Yaşanmış bu öyküyü Haluk Şahin'den dinlemiştim. Haluk Hoca, daha sonra Nokta'daki yazılarını topladığı kitabına da bu ismi vermişti: Türk olmak kolay değil!
Türkiye, İkinci Dünya Savaşı'ndan önce Almanya'daki Nazi zulmünden rahatsız olup, ülkeyi terk etmek isteyen bilim insanlarına kapılarını ardına kadar açmıştı.
İki taraf için de kârlı bir alışverişti. Nazilerden kaçan bilim insanları Türkiye'de bilimsel çalışmalarını sürdürme imkânı buluyorlardı. Üstelik de o günün koşullarına göre dolgun maaşlar alarak!
Türkiye de çok kârlıydı. Üniversitelerimizde ciddi bir hoca sıkıntısı vardı.
Almanya'dan kaçan bilim insanları hem eğitim kalitesini yükselttiler hem de ileride bu üniversitelerde ders verecek kadroların yetiştirilmesine büyük katkıda bulundular.
Zamanla bu bilim insanlarından bir kısmı Türkiye'yi ve Türklüğü benimsedi. İçlerinden bazıları Türk vatandaşlığına geçmek için girişimde bulundu.
Böyle sonradan Türk vatandaşlığına geçen bilim insanlarından bir tanesi, ertesi ay maaşını alınca şaşırdı.
Bugüne kadar aldığının dörtte biriydi elindeki bordroda yazılı olan maaş.
Yanlışlık olduğunu zannederek üniversite muhasebesine itiraz etti.
Ona, eskiden Alman vatandaşı olduğu için özel bir fasıldan maaş aldığı, şimdi Türk vatandaşı olarak bu hakkı yitirdiği ve artık herkesle aynı maaşı alacağı anlatıldı. Lojmanına da veda etmek zorunda kalacaktı.
Hocaya "mevzuat hazretlerinin" emirlerini anlatan muhasebeci durumu şöyle açıklamıştı: "Eee Türk olmak kolay değil hocam!"
Karl Marx, şöyle yazmıştı:
"Hegel, bir yerde, şöyle bir gözlemde bulunur: bütün tarihsel büyük olaylar ve kişiler, hemen hemen iki kez yinelenir. Hegel eklemeyi unutmuş: birinci kez trajedi olarak, ikinci kez komedi olarak." (Louis Bonaparte'ın 18. Brumaire'i)
Aradan geçen üç çeyrek yüzyıldan sonra Haluk hocamın anlattığı öykünün bir benzerini okurken "bizim koca sakallı iktisatçı haklıymış" diye aklımdan geçirdim.
Durumun gülünecek tarafı yok ama itiraf edeyim ki gülmeme engel olamadım.
Olay memleketimizin espri başkenti Trabzon'da geçiyor ama kahramanı Temel değil.
Sahar Zalt ve Mohamad Haj Rabee, Suriye iç savaşından kaçarak ülkemize sığınan bir çift.
Dokuz yıldır Türkiye'de yaşıyorlar.
Nasıl başardılarsa 2019 yılında Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı da olmuşlar. (Türkiye'de göç eden 4 milyona yakın Suriyeliden TC vatandaşlığına geçmeyi başarabilen 190 bin kişi arasına girmeyi başarabilmişler.)
Çift vatandaşlığa geçmeden önce Türkiye'de iki çocuk sahibi olmuş.
İlk iki çocuklarının doğumu sırasında hastane, doğum, ilaç vs. gibi masrafları, yüce Türk milleti adına bonkörlük yapan devletimiz tarafından Hazine'den karşılanmış.
Geçtiğimiz günlerde Sahar Hanım, üçüncü çocuğunu doğurmak için bir kez daha hastanenin kapısını çalmış.
Sosyal güvenlik şemsiyesi altında olmadıkları için bu kez tedavi ücreti istenmiş. Türk gibi olmuşlar sizin anlayacağınız.
200 liralık tedavi ücretini ödeme olanaklarının olmadığını, daha önce iki çocuklarının doğumunda böyle bir şey istenmediğini hastaneye bildirmişler.
Hastane yetkilileri de ne de olsa Türk, halden anlamışlar.
"Ayakta tedavi ücreti olan 55 lirayı ödeyin, yatışınızı yapalım" diye yol göstermişler.
Para ödenmiş, Sahar Hanım hastaneye yatıp, sağlıklı bir bebek dünyaya getirmiş.
Bu kez 2 bin 750 lira tutan doğum masrafının ödenmesi gerekmiş ki ailede o da yok.
Para ödenmeyince bebeğe doğum belgesi de verilmemiş.
Bunun üzerine Mohamad Bey, Trabzon'da yerel haber sitesi 61medya'nın kapısını çalmış, şunu söylüyor:
"Bizim paramız yok, vatandaş olduğumuza pişman olduk."
Sahar Hanım, Mohammed Bey ve yeni doğan bebekleri böylece "Türk olmanın kolay olmadığını" yaşayarak öğrenmişler.
Gerçi bizler her gün bunu yaşıyoruz ama ne de olsa alıştık sanırım, yadırgamıyoruz.
Şunu da merak etmiyor değilim: Acaba fırsat verilse, doğuştan TC vatandaşı olan kaç kişi, "Suriyeli geçici sığınmacı" statüsüne geçmek ister?
* * *
Mübarek Cuma Soruları – 29
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu neredeyse her gün konuşuyor. Öyle ki memlekette ayar vermediği kimse kalmadı.
Bu konuda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile yarışıyor ama onu geçebilecek çapa henüz ulaşmış değil.
O kadar konuşuyor ama hakkındaki iddialar ile ilgili tek kelime söylemiyor.
Yenilir yutulur iddialar değil bunlar.
Nasıl bir "yüz zırhı" edindiyse, aynı pişkin ifadeyle sağa sola verip veriştiriyor ama iddialara gelince tıssss!
Burada aylardır yazıyorum, her hafta da hatırlatıyorum:
Kendisine gazeteci süsü veren birisi, iş adamı Sezgin Baran Korkmaz'dan, İçişleri Bakanı Soylu'ya verilmek üzere 10 milyon Euro istedi.
10 milyon Euro'yu verecek, Bakan ile meseleleri çözülecek.
Korkmaz bu amaçla "kendisine operasyon çekilirken bazı adamlarının içeride rehin tutulduğunu" da söylüyor.
Bakan bir iş adamından havadan 10 milyon Euro istemekle kalmamış, bir de devletin polisini mafya tetikçisi olarak kullanmış gibi bir iddia bu.
Memleketin savcıları da tam siper olmuşlar.
Ne merak eden var ne yanıt veren.
Ankara ve İstanbul belediyelerinin elinden aldığı yolsuzluk dosyalarını saklayıp, savcılıklara göndermeyen İçişleri Bakanı, "mafyadan para alan AKP'li politikacıyı" da biliyor ama açıklamıyor.
Bu AKP yöneticileri de meğerse ne pişkinlermiş.
Aralarında mafyadan para alan biri var, hepsi kim olduğunu biliyor ama kılları kıpırdamıyor.
Bu sorunun bir muhatabı da Adalet Bakanı Bekir Bozdağ.
Mafya tarafından maaşa bağlanmış AKP'li politikacının adı derdest bir soruşturma dosyasında duruyor.
Mafyanın maaşa bağladığı politikacıyı savcı neden koruyor? O da mafya politikacısının ortağı mı?
Yanıt vermezseniz sizden de şüpheleneceğim, Bekir Bey de bu işe ortak mıdır diye!
Adalet Bakanı Yardımcısı yapılan bir savcı ile bir hâkim, olmayan bir MASAK raporunu gerekçe göstererek, Sezgin Baran Korkmaz'ın mal varlığı üzerindeki tedbiri kaldırdılar.
Böylece 150 milyon dolarlık mal, başka ellere devredilip, kaçırıldı.
Bakan, yardımcısına bunu nasıl yapabildiğini hiç sormuyor mu?
Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Derya Yanık da suskunluğunu koruyor.
15 Temmuz şehit yakınları ve gazileri ile Beşiktaş saldırısı şehit yakınları ve gazileri için toplanan yardım paraları hangi yolla "nemalandırıldı", ne kadar getiri sağlandı?
Vakıfta kaç kişi çalışıyor, yıllık ücret ödemelerinin toplamı ne kadardır?
Vakıf yöneticilerinin toplam maaşları ne kadardır?
Yöneticilerinin maaş dışındaki temsil, ağırlama vs. gibi harcamaların tutarı nedir?
15 Temmuz ve Beşiktaş saldırısı mağdurlarına ödemeler eşit olarak mı yapılıyor?
Vakfın kuruluşundan bugüne kadar hak sahiplerine yaptığı ödemelerin toplamı nedir?
Şu anda vakfın mal varlığının parasal karşılığı ne kadardır?
***
Bu soruların muhatapları, her Cuma alayı valayla gidip bir camide Cuma namazı kılıyor.
Giderken devletin makam arabalarını filan da kullanıyorlar, hadi onu geçelim.
Bu akşam bir de teravih var.
Alnınız secdeye değerken, kalbinizden geçen nedir?
Bu soruların ağırlığını, o ulvi havanın içinde yüreğinizde hiç hissetmiyor musunuz?