AKP'nin 31. İstişare ve Değerlendirme Toplantısı Kızılcahamam'da yapıldı (Fotoğraf: AA)
AKP’nin Kızılcahamam toplantısında, Reis’in herkesi dinleyeceği ve seçim yenilgisinin nedenlerini keşfederek, gerekli değişiklikleri yapacağı ile ilgili bir beklenti vardı.
Bu kulis haberlerini hep tebessümle karşıladım.
Çünkü bu parti Adalet ve Kalkınma Partisi adını taşıyor olsa da esasen Recep Tayyip Erdoğan Partisi. Adının aslında böyle olması lazım: RTEP!
Bir başarı varsa bu Recep Tayip Erdoğan’a ait ve başarısızlıktan da kuşkusuz o sorumlu.
Kendisini iktisatçı zannetmeseydi, Türkiye’yi tek başına yönetebilecek ehliyet ve donanıma sahip olmadığının farkında olsaydı, çevresinde “sallabaşlar” toplayacağına gerektiğinde kendisini de eleştirecek çapta politikacıları tutabilseydi bu yenilgi de olmazdı.
Ama zaten o zaman da bugünkü Recep Tayyip Erdoğan da olmazdı.
Troçki, 1904’te yazdığı bir risalede Lenin’in parti anlayışını eleştiriyor ve o yolda gidilirse, “parti örgütünün yerini merkez komitesinin, merkez komitesinin yerini de bir diktatörün alacağını” söylüyordu. “Halk dilsizleşirken, komiteler, politikalar koyacak ve kaldıracak” diyordu. Aradan yıllar geçtikten sonra o partinin ve ülkenin, Stalin’in elinde nerelere gittiğini artık tarih kitapları yazıyor.
AKP’nin başına gelen de bundan farklı bir şey değil.
O partide artık bir tek kişi var: Recep Tayyip Erdoğan. Merkez Yönetim Kurulu da o, hükümet de o, milletvekili de o, il-ilçe başkanı da o.
Hatırlarsınız belki, Bekir Bozdağ, Ahmet Davutoğlu’nun yerine Binali Yıldırım’ın seçildiği kongrede bir konuşma yapmış ve şunu söylemişti:
“AK Parti, Tayyip’in partisidir ve var oldukça da Tayyip’in partisi olacaktır.”
Konuşmasını şöyle tamamlamıştı:
“Size sadakatle, açtığınız yolda, gösterdiğiniz istikamette bu kutlu yolda, yolculukta yürümeye azimle devam edeceğiz.”
Bekir Bozdağ, belki o an yağcılık yapmak endişesi içindeydi, bunu bilemem. Ancak bilerek ya da bilmeyerek o gün AKP’de bir tek adam kültünün oluştuğunu ve artık bunun kolay kolay değiştirilemeyeceğini söylüyordu.
Nitekim, toplumumuzun, bir sultana kul olma geleneğinden beslenen karizmatik ve otoriter lidere tapınma eğilimi, bu kez Recep Tayyip Erdoğan’ın şahsında vücut bulup, AKP’yi teslim aldı.
Aynı kongrede Erdoğan’dan gelen mesaj okunurken, bütün salonun İstiklal Marşı’nı dinler gibi ayağa kalktığını da hatırlayalım.
Mesajı okunurken ayağa kalkan o insanlar, Erdoğan’ın kendisi gelip o nutku okumaya kalksaydı ne yapacaklardı diye merak etmiştim.
Onun için Kızılcahamam toplantısından bir “değişim işareti” bekleyenlerin hayal kırıklığına uğraması çok normal.
Çünkü Erdoğan, herkesten daha iyi biliyor ki seçimdeki başarısızlığın asıl nedeni kendisi.
Ama kendi gücüne hayran her otokrat gibi, bu bildiği şeyi kendisine bile itiraf edemeyecek.
Ne yapacağına hâlâ karar verememiş olmasının bir nedeni de bu.
* * *
Aleniyet ilkesine ne oldu?
61 duruşmanın sürdüğü 10 yılda, bu dava nedeniyle nasıl bir kamu güvenliği ya da genel ahlak sorunu oluştu ki mahkeme salonunu bırakın, Adliye’nin kapısı kapandı? |
Yerine kayyım atanan Hakkâri Belediye Eş Başkanı Mehmet Sıddık Akış'a, 19 yıl 6 ay hapis cezası verildi
Hakkari’de görevden alınarak yerine kayyum tayin edilen Belediye Başkanı Mehmet Sıddık Akış’ın yargılandığı davada, milletvekilleri bile duruşmanın yapıldığı Adliye binasına alınmadı.
Adliye polis ablukasına alınmıştı, kimsenin içeri girmesine izin verilmedi.
19 yıl 6 ay hapis cezası verilen duruşma, Akış’ın yargılandığı davanın 61. duruşmasıydı. Dava 2014 yılında açılmıştı, 10 yıldır devam ediyordu.
Bu 10 yıl içinde, bu dava nedeniyle kamu düzenini bozucu eylemler yapıldığını, şiddet olayları yaşandığını da duymadık.
Anayasa’nın 141. Maddesi şöyle:
“Mahkemelerde duruşmalar herkese açıktır. Duruşmaların bir kısmının veya tamamının kapalı yapılmasına ancak genel ahlâkın veya kamu güvenliğinin kesin olarak gerekli kıldığı hallerde karar verilebilir. Küçüklerin yargılanması hakkında kanunla özel hükümler konulur. Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır. Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir.”
10 yılda 61. duruşmaya kadar geldiğimize göre mahkeme, Anayasa’nın “süratle sonuçlandır” talimatını zaten sallamamış, kararını ancak kayyum atandıktan iki gün sonra vermiş ama konumuz bu değil.
Mahkeme salonlarının kapısının herkese açık olması sembolik bir anlam taşıyor.
Bu, yargılamaya bir meşruiyet kattığı gibi kapalı kapılar altında dalavere çevrilmediğini de göstermek isteyen bir tutum.
Anayasa’ya göre mahkeme salonunun kapısının kapalı olması için genel ahlakın ya da kamu güvenliğinin bundan zarar görüyor olması lazım.
Bu örnekte ikisinden de söz edebilmek mümkün değil.
61 duruşmanın sürdüğü 10 yılda, bu dava nedeniyle nasıl bir kamu güvenliği ya da genel ahlak sorunu oluştu ki mahkeme salonunu bırakın, Adliye’nin kapısı kapandı?
Haberlere bakılırsa Adliye’ye giremeyenler arasında yargılanan sanığın avukatı bile var.
Böyle yargılama mı olur? Bunun adil bir yargılama olduğuna nasıl inanacağız?
Mehmet Y. Yılmaz kimdir?Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya'da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi parasız yatılı olarak Denizli Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden 1977 yılında mezun oldu Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara'da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi'nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini de bir süre yürüttü. 12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş'e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazete ve dergilerini yayınladı Askerlik görevini Kara Harp Okulu'nda tamamladıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları'nda mesleğe döndü. Gelişim Yayınları'nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu 1985 yılında Hürriyet'e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu'nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınladı. Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık'ın 1 Numara Yayıncılık'a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30'u aşkın derginin kuruculuğunu yaptı. 1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yılın sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda da Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü. 2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğü görevine getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grububu'nun CEO'luğu görevini üstlendi. 2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018'den itibaren T24'te yazmaya başladı. Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı", "Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma", "Aşktan Sonra Hayat Var Mı", "Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür" isimli kitapları yayımlandı. "Aşk Herşeyi Affeder mi" isimli uzun hikâyesi de kitap olarak yayınlandı. "Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci" olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ile futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor. |