Kadın voleybol takımımızın zaferi, Taliban özentisi birkaç paçavrayı saymazsanız muhalifi muvafığı gazetelerin hepsinde birinci sayfada, manşetteydi.
Televizyon haber kanalları arasında gezdim, aynı tablo orada da vardı.
Bir de fotoğraf var; Ankaragücü – Fenerbahçe maçı sırasında çekilmiş. Tribündekiler sahaya arkalarını dönmüşler, televizyondan voleybol maçını izliyorlar.
Takip edebildiğim kadarıyla söylemeliyim ki bu kupa zaferi, toplumumuzun önemli bir kesiminde ortak bir sevinç yarattı.
Elbette ellerine fırsat geçse Türkiye'yi bir IŞİD zihniyetiyle yönetmek isteyen bir grup da var, onlar bu işten hiç hoşlanmadılar.
Bazı oyuncuların cinsel yönelimlerini ön plana çıkararak, kendi içlerindeki bastırılmış cinselliği kustular ama bunların sayılarının çok olmadığını söylemek mümkün.
Toplumun ortak sevinci ve karşılaştıkları tepki, seslerini kısmalarına da yol açtı, fark etmişsinizdir.
Sosyal medyada dolaşan görsellerden birinde Vargas'ın o ikonik fotoğrafından elde edilmiş bir çizim, boşluktaki bir fese, eski deyimle "küt inmek üzere" görünüyor.
Bu görsel ile kaç kere karşılaştığımı sayamadım bile; o kadar çok tekrarlanıyor.
Aynı iletişim gruplarında bile defalarca tekrarlandığını gördüm.
Hatta kadın voleybol milli takımının bu zaferinin aynı zamanda siyasal İslam'a karşı kazanılmış bir zafer olduğuna ilişkin çok yorum da var.
Siyasal İslam'ın kadının yerini ev, görevini çocuk doğurmak ile sınırlayan görüşüne karşı kazanılmış bir zafer!
Zaten o Taliban özentisi kesimin bu galibiyete bu kadar öfkeli olması, hatta "keşke Sırbistan kazansaydı" noktasına gelmesinin nedeni de bu.
Evinden çıkan kadının, erkeklerden daha başarılı olabileceğini görmenin verdiği sıkıntı.
Bunlar elbette "dinci" diye tanımlayabileceğimiz ancak geleneksel Türk dindarlığı ile pek de alakası olmayan, esasen çok kalabalık da olmayan ancak sesleri fiziksel güçlerinden daha çok çıkabilen bir kesimin tepkileri.
Kuşkusuz ki dindarlar arasında bu zaferden mutlu olanların sayısı, olmayanlardan çok çok daha fazla.
Medyanın genel tutumu da bunu gösteriyor; sonuçta o gazetelerin okuyucuları ve televizyonların izleyicileri bu insanlar.
Onun için o kesimin tepkisinden daha çok kendisini "laik ve modern" olarak tanımlayan kesimin bundan siyasi sonuç çıkarması daha önemli.
Bu zafer, yaşam biçimlerini tehlike altında gören ve ancak muhalefet partilerinden de ümidini kesmiş insanların var olduklarını yeniden haykırabilmesine olanak verdi.
Ve sanırım en acı olanı da bu.
Toplumun en az yarısı, kendisini yenilmiş hissediyor, yaşam biçiminin tehlike altında olmasından endişe duyuyor ve böyle şeylerle avunuyor.
Sokakta ve siyasette kendisini gösteremiyor, örgütsüz.
Ümidini bağladığı muhalefet partilerinin ittifakı meğerse ittifak bile değilmiş, demokrasinin geleceği koltuk hesapları üzerinden kumar masasına sürülmüş.
Bu geniş kitleyi temsil etme iddiasındaki partinin yönetimi, kendi küçük çıkar hesaplarıyla toplumsal muhalefeti açıkça iğdiş ediyor.
Merak ettiğim şey; bu CHP yönetiminin bu amaçla görevlendirilmiş olup olmadığı.
Komplo teorilerine pabuç bırakmadığımı okurlarım bilirler ama karşımızdaki CHP'ye bakınca bunun da pekâlâ mümkün olabileceğini düşünmemek de elde değil.
Cumhuriyetin tarihsel olarak en güçlü iki ana siyasi damarından birinin önünü pişkinlikleriyle kesiyorlar ve koltuklarında oturmaya devam ediyorlar.
Ülkenin modern insanları da Tarkan mesaj attı, voleybolcu kızlar kazandı, Hande Yener pes etmedi diye avunuyor, rejim de köpeksiz köyde değneksiz gezmenin tadını çıkarıyor.
2023 CEV Avrupa Şampiyonası'nda altın madalyanın sahibi olan A Milli Kadın Voleybol Takımı, Türkiye Voleybol Federasyonu'nun Galataport’ta düzenlediği etkinlikle şampiyonluğu kutladı.
* * *
Putin, Erdoğan'a bu kez yol vermedi
Cumhurbaşkanı'nın gözü Temmuz ayından beri Putin gelsin diye yollardaydı ama olmadı.
Putin'in yurt dışına çıkmak konusundaki isteksizliğinin bir nedeni Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin verdiği yakalama kararı.
Türkiye bu kararı soykırım suçlusu Sudanlı Ömer El Beşir için bile uygulamamıştı, Putin için de elbette uygulayacak hâli yoktu.
Ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, çok önem verdiği "tahıl koridoru anlaşmasını" canlandırmak için sonunda Putin'in ayağına kadar gitti.
Eli boş olarak geri döndü.
Kapalı kapılar ardında ne konuşuldu bilmiyoruz ama resmi açıklamaya göre Putin, anlaşmanın yeniden hayata geçirilmesi için Batı'nın uyguladığı ambargonun kaldırılmasını istiyor.
Batı ise Rusya'yı, Ukrayna üzerinden sıkıştırıp iyice güçsüzleştirmek temel politikasından vazgeçecek gibi görünmüyor.
Cumhurbaşkanı'nın bunca işi gücü arasında Ukrayna tahılının dünyaya Karadeniz üzerinden serbestçe satılmasını kendisine bu kadar dert etmiş olmasının Türkiye açısından nasıl bir önemi var diye merak ediyor olmalısınız.
Ukrayna tahılının çok küçük bölümü Türk gemileri ile taşınıyor, bir navlun kaybımız yok sayılır.
Öte yandan Ukrayna tahılının, Bulgaristan ve Romanya üzerinden satılmasında da anlaşma bittiğinden beri bir engel çıkmadı.
Ruslar Türk gemisinde arama yaptılar ama aynı yükü alan Japon gemisine dokunmadılar bile.
Ukrayna, "tahılımı sattırırsanız size şu kadar komisyon veririm" de demiyor.
Ama Erdoğan "tahıl koridoru" peşinde!
Konunun Türk ekonomisi ile dolaylı bir ilgisi var.
Erdoğan, Putin ile ilişkisi üzerinden Batı'da ciddiye alınmayı umuyor; bunun sıkışık Türkiye ekonomisinin ihtiyacı olan dış kaynağın sağlanmasında etkili olmasını bekliyor.
Putin kendisine bu kez bu fırsatı vermedi.
Batının karşısına çıkıp, "Putin ile sorunlarınızı benim üzerimden çözebilirsiniz" diyebilecek durumda değil artık.
Öyle görünüyor ki İsveç ve Finlandiya'nın NATO üyeliğine karşı çıkmaktan vazgeçmesinin, Ukrayna'nın NATO üyeliğine destek olmasının ve Nazi özentisi Azov taburu komutanlarını, verdiği sözü de çiğneyerek Ukrayna'ya yollamasının Putin nezdindeki karşılığı bu.
"Dünya lideri" propagandası gerçeklerden habersiz, milliyetçi duyguları galeyana getirilmiş saf kitleler üzerinde etkili olabiliyor ama dünya arenasına çıkıldığında boyalar dökülüyor.
Dış politikada böyle savrulmalar, esasen temel bir dış politikanız olmadığını, günlük çıkarlara göre yön değiştirebileceğinizi gösteriyor.
Öyle olunca da kimse ciddiye almıyor tabii.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin Rusya'nın Soçi kentinde bir araya geldi.
Mehmet Y. Yılmaz kimdir?Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya'da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi parasız yatılı olarak Denizli Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden 1977 yılında mezun oldu Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara'da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi'nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini de bir süre yürüttü. 12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş'e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazete ve dergilerini yayınladı Askerlik görevini Kara Harp Okulu'nda tamamladıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları'nda mesleğe döndü. Gelişim Yayınları'nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu 1985 yılında Hürriyet'e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu'nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınladı. Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık'ın 1 Numara Yayıncılık'a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30'u aşkın derginin kuruculuğunu yaptı. 1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yılın sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda da Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü. 2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğü görevine getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grububu'nun CEO'luğu görevini üstlendi. 2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018'den itibaren T24'te yazmaya başladı. Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı", "Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma", "Aşktan Sonra Hayat Var Mı", "Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür" isimli kitapları yayımlandı. "Aşk Herşeyi Affeder mi" isimli uzun hikâyesi de kitap olarak yayınlandı. "Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci" olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ile futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor. |