Mehmet Y. Yılmaz

30 Nisan 2020

Rejimin otokrat karakteri tescil edildi

Rejimin bugün kendisini diken üstünde hissederek baskıyı arttırmasının nedeni, Recep Tayyip Erdoğan için biçilen gömleğin, bir seçim gecesi bambaşka birisinin üzerine geçebilmesi ihtimalinin belirmiş olması

Bertelsmann Vakfı tarafından hazırlanan bir endekse göre Türkiye artık "ılımlı otokrasiler" arasında yer alıyor.

Türkiye için "de facto diktatörlük" tanımı da kullanılmış.

Araştırma dünya genelinde de demokrasinin zayıfladığını ortaya koyuyor.

137 ülke içinde 77. sırayı kapmış bulunuyoruz ve bu yeri de bileğimizin hakkıyla ele geçirmişiz. Notumuz 10 üzerinden 4,9.

Hukuk devleti ve demokratik kurumların istikrarlılığı konularındaki notumuz kendi ortalamamızın bile altında: 3,5 ve 3.

"De facto diktatörlük" tanımı bana sorarsanız biraz ağır kaçmış.

O noktaya varmak için iktidarın biraz daha çaba göstermesi gerekiyor!

Dünya yüzünde zaten "tam demokrasi" ya da "tam diktatörlük" diye tarif edebileceğimiz rejimler çok da yok.

Ülkelerin ezici çoğunluğu bu ikisinin arasında bir yerlerde konumlanıyor ve bizimkisi sevimsiz olan uca daha yakın.

Şimdi bunları söylüyorum diye itiraz ederler olacaktır elbette: "Türkiye, bir diktatörlük olsa sen bunları yazabilir misin" diye!

Ben de onun için zaten diktatörlük tanımını ağır buluyorum ama bu Türkiye’deki rejimin otokrat karakterini ortadan kaldırmıyor.

En belirgin özellik yasama gücü diye bağımsız bir güçten artık söz edemiyor oluşumuz.

Bunun en temel iki nedeni, siyasi partiler yasası ve seçim yasasının, bağımsız bir meclis oluşturmaya uygun olmaması.

Anayasa değiştirilirken Recep Tayyip Erdoğan’a göre bir gömlek biçildi ve o vakit de çok yazmıştım Siyasi Partiler Kanunu ve Seçim Kanunu’na dokunulmadı.

Bu milletvekillerini otomatik olarak parti liderlerinin "kaldır parmak – indir parmak askerlerine" dönüştürüyor ve Meclis, çoğunluk partisi liderinin iki dudağının arasında yasama faaliyetini yerine getiriyor.

Yargı ise hem doğrudan yürütme organının başı olan Cumhurbaşkanı’na bağımlı hem de dolaylı olarak Meclis çoğunluğu aracılığıyla yine aynı kişiye bağımlı.

Bütün güçler, tepede Cumhurbaşkanı’nın elinde toplanmış durumda ve zaten onun için de bu rejime otokrasi diyoruz.

Bu rejimin, endekse göre "ılımlı otokrat" konumundan, "fiili diktatörlük" konumuna evrim geçirmesi ise tahminlerimizin ötesinde çok kolay.

Denemelerini de yapıyorlar zaten: Hapisteki gazetecilere bakın. Bizim eski kıytırık demokrasimizde bile hiçbiri bu suçlamalarla hapiste olmazdı.

Artık yargı denetiminde, gerçekten serbest bir seçim yapabileceğimiz bile şüpheli. Son yerel seçimde yaşadıklarımızı, bir daha yaşamayacağımızın garantisi, bu yargı düzeninin içinde yok.

Seçildiği halde göreve başlatılmayanlar, görevden alınıp, yerlerine memur atananlar da cabası.

YÖK Kanunu’na bakın. Son yaptıkları düzenleme, Kenan Evren’in de, 28 Şubatçıların da aklına gelmemişti. Bu rejimin aklına gelmekle kalmadı, kanunu da bir gecede değiştiriverdiler. Bu bir şey anlatmıyor mu?

Ve rejimin bugün kendisini diken üstünde hissederek baskıyı arttırmasının nedeni, Recep Tayyip Erdoğan için biçilen gömleğin, bir seçim gecesi bambaşka birisinin üzerine geçebilmesi ihtimalinin belirmiş olması.

* * *

Test sayısını arttırın, gerçeği görelim

Sağlık Bakanlığı tarafından açıklanan veriler, gerçekten ümit verici.

Baştan söyleyeyim, ben rakamlarda olumlu yönde oynamalar yapıldığına inanmak istemiyorum.

Bunu söylediğimde, sevinen de var, şüpheyle kaşını kaldırıp "rakamlar gerçekten doğruyu mu söylüyor" diyen de!

Ve doğrusunu isterseniz şüpheci olanlara "hayır, boş yere şüphe ediyorsunuz" demek ne kadar çok istesem de dilim varmıyor.

Çünkü halktan bilgi saklamayı temel bir davranış biçimi haline getirmiş bir iktidar var.

Bu tavrı, iktidarın başka konularda halktan bilgi saklarken, bu konuda doğruyu söyleme olasılığını da azaltıyor.

Cep telefonumda Sağlık Bakanlığı’nın uygulaması var. Üç gün öncesine kadar oturduğum semt orta riskli görünüyordu, şimdi düşük riskli görünüyor.

Sırf politika öylesini gerektiriyor diye insan hayatıyla oynuyor olabileceklerine ihtimal vermek istemem.

Ancak düşen test sayıları da rahatsızlık verici.

Bugüne kadar testler, şikayet ile müracaat edenlere ve testi pozitif çıkanların temas etmesi olası kişilere uygulanıyordu.

Hasta sayısı azalınca, doğal olarak test sayısı da azaldı.

Ama dünyadaki örneklerden ve kendi Koronavirüs tarihimizden de biliyoruz ki test ne kadar az yapılırsa, hastalık da o kadar az çıkıyor ve bulaşı riski de o oranda artıyor.

Bilim Kurulu’nun, yeni bir parametre belirleyip, test sayısını yeniden arttırması hepimizin kendimizi daha güven içinde hissetmemizi sağlar.

Cumhurbaşkanı söz verdi diye salgın bitmeden, sınırlamalarda açılıma gidilmesinin bedelini kimse ödeyemez.

Hükümet, ekonomik endişelerle ve daha da gerçeği Hazine’nin tamtakır olması nedeniyle işçiler, memurlar ve esnafları içine alan "kısmi sürü bağışıklığı" politikası uyguladı.

Şimdi aynı gerekçeyle, adı konmamış daha geniş kapsamlı bir sürü bağışıklığı politikası uygulamayı aklınızdan geçirmeyin derim.

* * *

Koca Yusuf, bize de uğra!

Koca Yusuf uçağına maskeler, koruyucu tulumlar, solunum cihazları dolduruldu ve ABD’ye yardım olarak gitti.

Gazetelerde dünyanın değişik ülkelerine gönderilen yardım haberleri sıkça yer alıyor.

İhtiyaç fazlası malzemenin yardım olarak başka ülkelere gönderilmesi elbette iyi bir şey.

Yalnız şuna dikkatinizi çekeyim, Cumhurbaşkanı’nın, Trump’a yazdığı mektuptaki bir ifade can sıkıcı.

Cumhurbaşkanı, mektubunda "Kongrede ve basında Türkiye’nin değerini artık anlarlar" gibisinden bir söz söylüyor ki hoş olmamış.

Yardımı insani amaçlarla mı yapıyoruz, Kongre ve ABD basınını tavlamak için mi?

Bu mektupları kim yazıyorsa üzerinde biraz daha çalışılsın, bu "çiğ" tavır yakışmıyor.

Koca Yusuf göklerde her yere yardım taşırken, burada maske dağıtımındaki sorunlar hâlâ çözülmüş değil.

Ben ilk parti 5 maskeyi alabilen şanslı vatandaşlardanım. Ancak 10 günde 5 maske verilecekti, aradan geçti iki hafta hâlâ ikinci partiyi alabilmiş değilim.

Kendimi örnek veriyorum, "bana acil maske gönderin" diye değil ama, bildiğim bir örnek diye!

Bu konuda çok şikayet var.

10 günde 5 maske zaten yetersiz bir sayı ve o da doğru dürüst dağılmıyor.

Yardım malzemesi yapacak kadar bol maskemiz olduğunu, gazetelerde yardım giden ülkeler listelerinden görebiliyoruz.

Demek ki ortada bir beceriksizlik var.

Yürütme, her şeyi kendisi yapmak istiyor ama maske dağıtımının bile altından kalkamadı.

Bunun nedeni birinci yazıda sözünü ettiğim otokrasidir.

Her şey bir tek kişinin kararına bağlı ve artık alttaki kadrolar başlarına iş açılmasın diye yukarıdan işaret gelmedikçe kıllarını bile kımıldatmıyorlar.

Hani cumhurbaşkanlığı sistemi gelince Türkiye uçacaktı?

Türkiye’nin uçmasından vazgeçtim, maskeleri bile uçuramıyorlar.