25 Kasım Kadına Şiddete Karşı Mücadele Günü
İstanbul Valisi, dün İstanbulluların seyahat özgürlükleri de dahil olmak üzere Anayasa’nın teminatında olduğunu zannettiğimiz özgürlüklerini çaldı.
Vali, T.C. kanunlarını tanımıyor, daha önce bu konularda verilmiş çok sayıdaki AYM ve AİHM kararlarını yok sayıyor.
Dün, “Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele” günüydü.
Bu yazıyı yazdığım saatte polis henüz bu vesileyle bir toplantı ve gösteri yürüyüşü yapmak isteyecek kadınları dövmemişti. Akşam saatlerinden itibaren “bu eksiklik de giderilecektir” diye tahmin ediyorum.
Rabbim, Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü’nde kadınları devlet sopasıyla dövmeyi de memleketimin siyasal İslamcılarına nasip etti!
Bu gerçekleşmezse “halkı yanıltanın” ben değil, Vali ve emrindeki polis ordusu olacağını da söylemiş olayım.
Böyle düşünmemin nedeni önceki senelerdeki uygulamaları hatırlayacak kadar hafızamın kuvvetli olması.
Valiliğin, Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele Günü için düzenlenecek gösteri yürüyüşü de dahil olmak üzere tüm etkinlikleri iptal etmesi, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının temel haklarını kullanmalarının idari bir karar ile yasaklanması demek.
Kullanılması engellenen haklar arasında fikrini açıklama hakkı, protesto hakkı gibi temel haklar var.
Ve vatandaşların bu hakların kullanımı için validen izin almaya ihtiyacı da yok.
İdari makamlara bu amaçla yapılacak başvuruların nedeni gösteri ve yürüyüş hakkının özgürce kullanılabilmesi için gerekli önlemlerin alınmasını sağlamak.
Valilik, bu görevini yapmak için gerekli önlemleri alacağına vatandaşların haklarını kullanmalarını engelliyor.
Bununla da kalmıyor, İstanbul içindeki seyahat özgürlüğünü ve serbest ticareti de engelliyor.
Toplu ulaşım yasaklanınca vatandaşlar işlerinden evlerine nasıl dönecekler, seyyar satıcılar gibi günlük yaşayan insanlar geçimlerini nasıl temin edecekler, bölgedeki esnaf bir günlük kaybını nasıl karşılayacak?
Bunlar Valiliğin umurunda bile değil. Bununla ilgili bir tedbir aldığını kimse duymadı.
Valilik bu yasakları uygularken “güvenlik gerekçesinin” arkasına saklanıyor.
Bu önlemler alınmasaydı nasıl bir güvenlik sorunu çıkardı, bunu söylemiyor.
Emrinde bu kadar polis, bu kadar jandarma varken İstanbul’da güvenliği nasıl sağlayamıyor, merak ettim.
Bunca imkâna sahip bir Valinin, vatandaşların güvenliklerini sağlamak için müstemleke valisi gibi yasakçılık yapması inandırıcı değil, kusura bakmasın.
Bu, yasaklamanın arkasındaki kötü niyeti saklamak için uydurulmuş bir gerekçe.
Demokrasi – diktatörlük sarkacında ikinci uca hızla yaklaşıyoruz, valiliğin bu tutumu, bu durumun teyidinden ibaret.
Vatandaşların temel haklarını kullanmalarından korkmanın devlet yönetimine hâkim olmasının nedeni budur.
Otokratların en çok korktuğu şey halkın, haklarına sahip çıkmasıdır.
Çünkü demokrasilerde vatandaşların haklarını kullanmalarından korkulmaz, tam tersine teşvik edilir.
***
Aynı şeyi yapıp, farklı sonuç beklemek
Türkiye’de et fiyatları pahalı ve asla düşmüyor çünkü asıl olan yerli üretimi arttırabilmek ancak bu konuda herhangi bir atılım yapılamıyor. Et ve süt üreten çiftçilerin soyadı Cengiz filan olmadığı için ellerinden bir tutan da olmuyor |
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın uçağındaki gazeteciler
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Brezilya’dan dönerken yanında taşıdığı gazeteci süsü verilmiş maiyet memurlarına “vatandaş kırmızı ete beklediği fiyatlarla ulaşabilsin diye gerekirse süratle Uruguay’dan, Brezilya’dan büyükbaş hayvan ithalini yapalım talimatı verdim” dedi.
Biliyorsunuz Türkiye uzun süredir bir “talimat ülkesi.”
Orman yangınını söndürmeye gidenler bile böyle bir talimatla hareket ediyorlar. Sanki o talimat gelmezse, çay demleyip yangını seyredeceklermiş gibi!
Onun için “talimat ülkesi” diyorum, talimat verilmezse iş yürümüyor.
Cumhurbaşkanı tak diye talimat veriyor, bürokratları şak diye yerine getiriyor.
Kimse “aman efendim, o iş öyle olmaz” diye itiraz edemediği için de böyle bir ülkede yaşıyoruz.
Çünkü Cumhurbaşkanı’nın müktesebatı her şeyi bilebilmesine ve en iyisini yapabilmesine uygun değil.
Zaten dünya yüzünde böyle bir insan cinsinin bulunabilmesi de mümkün değil.
Onun için de tek kişinin ağzına bakan “talimat ülkelerinde” insanlar sıkıntı içinde yaşarlarken, bilgiye, istişareye önem verilen ülkelerde insanlar refah içinde yaşayabiliyorlar.
Bu “et ithalatı talimatı” da bu durumun tipik bir göstergesi.
Cumhurbaşkanı, bildiğimiz kadarıyla 14 yıl önce de böyle bir talimat vermiş, verdiği talimat yerine hemen getirilmiş; ithalat yoluyla et fiyatlarının düşürülebileceği zannedilmişti.
“Tarım yazarı” Ali Ekber Yıldırım’ın bildirdiğine göre Türkiye 2010 yılından beri Brezilya ve Uruguay’dan zaten ithalat yapıyor.
Ama et fiyatları da düşmek bilmiyor.
Geçtiğimiz yaz sonunda Atina’da sırf meraktan bir kasaba girdim, bir kilo dana bonfile bizim paramızla 500 liraydı. Aynı günlerde dana bonfile Türkiye’de 1500 liradan satılıyordu.
Yunanistan’da asgari ücretin 830 Euro olduğunu da hatırlatayım, bizim asgari ücretimiz ise dünkü kurdan 468,5 Euro!
Türkiye’de et fiyatları pahalı ve asla düşmüyor çünkü asıl olan yerli üretimi arttırabilmek ancak bu konuda herhangi bir atılım yapılamıyor.
Et ve süt üreten çiftçilerin soyadı Cengiz filan olmadığı için ellerinden bir tutan da olmuyor.
Et ve süt fiyatları üzerinde devlet baskı uygulamaya çalıştıkça hayvanlar erken kesime gidiyor, üretim düşünce fiyatlar yükseliyor.
Et ithal ederken Brezilya ve Uruguaylı çiftçiye verilen desteğin benzeri yerli üreticiye verilmiyor.
Einstein’a mal edilen ancak ona ait olmadığı bilinen bir söz var: Aynı şeyi deneyip, farklı sonuçlar elde etmeyi bekleyenlerle ilgili!
Bilenler bilmeyenlere söylesin ama ben söylemeyeceğim. Bu mevsimde Silivri soğuk olur diyorlar.
Mehmet Y. Yılmaz kimdir?Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya'da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi parasız yatılı olarak Denizli Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden 1977 yılında mezun oldu Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara'da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi'nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini bir süre yürütmektedir. 12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş'e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazetesi ve dergilerini yayınladı Askerlik görevi Kara Harp Okulu'nda yapıldıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları'nda mesleğe geri döndü. Gelişim Yayınları'nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu 1985 yılında Hürriyet'e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu'nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınlandı. Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık'ın 1 Numara Yayıncılık'a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucusu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30'u aşkın derginin kuruculuğu yapıldı. 1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yıl sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda ise Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü. 2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğüne getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grububu'nun CEO'luğu görevini üstlendi. 2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018'den itibaren T24'te yazmaya başladı. Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı", "Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma", "Aşktan Sonra Hayat Var Mı", "Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür" isimli kitapları yayımlandı. "Aşk Herşeyi Affeder mi" isimli uzun hikâyesi kitap olarak yayınlandı. "Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci" olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ile futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor. |