Süleyman Soylu'nun "sorulara yanıt veriyorum" diye televizyona çıkıp, kendi çalıp, kendi söylemesi aslına bakarsanız hazin bir tabloydu.
Tartıştığımız konularla hiç ilgisi olmayan şeyler de anlattı ve gazetecilerin soru sormasına fırsat vermedi.
Böyle gelişeceğini tahmin ediyordum.
Çünkü gerçek sorulara yanıt vermek için yanıp tutuşan bir bakanın çıkacağı yer televizyon ekranı değildir.
TBMM bir araştırma komisyonu kurar, o da gider milli iradenin temsilcilerinin bütün sorularını yanıtlar, hesabını verir.
Bunu yapmayıp, televizyon kanalları arasında dolaşmak, durumu kurtarmaya yetmez, söylemiş olayım.
Önceki akşamki televizyon gösterisinin bana göre amacı Peker'in iddialarıyla ortaya çıkan sorulara yanıt vermekten daha çok "yukarıya zarf atmak" olarak göründü gözüme.
Hatırlarsınız daha önce de "bakan olması nedeniyle bazı mahrem bilgilere, sırlara vakıf olduğunu" özellikle vurgulamıştı.
Bu kez elini yükseltti diye düşünüyorum.
AKP iktidarının en hassas yerine bir yumruk indirmedi ama bir "yoklama yaptığını" söyleyebilirim.
17-25 Aralık'ta ortaya çıkan "siyasi müsilaja" bir gönderme yaptı.
Kendisinin ne kadar dürüst olduğuna karine olarak, eski İçişleri Bakanı'nın oğlunun evinden çıkan para sayma makinesini gösterdi.
Hatırlarsınız, Fetullahçılar, biriktirdikleri yolsuzluk dosyalarıyla Recep Tayyip Erdoğan'ı istifaya zorlayabileceklerini zannetmişlerdi.
Onu beceremediler ama zaman içinde biriktirdikleri bütün pislikleri de ortaya saçtılar.
Zamanın İçişleri Bakanı Muammer Güler'in oğlunun evinden de içi para dolu, boyum kadar büyük kasalar çıkmıştı.
O günlerde ortaya dökülen para desteleri, telefon konuşmaları en tepeye kadar gidiyor.
Evlerde "sıfırlana sıfırlana bitirilemeyen" miktarda nakit bulundurulduğunu da bu vesileyle öğrenmiştik.
Soylu, sözü sanki tesadüfen oraya getirmiş gibi yaparak, yukarıya parmak sallıyor!
Amacı hakkındaki iddiaları yanıtlamaktan daha çok "size de dokunur" mesajı vermek gibi görünüyor.
Çünkü 17-25 Aralık'ta ortaya saçılanlardan sadece biri doğru, geri kalanlar Fetullahçıların uydurması olamaz.
"Bakanın oğlunun evindeki kasalar" ne kadar gerçekse, ayakkabı kutularındaki dolarlar, konfeksiyondan alınan takım elbiselerin ceplerine doldurulan Euro'lar da o kadar gerçek olmalı.
Ve Soylu, "bu gerçeği" iyi bildiğini, Muammer Güler'in ensesine patlattığı sembolik tokatla ortaya koyuyor.
Bunu daha önce söylediği "bakan olarak mahrem bilgilere sahibim" sözüyle birlikte düşünün derim.
* * *
Siyasi müsilaj
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, suç örgütü yöneticisi Sedat Peker'in bir kadına tecavüz ettiğini, ancak bunun karakolda örtbas edildiğini açıkladı.
Soylu'ya göre birileri karakola gelip, bir sihirbazlık numarasıyla suçu yok etmiş, suçluyu kurtarmıştı.
Hatırlarsınız, bu video savaşı başladığında da Sedat Peker, Mehmet Ağar'ın oğlu, AKP Milletvekili Tolga Ağar'ın, Kazakistanlı Yeldana Kaharman'ı öldürdüğünü, cinayetin Emniyet'te örtbas edildiğini söylemişti.
Ne kadar ilginç değil mi?
Türkiye Cumhuriyeti'nin İçişleri Bakanı ve bir mafya patronu takışıyor, ortalığa saçılanlardan anladığımız Türkiye'nin artık bir hukuk devleti filan olmadığı!
Benzerlerine ancak kabile düzenlerinde rastlanabilecek şeyler bunlar.
Kabile devletlerinde, kabile reisinin oğlunun cinayetleri ya da tecavüzleri de aynen böyle örtbas edilir.
Kurbanın yakınları parayla ya da tehditle korkutulur, susturulur, soruşturmalar suçu örtbas etmek için yapılır, suçluyu yakalamak için değil.
Ve bu da Recep Tayyip Erdoğan'ın devr-i iktidarına nasip olmuş bulunuyor!
İşin ilginci Sedat Peker'in bu örtbas edilen tecavüz olayından sonra Erdoğan'a destek mitingleri de düzenlemiş olması.
Müsilaj adı verilen deniz salyasının, Marmara Denizi'ni boğmaya başladığının gündemimize girmesiyle Peker-Soylu ağız dalaşı ile başlayan siyasal müsilajın toplumumuzu boğmakta olduğunu görmemiz aynı günlere denk geliyor.
Denizdeki müsilaj, denizde kirliliğinin artması ve bunun suyu durağanlaştırmasıyla ortaya çıkıyormuş.
Siyasal müsilaj da aynen böyle: Siyasette kirlilik arttıkça artıyor ve siyasal pozisyonlardaki durağanlaşma, müsilaja neden oluyor.
Ve tıpkı deniz müsilajında olduğu gibi siyasal müsilajda da asıl büyük salya, suyun üzerinde görünen değil.
Derine indikçe yoğunlaşıp, koyulaşıyor.
Örtbas edilen tecavüzler, cinayetler, hukuk dışı yöntemlerle el konulan mallar, mülkler gırla gidiyor.
Toplumun neredeyse bütün kurumları iğrenç bir müsilajın altında, çürüdükçe çürüyor.
* * *
Erdoğan'ın rengini şimdi anlayacağız
Sedat Peker'in kardeşi hakkında Kutlu Adalı cinayetiyle ilgili soruşturma başlatılmış.
Soruşturmanın nasıl sürdürüleceğini, nereye kadar genişleyeceğini şu anda bilmiyoruz.
Ancak Peker'in ifadelerinden anlıyoruz ki Adalı'yı öldürenler Peker'in kardeşi değil. Cinayetin failinin kim ya da kimler olduğunu bilenler ise Mehmet Ağar ve Korkut Eken.
Kutlu Adalı cinayeti, tasarlayarak, bilerek ve bir örgütün emir komuta zinciri içinde işlendiğine göre, katilin cezası ağırlaştırılmış müebbet hapis olmalı.
Bu durumda "dava zamanaşımı" süresinin geçmesi için 5 yıl daha var.
Yani gerçek bir soruşturmayla katil ya da katilleri bulup, ortaya çıkarmak ve yaptıkları işin cezasını çektirmek mümkün.
Recep Tayyip Erdoğan iktidarının, suç ve suç örgütleriyle mücadele konusunda ne kadar samimi olduğunu test edeceğimiz bir dava var önümüzde.
Böyle bir soruşturmanın önünü açacaklar mı, yoksa "devletin yüksek menfaatleri" gerekçesinin arkasına saklanıp, örtbas edecekler mi?
Bizim gibi hukuku ve demokrasisi az gelişmiş ülkelerde "devletin yüksek menfaatleri" denildi mi, bir grup iktidar elitinin menfaatlerini anlamak gerekir.
Bu iktidar eliti, kendi içinde bir hesaplaşmaya cesaret edebilir mi?
Spekülatif yanıtlar vermek istemiyorum.
Ancak elimizde somut bir ihbar ve bir cinayet var.
Bakalım, Erdoğan hangi tarafı seçecek?
Hukuk ve adaletin tarafını mı, kendisine "devletin menfaati" görüntüsü altında uyuşturucu kaçakçılığından, gaspa kadar bir dizi suça karışan organizasyonların tarafını mı?