Halit Ergenç ve Rıza Kocaoğlu hakkında “yalan tanıklık” suçlamasıyla dava açıldı.
İddianamenin mahkeme tarafından kabul edilip, edilmeyeceğini şu anda bilmiyoruz.
Bildiğimiz şu ki İstanbul’da savcının istediklerini yapmayan hâkimleri bekleyen şey tenzili rütbe.
Ayşe Barım için verilen tutuklama kararını kaldıran hâkimin başına geldiği gibi!
Mahkemeye gönderilen iddianamede Ergenç ve Kocaoğlu’nun menajer Ayşe Barım hakkında yürütülen soruşturma nedeniyle “tanık” olarak alınan ifadelerinde “yalan tanıklık” yaptıkları ileri sürülüyor.
Hatırlarsınız belki, savcı Ayşe Barım ile telefon görüşmelerini sormuş, Barım’ın talimatıyla Gezi protestolarına katıldıklarını söylemelerini ümit etmişti.
İki sanatçı, savcının bu beklentisini karşılayamayınca da başlarına böyle bir dava açıldı.
Böylece alaturka ceza hukukuna yepyeni bir suç daha girmiş oluyor: Kendilerinden vermeleri beklenen ifadeyi vermeyerek savcının hayallerini yıkma suçu!
Savcının bu iddiasının dayanağı Gezi protestoları günlerinde Ayşe Barım’ın bu oyuncularla yaptığı telefon konuşmaları.
Konuşmaların içeriğini, bu üç kişi dışında kimse bilmiyor.
O tarihte Barım’ın “temsil ettiği artistleri sokaklara salarak hükümeti yıkmaya niyetlenmiş bir menajer” olduğunun kimse farkında olmadığı için telefon dinleme kayıtları elde değil.
Elde olan bilgi filanca gün şu saatte Barım ile Ergenç ve Kocaoğlu’nun bu kadar dakika telefonda zaman geçirdikleri.
Savcı bu görüşmelerde Barım’ın talimat vererek oyuncuları Gezi’ye yönlendirdiğini düşünüyor.
Yani “niyet okuyor”!
Benim kişisel tahminime göre ise bu telefon konuşmalarında menajer-oyuncu ilişkisi içindeki konular konuşuluyordu.
Zaten menajerler oyuncularına talimat vermezler, veremezler.
Kariyer yönetimi çerçevesinde kabul edilebilecek ya da reddedilmesi gereken roller için filan önerileri olur elbette ama bunlar “talimat” diye algılanmaz; uyup uymamak oyuncunun kendisine kalmıştır.
Çünkü oyuncular, menajerin işçisi değildir. Tam tersine menajer, geçimini oyuncunun gelirinden aldığı bir tür komisyon ile temin eder.
Yani aslına bakılırsa bu dava tam olarak “senin sözüne karşı benim sözüm” davası.
Eski Türkiye’de ceza yargılamasında işler böyle yürümezdi. Suçun şüphe götürmeyecek deliller ile ispatı gerekirdi.
Sanırım artık gerekmiyor; savcılar önceden kimin suçlu olduğuna karar veriyorlar, suç yoksa da uyduruveriyorlar.
Ergenç ve Kocaoğlu, mahkemede suçlu bulunurlarsa iki yıldan dört yıla kadar hapis cezasına çarptırılacaklar.
Benim önerim duruşmalara giderlerken kravat, takım elbise kombinasyonunu ihmal etmesinler.
“Mağdur olmuş pişman” rolü oynarlarsa ki ikisinin de bu rolün en alasını oynayabileceğini de biliyoruz, en azından cezanın alt sınırdan verilmesini sağlayabilirler.
Avukatlarla, hukukla filan uğraşmaya gerek yok.
Artık devir “karakuşi hukuk” devri.
* * *
Bahçeli’nin suyunu bulandırmayın!
Abdullah Öcalan için “PKK’nın kurucu önderi” tanımlamasını kullanabiliyor ama başkası “demokrasi” istiyor ve sorunun “Öcalan ile PKK’yı aşan tarihsel bir sorun olduğunu” söylüyorsa sinirleniyor. Galiba esas mesele kurdun, derenin aşağısında su içen kuzuyu yemeye karar vermesi ile ilgili |
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli
MHP Genel Başkan Yardımcısı İsmail Özdemir, “terörsüz Türkiye hedefinde görüşünü netleştirmediği sürece CHP ile temas kurmayacaklarını” açıkladı. Devlet Bahçeli’nin “iradesi bu yönde” imiş.
Özdemir’in bu açıklamayı yapmasının nedeni CHP Parti Meclisi Üyesi Ali Haydar Fırat’ın konuşması.
Devlet Bahçeli’nin böyle sinirlenmesine neden olan sözler acaba neydi diye merak ettim, Fırat’ın televizyonda söylediklerini T24’te okudum.
Fırat özetle “demokrasi” istemiş.
Belediye başkanı suçlu bulunup görevden alındıysa yerine kayyım atanmasın, seçim yapılsın gibi zaten ilgili kanunda olan önerilerde bulunuyor.
“Kürt meselesinin, düşünce özgürlüğünün, hak ve ifade özgürlüğünün yerleşikleştiği bir düzende kendisine bir daha taban bulmayacağını, bir daha şiddet iklimi yaratılmayacağını, insanların hak arama mücadelesinin gerekçesi olarak silaha sarılmayacağı öngörüsüyle yola çıkarak bunu söylüyoruz” diyor.
“Silah meselesinin, terör meselesinin bitmesi başlı başına tarihsel bir olaydır, bunun hakkını teslim ediyoruz ve diyoruz ki: Buna destek olacak birtakım süreçlerin de bir demokratikleşme sürecini de yaşama geçirmemiz gerekiyor diyoruz” diye anlatıyor.
Konuşmanın bütününe bakınca MHP liderini kızdıran ve CHP ile teması kesme kararı vermesine neden olan şeyin ne olduğunu anlamak zor.
Kendisi Abdullah Öcalan için “PKK’nın kurucu önderi” tanımlamasını kullanabiliyor ve bunu “bu bir gerçeklik, Türkiye bazı şeyleri aşmalı” diye izah edebiliyor.
Ama başkası “demokrasi” istiyor ve sorunun “Öcalan ile PKK’yı aşan tarihsel bir sorun olduğunu” söylüyorsa sinirleniyor.
Galiba esas mesele kurdun, derenin aşağısında su içen kuzuyu yemeye karar vermesi ile ilgili.
“Suyumu bulandırıyorsun” demesinin nedeni bu olmalı.