Mehmet Y. Yılmaz

01 Ekim 2019

Servetin kaynağını öğrenene kadar soracağım

Binali Bey, beni mahkemeye vererek korkutabileceğini ve bu soruları sormaktan vazgeçirebileceğini zannediyor; yanılıyor.

Binali Yıldırım, 20 Aralık 1955 günü, Erzincan’ın Refahiye ilçesine bağlı Kayı köyünde dünyaya geldi.

Fakir ailelerin, zeki ve çalışkan çocuklarının, üniversite sınavlarında iyi okulları kazanmaları eski Türkiye’de çok şaşılacak bir durum değildi. İTÜ’yü kazandı, gemi mühendisi oldu.

Mezun olduktan sonra siyasete girene kadar da kamu kesiminde çalıştı.

Eşi öğretmendi, geliri sınırlı bir memur ailesinde üç çocuk yetiştirmenin yükünü Binali Yıldırım ile paylaştı.

Binali Yıldırım’ın kaderini değiştiren olay, Recep Tayyip Erdoğan’ın siyasette yükselmeye başlaması oldu.

Birincisi belediye başkanı olunca, ikincisi de İDO Genel Müdürü oldu. Birincisi Başbakan olunca da “kadrolu Ulaştırma Bakanı”!

Binali Yıldırım’ın çocuklarının ani bir zihin açıklığına kavuşup, başarılı birer armatör olmaları da bu tarihten sonradır.

Bizde bir süredir böyle. Babaları bakan olan çocukların içindeki gizli kalmış iş adamı cevheri birden parlamaya başlıyor. Sonra kazanılan paraları saymaya para makineleri yetişmiyor.

Kimsenin kazandığında gözümüz yok.

Ama bir gazeteci olarak, hayatı boyunca geçim sıkıntısı çekmiş bir siyasetçinin çocuklarındaki bu ani zenginleşmenin kaynaklarını merak etmem normal.

Çünkü, bir demokraside gazetecilerin görevlerinden biri de budur.

Bu çocuklar, başkalarının çocuklarına göre neyi daha iyi biliyorlar ya da öğrenmişler ki böyle bir servet sahibi olabiliyorlar?

Gazeteci bunu öğrenip, kamuoyuyla paylaşmalı ki benzer durumdaki çocuklar da zengin olabilsinler!

Daha da önemlisi, bu servetin oluşması ile ilgili dedikodular var ise bunun aslını öğrenip, seçmenlerin kafasında tereddütler oluşmasını engelleyebilelim.

İnternette yaygın olarak göreceğiniz ve alenileşmiş iddialara göre Binali Bey’in çocuklarının 30’a yakın gemisi var.

Bu servet, 2002’de AKP’nin iktidara geldiği günden sonra oluşmuş.

Ve Binali Yıldırım, bakanlık, Başbakanlık, kazanılamamış iki büyükşehir belediye başkan adaylığından sonra şimdi de Cumhurbaşkanı Yardımcısı olmak üzere.

İddiaya göre makam arabası bile alınmış, ben uydurmuyorum, embedded gazetecilerin yazılarından okuduk.

Onun için benim kişisel merakımın ve başka çocukların da hayatını kurtarmaya çalışmak için iyi niyetli girişimlerimin de ötesinde Binali Bey, bu hesabı vermekle yükümlü.

Onun için çok kolay olmalı.

İlk günden beri verdiği servet beyanlarını yıl yıl açıklarsa zaten sorduğumuz soruların yanıtının bir bölümünü alırız.

Yanıtlarımızın ikinci bölümünü alabilmemiz için de çocuklarının işlerindeki bu gelişmenin tarihsel gelişimini açıklıkla anlatması gerekir.

İlk gemiyi alacak kaynak nereden bulundu, ilk gemi kaça alındı?

Bundan sonraki gemilerin alınışı nasıl gerçekleşti?

Kamu kaynaklarından kredi vs. kullanıldı mı?

Bu şirketlerin bazıları yurt dışında kurulu, neden? Şirketler ne kazandı, ne vergi ödedi?

Binali Bey, CB Yardımcısı olarak atanırsa ve asili iş göremez hale gelirse, 45 gün süreyle Cumhurbaşkanı yetkilerini de kullanacak.

Böyle makamlar dedikoduyu kaldırmaz.

Binali Bey, bunları sorduğum için beni mahkemeye vereceğine, şüpheleri giderecek açıklamayı yapmalı.

Dünyanın her yerinde böyle ani zenginleşmeler dikkat çeker ve söz konusu servetin nasıl oluştuğunun açıklanması gerekir.

Binali Bey, beni mahkemeye vererek korkutabileceğini ve bu soruları sormaktan vazgeçirebileceğini zannediyor.

Yanılıyor.

Sormaya devam edeceğim.

***

Siyaset taktiği olarak pişkinlik!

Türkiye’deki siyasal İslamcı iktidar deneyiminin, öğrettiklerinden biri de bu akımın “pişkinliği” bir siyaset taktiği olarak kullanma becerisi olmalı.

İstanbul’u yıkabilecek güçteki büyük depremin son derece yakınlaştığı uyarısını, pek de büyük olmayan bir deprem ile aldık.

Ve bu memleketi 2002’den bu yana tek başına yönetip, 66 milyar lira “deprem vergisi” toplayan iktidar, bu uyarıyı bile bir psikolojik savaş yöntemi olarak kullanmakta beis görmüyor.

Deprem ile ilgili en önemli sorunumuz sanki Ekrem İmamoğlu’nun bir uyduruk toplantıya çağırılması / gitmesi meselesiymiş haline getirmeye çalışıyor.

Toplantı uyduruk, çünkü bu iktidar bugüne kadar yapması gereken en temel işleri bile yapmamış, şimdi toplantı diye bir masanın etrafına sebilhane sürahisi gibi dizilip bunu unutturmaya çalışıyor.

Ortaya çıktı ki bu “uyarı depreminde” bile 9 okulda ağır, 20 okulda hafif hasar oluşmuş.

Ve bu iktidarın valisi, depremin ertesi günü, doğru dürüst bir inceleme bile yapmadan çocukları bu okullara derse gönderdi!

Utanma duygusu olan bir kamu yöneticisi önce o çocuklardan ve ailelerinden bu vahim hata için özür dilerdi, pişkinlikle geçiştirdiler.

Şimdi de çocukları başka okullara dağıtmışlar, bu okullar güçlendirilecek, ağır hasarlılar yıkılıp (bir Müslüman kardeşimiz o arsaya göz dikmezse tabii) yeniden yapılacak.

Bu küçük uyarı depreminde bile bir hastane kullanılamaz hale geldi!

Belli ki bu binaların durumları bile incelenmemiş.

Peki biz bu 66 milyar lirayı niye vergi diye ödedik?

Hani bu paralar öncelik okullar ve hastanelerde olmak üzere kamu binalarının güçlendirilmesi için kullanılacaktı?

Bu kadar vergi topladınız, bunun ne kadarını verginin konuluş amacına uygun harcadınız?

Depremin ertesi günü, okulları doğru dürüst incelemeden çocukları o binaların içine sokarken aklınızda ne vardı?

Ağır hasarlı o binalar çocukların üzerine yıkılsaydı ne olacaktı?

Bir toplantı düzenleyip açıklamaya ne dersiniz? İmamoğlu’nu çağırmasanız da olur!