Sinan Ateş
Sinan Ateş cinayeti ile ilgili davada gerekçeli karar da nihayet açıklandı.
Mahkemeye göre cinayetin iki azmettiricisi sekiz ay bu cinayeti planlamak üzere çalışmışlar.
Ankara ile İstanbul arasında tetikçinin nakli, kaçırılması, Ateş ile ilgili istihbaratın toplanması gibi detaylı bir plan!
Sekiz ay boyunca bu cinayeti planlayan bu iki kişinin amacı neymiş?
Bu cinayeti niye işlemek istemişler?
Bunu bilmiyoruz. Çünkü mahkemenin gerekçeli kararında bu açıklanmıyor.
Belli ki mahkeme de bu konuyu merak etmemiş. Ya da merak etmemeleri gerektiği yönünde bir tembih mi almışlar?
Bunu da bilmiyoruz.
Oldukça tuhaf bir durum olduğunu kabul etmek gerek.
İki kafadar, Ülkü Ocakları Genel Başkanlığı da yapmış bir akademisyene kafayı takmış, nasıl öldürtürüz diye plan yapmış.
Bu iki kişiden biri kısa bir süre avukatlık yapmış, sonraki kariyeri Ülkü Ocakları içinde.
Diğeri adam öldürme suçlamasıyla 25 yıl hapse mahkûm edilmiş. Sabıka kaydında çete kurma, fuhşa zorlama, gasp ve uyuşturucu ticareti gibi suçlamalar da var.
Bunlarla beraber toplam cezası 35 yıl iken tahliye edilmiş, 2018 yılından beri de firari.
İki azmettiricinin kariyerine bakınca bir cinayeti sekiz ay boyunca planlamak ve icra etmek için gerekli mali bir güce sahip olmadıklarını görmek mümkün.
Tetikçi bulacaksınız. Yakalanırsa ağırlaştırılmış müebbet hapse çarptırılacağını bilen bir tetikçinin, bir cinayet işleme ücreti ne kadardır acaba?
Bununla bitmiyor, tetikçiyi cinayet yerine götürmek ve oradan kaçırmak da var. Bunun için de araçlar ve adamlar gerekli. Nitekim onları da bulmuşlar.
Daha bitmedi. İstihbarat toplanacak. Hedefteki şahsın hareketleri, adresi vs. takip edilecek.
Bu istihbarat, devletin polisinden alınmış. Ülkü Ocakları Genel Başkanı’nın talebi üzerine!
Bu arada tetikçinin Ankara’ya getirilmesi işinde de polisler var. Ankara’dan kaçırılması işinde de Ülkü Ocakları’na tahsis edilmiş bir araç kullanılmış.
Ve mahkeme heyeti, bütün bu olaylar örgüsüne bakıp, iki kafadarın bu işi kendi başlarına planladığına, bunun adi bir cinayet olduğuna karar vermiş.
Örgüt aramamış, başka azmettiriciler olup olmadığını sorgulamamış.
Bu cinayet “ben bir suç örgütünün eseriyim” diye bağırıyor ama mahkeme heyetinin kulakları ağır işitiyor.
Bir örgüt var, o maktulün “ipini çekmeye” karar veriyor, adamlarını seferber ediyor ve ip çekiliyor!
Bu amaçla görevlendirilenler, görevin gereğini tereddütsüz yerine getiriyorlar.
Biliyorlar ki devleti yönetenlerin gizli – açık koruması altında olacaklar. Nitekim öyle de olduğu anlaşılıyor.
Örgütün içinde örgüt yöneticilerinden aldıkları emirle hareket eden polisler bile var.
Cinayete karışanların sayısı belli ama kim bilir daha kaç tanesi başka cinayetleri işlemeye hazır olarak polis teşkilatının da içinde, kimse bilmiyor.
Mahkeme, bu örgütü araştırmaya değer bulmadığı için şu anda “uykudaki hücreler” gibi polis teşkilatı içinde kendilerine verilecek emirleri bekliyorlar.
Bir sanık hakkındaki tutuklama için sahte tutanak düzenleyen polisin bile bunu neden yaptığı merak edilmemiş.
Cinayeti organize eden kişiyi kullandığı evde saklayıp, tutuklamaya gelen polisleri “Siz gidin sahibiniz gelsin” diye köpek yerine koyan milletvekilinin bunu neden yaptığını da mahkeme merak etmemiş.
Zaten o da bu cinayetten sonra nispet yapar gibi Özel Harekât polislerini “teftişe” bile gitti.
Bu, polis teşkilatı içinde yönetici konumda olan birilerinin de bu örgütün bir parçası olduğunu gösteriyor. Ama mahkeme bunu da görememiş.
Ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkûm edilenler de dahil hepsi biliyorlar ki bu örgüt, hapishanede yattıkları sürece onlara iyi bakacak, belli bir süre sonra ortalık sakinleşince Yargıtay, yargılamadaki bir hatayı gösterip, kararı bozunca da hepsi sokaklara geri dönecekler.
Bunu beceremezlerse, hapishaneden firar ettiklerini de duyarız.
Demedi demeyin.
Bu dava böyle sonuçlanacak, işte buraya yazıyorum!
* * *
Evet iyi ama yetmez!
Vatandaşlarının sağlığına önem veren ülkeler denetimleri sınır kapılarında yapıyorlar. Bizimkiler bu denetimi sınırda yapmamışlar. Oyuncakçılara gelip, satış başladıktan sonra denetlenmiş ve zararlı madde içerdikleri anlaşılmış |
Ticaret Bakanlığı tarafından yapılan piyasa denetimlerinde bazı oyuncaklarda yüksek miktarda kurşun ve fitalat gibi sağlığa zararlı kimyasallar tespit edildi.
Bu kimyasalların oyun hamuru, sticker ve lastik top gibi ürünlerde bulunduğu belirtildi.
Bu haberi okuyunca “bravo Ticaret Bakanlığı’na, görevini yapmış işte” demek istedim ama dilim varmadı.
Çünkü gözümün önüne bakanlık bu tespiti yapana kadar bu oyuncaklarla oynayan ve hâlen de evlerinde bu toplatma kararından habersiz oynamaya devam eden çocuklar geliyor.
Bu tür oyuncakların çoğunun ithal olduğunu biliyoruz. Özellikle Uzak Doğu menşeli olarak.
Yerli üretici sayısı da üçü, beşi geçmez.
Türkiye’den gönderilen bazı tarım ürünlerinin yabancı sınır kapılarından geri çevrildiği ile ilgili haberleri neredeyse her gün okuyoruz.
Vatandaşlarının sağlığına önem veren ülkeler bu denetimleri sınır kapılarında yapıyorlar, ürün marketlere, manavlara gittikten sonra değil.
Onun için de herhangi bir vatandaşlarının bu ürünlerle karşılaşma ihtimali olmuyor.
Ama görüyorsunuz bizimkiler bu denetimi sınırda yapmamışlar. Oyuncakçılara gidip, satış başladıktan sonra denetlenmiş ve zararlı madde içerdikleri anlaşılmış.
Bu oyuncaklar ithal değil de yerli üretimse durum daha da vahim.
Çünkü bunları üretim sırasında yakalamak mümkün olabilirdi.
Oyuncaklarda kullanılan zararlı maddelerin tedarikçilerinin sayısı ne kadar olabilir ki?
Bunların ürünlerini hangi işletmelere sattıklarını takip etmek, aralarında oyuncak üreticisi varsa kapısına dayanmak işten bile değildi.
Bakanlığın yaptığı işi elbette küçümsemiyorum ama daha etkin bir kontrol düzeni kurarak, bu tür ürünlerin tüketicinin eline hiç ulaşmamasını sağlayabilmelerinin mümkün olduğunu da biliyorum.
Mehmet Y. Yılmaz kimdir?Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya'da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi parasız yatılı olarak Denizli Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden 1977 yılında mezun oldu Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara'da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi'nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini bir süre yürütmektedir. 12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş'e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazetesi ve dergilerini yayınladı Askerlik görevi Kara Harp Okulu'nda yapıldıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları'nda mesleğe geri döndü. Gelişim Yayınları'nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu 1985 yılında Hürriyet'e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu'nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınlandı. Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık'ın 1 Numara Yayıncılık'a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucusu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30'u aşkın derginin kuruculuğu yapıldı. 1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yıl sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda ise Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü. 2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğüne getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grububu'nun CEO'luğu görevini üstlendi. 2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018'den itibaren T24'te yazmaya başladı. Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı", "Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma", "Aşktan Sonra Hayat Var Mı", "Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür" isimli kitapları yayımlandı. "Aşk Herşeyi Affeder mi" isimli uzun hikâyesi kitap olarak yayınlandı. "Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci" olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ile futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor. |