ama fiziken olduğu kadar fiilen de İtalya’nın içerisindedir. Her Pazar dünyanın dört bir yanındaki insanlar gibi İtalyanlar da Papa’nın konuşmasını dinlemek için toplanırlar. Zamanın Papa’sının geniş bir bütçeyle desteklediği mimar ve heykeltıraş Bernini tarafından dini duygular kadar duygusal sebeplerle de inşa edilen San Pietro meydanını hıncahınç doldururlar ve Tanrı’nın kendilerince yeryüzündeki temsilcisini dinlerler.
İ
İtalya faşist bir ülke değil. Fakat Il Duce Mussolini bu topraklarda büyümüş, Roma’yı yeniden Roma imparatorluğu zamanlarına döndürmek, İtalya’yı Almanya’nın yardımıyla yeniden bir dünya devleti haline getirmek için uğraşmıştır. Sonuçta Almanya yenilince İtalya da yenik sayılmış ve halk Nürnberg mahkemelerine, yabancı devletlerin inzibatlarına gerek kalmadan kendi liderini linç etmiştir. Tıpkı Libya’da Kaddafi’nin başına gelenler gibi.
İtalya, içinden meleklerin de canavarların da çıkabildiği bir ülke. Bizim ülkemiz gibi. Kimi zaman muhafazakâr, kimi zaman laik, kimi zaman modern ama nihayetinde ne olduğuna karar verememiş bir ülke. Bizim ülkemiz gibi, Dünya’daki diğer ülkeler gibi. Tıpkı bizde Doğu-Batı ayrımı gibi Kuzey-Güney ayrılığını konuşan, her şehrinin ayrı bir bayrağı ve ayrı bir aksanı olduğu gibi her yöresinin ayrı bir rengi ve lezzeti olduğunu kabul eden bir ülke. Yolsuzluklarla boğuşan bir ülke. Mafya kavramının doğduğu, mafya çatışmalarından yüzlerce kişinin öldüğü, Napoli’de çöp toplama işinin mafyada olması sebebiyle şehrin aylarca çöpten koktuğu bir ülke İtalya.
İtalya kısrak başı gibi Asya’dan Avrupa’ya uzanan bir ülke değil. İtalya Akdeniz’i gölü haline getirmiş bir ülke değil. İtalya çoğumuzun hatırladığı o şarkıdaki gibi her İtalyan'ın şarkı söylemeyi sevdiği bir ülke de değil. İtalya Roma İmparatorluğu’nun, Papalığın, Rönesansın, Faşizmin doğduğu bir ülke.
Peki İtalya bunlardan hangisi? İtalya demokratik bir ülke mi?
İtalya’nın kuzeyinden çıkan bıçkın delikanlı Silvio Berlusconi ticari zekasıyla bu soruların cevaplarını araştırdı mı bilinmez. Bununla beraber demokrasinin nimetlerini değerlendirerek İtalya tarihinde şimdiden yerini almış bir kişilik.
Akıllıca hamleler yapan bir işadamı olarak yıllar boyu dikkat çekti Berlusconi. Hatta ekonomiye katkılarından ve emeklerinden dolayı 1977 yılında Şövalye nişanıyla onurlandırıldı ve İtalyanlar tarafından bu şekilde anıldı. İtalyan medyasının önemli bir kısmına sahip olan Berlusconi, sahip olduğu gücü de kullanarak İtalyan politikasını yönlendirdi. Kitle iletişim araçlarının başında duranın tıpkı tekkeyi bekleyenin çorbayı içmesi gibi) pastanın büyük dilimini yiyebileceğini düşünerek hareket etti ve yıllar boyu haklı çıktı. Fakat tıpkı şişman kadının şarkısını söylemeden operanın sona ermemesi gibi adalet, kimi zaman muhafazakâr kimi zaman liberal kimi zaman milliyetçi ama kesinlikle solcu olmayan bu neşeli İtalyan'ın peşini, yaptığı illegal şeylerin hesabını sormadan bırakmadı. Berlusconi, Forza İtalia Yaşa İtalya) adını verdiği partisiyle 1994 yılından bugüne kadar inişli çıkışlı bir politik hayat ve bol bol skandalla adını duyurdu. İtalyanlar en sonunda izledikleri şeyin sadece bir komedi değil kendi hayatlarının da içinde yer aldığı bir trajedi olduğunu anladılar. Bu trajedinin son sahnesi 27 Kasım 2013 tarihinde Roma sokaklarında ve İtalyan meclisinde sergilendi. Partisinin milletvekilleri kendisini ve partiyi terk edip var olan iktidarı destekleme kararı aldı ve tıpkı yüzyıllar öncesinde Sezar’ın, en yakın dostu Brütüs tarafından bıçaklanması gibi Berlusconi de ağır bir darbe aldı, milletvekilliğinden azledildi ve işlediği suçlar nedeniyle aldığı hapis cezasından dolayı kendisine hapishane yolu göründü. 1977 yılında kendisine lâyık görülen Şövalye unvanı da bu kararla beraber geri alındı. Meclis azil kararı alırken Berlusconi, Roma sokaklarında sayısı 20 bine yaklaşan yandaşına yaptığı konuşmada bu durumu “Demokrasinin Kara Günü” olarak adlandırdı. Daha güçlü bir şekilde geri döneceğini belirten Berlusconi daha önce üç kez kendisini Başbakan koltuğuna getiren İtalyan halkına ve demokrasiye güvenini sergiledi.
Demokrasi, bembeyaz bir aydınlıktan kapkara bir siyaha, hayatın enerjisini gösteren turuncudan, özgürlüğü yansıtan maviye kadar bütün renkleri içinde barındıran bir olgu. Özünde tarafsızlığı ve adaleti amaçlayan bu yönetim biçimi, çeşitli yol ve yöntemlerle kirlenebiliyor. Şairin dediği gibi “Bütün renkler aynı hızla kirleniyordu, Birinciliği beyaza verdiler”. İtalya’da farklı renkleri, farklı tonlarla, farklı zamanlarda tekrar ve tekrar görmek mümkün. Tıpkı ülkemizde olduğu gibi. Bu güzel tatil gününü daha fazla karartmadan bir İtalyan şarkısıyla demokrasinin gelgitleri üzerine yazımızı sonlandıralım:
...biliyorum ki şimdiye kadar birçok kez hata yaptım
ve muhtemelen bugün de seninle ilgili yanılıyorum
fakat bir hata daha hayatımda neyi değiştirir ki?
bu garip randevuyu kabul etmek delilikti...