Türkiye’de bağımsız yargının tabutuna son çivi çakılalı hayli zaman oldu. Onun için Adliye’de yaşananlara artık hiç şaşırmıyoruz.
Ama homo sapiens tuhaf bir canlı türü. Her sabah uyandığında dünyanın yeniden kurulabileceğini zannediyor ama bunun gerçek olmadığını öğrenmek için öğlene kadar beklemesi de gerekmiyor.
Geçen gün “artistleri Gezi Parkı’na göndererek hükümeti devirmeye teşebbüs ettiği” iddiasıyla tutuklanan Ayşe Barım’ın avukatları, tutukluluk kararına itiraz haklarını kullandılar.
Sulh Ceza Hâkimi'nin verdiği tutuklama kararına itiraz Asliye Ceza Mahkemesi’ne yapılıyor.
İtirazı değerlendiren Asliye Ceza Hâkimi “şüpheliye yüklenen suçun vasıf ve mahiyeti, lehine olan tanık beyanları, aleyhine olan telefon konuşma kayıtları ve tüm deliller kapsamında suçun değişme ihtimali bulunduğu ve bu durumda ise tutukluluk kararının ölçülü olmayacağı” gerekçesiyle tahliye kararı verdi.
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, Barım’ın tahliyesi gerçekleşmeden bir üst mahkeme olan Ağır Ceza Mahkemesi’ne itiraz etti, mahkeme de tutuklamanın devamına karar verdi.
Bir yargıç tutuklama kararı veriyor, diğeri bunu uygun bulmuyor, öteki tekrar tutuklamaya karar veriyor.
Dışardan bakınca kanunlara uygun bir hukuki süreç gibi görünüyor. Ancak, yürürlükteki Türk Ceza Kanunu ve Ceza Muhakemesi Kanunu'nun mimarlarından Prof. Dr. Adem Sözüer, öyle düşünmüyor. Sözüer, avukat Hüseyin Ersöz'ün "CMK uyarınca verilen tahliye kararı kesin olmasına rağmen hangi kanuni düzenlemeye dayanılarak itiraz edildiğini ve nasıl tekrar tutuklama kararı verilebildiğini" sorgulayan görüşünü paylaşarak "olmayan kanun devreye sokularak tekrar tutuklama yapıldığını" açıklıyor!
Prof. Sözüer'in de işaret ettiği yasal duruma rağmen yaşanan gelişmeler üzerine Hâkimler ve Savcılar Kurulu Birinci Dairesi tahliye kararı veren hâkim hakkında inceleme ve soruşturma başlattı.
Gerekçe belli; Ayşe Barım hakkındaki tutuklama kararını kaldırması.
Anayasa’ya göre hâkimler, görevlerinde bağımsızdırlar ve Anayasa’ya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler.
Ceza yargılamasında vicdani kanaat “gerekçeye dayanan şüphe” ile ilgilidir.
Hâkimin “vicdani kanaati”, vicdanlı insan olmasından kaynaklanmaz.
“Vicdani kanaat”, Prof. Dr. Metin Feyzioğlu’nun aynı isimli kitabında yazdığına göre “aklın rehberliğinde ve hukukun çizdiği sınırlar içinde kalarak maddi olayın oluş biçimine ulaşırken şüpheye yer vermeyen bir kanaat” anlamına geliyor.
Nitekim hakkında soruşturma açılan Asliye Ceza Hâkimi, tahliye kararının neye dayandığını açıkça belirtmiş.
Barım’ın tutuklanmasına karar veren Sulh Ceza Hâkimi, savcının gönderdiği sevk evrakındaki telefon konuşması tutanaklarının yasa dışı dinleme olduğunu, “etki ajanlığı” diye bir suçun kanunlarımızda olmadığını bile dikkate almamış.
Savcının iddiasından hiç şüphe duymamış, şüpheyi ortadan kaldıracak kanıtları aramamış, boşlukları “akıl yürütmek yoluyla” doldurmuş.
Bunun için hâkimi eleştirebiliriz ama herhâlde hakkında soruşturma açılmasını gerektirmeyen bir durum. Çünkü itiraz yolu var.
Tahliye kararı veren Asliye Ceza Hâkimi'ni de bu kararı nedeniyle eleştirmek mümkündür elbette ama hakkında “ihbara dayalı” soruşturma açmak da ne demek oluyor?
AKP’nin hukuk düzeninde savcılar artık hâkimlerin amiri midir?
Hâkimler, savcının gönderdiği her sevk evrakında yazılana uymak zorunda mıdır?
Böyle bir şey artık zorunluluk hâline getirildiyse bu Anayasa’yı “tağyir, tebdil ve ilga” suçunu oluşturur.
Basitçe Anayasa’yı zorla ortadan kaldırmak, darbe yapmak anlamına gelir.
Aslına bakarsanız Türkiye’de uzun süredir hâkimler, yargı görevini yerine getirirken savcıların astı durumundalar.
Hukuk fakültelerinin kantinlerinde çaycılık yapan birisinin bile yazmaya utanacağı iddianameleri, HSK korkusuyla kabul etmek zorunda kalıyorlar.
Bir bölümü ise zaten partinin görevlisi olarak orada; onların derdi hukuk, delil vs. değil. Reis ne ister, onu memnun etmeye çabalıyorlar.
Ayşe Barım hakkındaki tutuklama kararının kaldırılması bir hâkimin kararıdır.
Bu yüzden hâkim hakkında soruşturma açılıyorsa, bundan sonra Ayşe Barım hakkında verilecek her aleyhte kararın gerekçesi hukuki değil, siyasidir.
Soruşturma açılması bütün hâkimlere şunu söylüyor: Savcının emrine uyun!
Uymazsanız hakkınızda soruşturma açılır, bir şey tuttururlarsa meslekten bile atılırsınız, kış ortası filan demeden ülkenin en ücra köşesine sürgün edilebilirsiniz.
Ziya Paşa bu kadarını düşünememiş, “Kâdı ola da’vâcı vü muhzır dahî şâhid / Ol mahkemenin hükmüne derler mi adâlet?” diye yazmıştı. (Yargıç davacı, mübaşir şahit olursa o mahkemenin kararına adalet denir mi?)
AKP’nin hukuk düzeninde savcı hem davacı hem hâkim hem şahit olabiliyor artık.