Mehmet Y. Yılmaz

10 Kasım 2020

Milleti adam yerine koymuyor!

Çok bilen, çok sorar, çok konuşur ki bu da bir otokrasinin tahammül etmesinin söz konusu olmayacağı bir duruma işaret eder. Yaşadığımız bu son olay, bunu açık seçik ortaya koyuyor

Dün, gün boyunca Saray'dan bir açıklama bekledik.

Sadece biz gazetecilerden ya da meraklı turşuculardan söz etmiyorum.

İş adamları var mesela. Yatırımcılar var, sanayiciler, tüccarlar.

Memurlar, işçiler var mesela, zaten üç kuruşla zar zor yaşıyorlar, bakan değişince hayatları da etkilenecek mi, merak ediyorlar doğal olarak.

Ama çıt çıkmadı.

Akşam saatlerinde heyecanlandık, partinin toplantısında belki bir açıklama yapılır diye.

Oradan da bir açıklama gelmedi.

Partinin sözcüsü öyle bir söz söyledi ki, filmlerdeki cenaze törenlerinden ezberlediğimiz "Tanrı verdi, Tanrı aldı" sözlerine benziyor:

"Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminde göreve getirme, görevden alma, istifayı kabul edip etmeme Sayın Cumhurbaşkanı'nın takdirindedir, uygun gördüğü takdirde görüşünü kamuoyuyla paylaşacaktır."

Sorun da zaten bu "uygun görme" fiilinden kaynaklanıyor.

Otokratik rejimlerde hayat böyle cereyan eder.

Otokrat, kimseye hesap vermez, açıklama yapmaz, tenezzül edip soruları yanıtlamaz.

Otokrat, halkın her şeyi bilmesini "uygun bulmaz"!

Sansür heyetleri filan bunun için var.

RTÜK neden sadece muhalif kanallara ceza yazıyor?

Niye bütün medya, müteahhit havuzlarıyla, avantajlı kamu kredileriyle el değiştirip, bir tek merkezden komut alır hale getirildi?

Çünkü otokrasilerde, halk, otokratın izin verdiği kadar bilgiye sahip olabilir.

Halkın neyi bilebileceğine ya da neyi öğrenmemesi gerektiğine karar verecek olan kişi otokrattır.

Halkın iyiliğini de zaten o düşünür, halkın lüzumsuz bilgilerle kafasının şişirilmesine gönlü razı gelmez.

Halk, ne kadar az bilirse, otokrat için o kadar iyidir.

Çok bilen, çok sorar, çok konuşur ki bu da bir otokrasinin tahammül etmesinin söz konusu olmayacağı bir duruma işaret eder.

Yaşadığımız bu son olay, bunu açık seçik ortaya koyuyor.

Ve artık gizlenemeyecek, bir başka gerçek daha var:

Erdoğan rejiminin, kendisine oy vermeyenleri adam yerine koymamasına alışmıştık ama artık açık seçik ortaya çıkmış bulunuyor, kendi seçmenini de adam yerine koymuyor.

* * *

Krizi yönetemeyen, aciz bir Saray

Normal olarak "istifa" diye tanımladığımız şey, tek taraflı bir eylemdir. Ben çok istifa ettim, biliyorum.

İstifa edersiniz, çekmeceleri toplar, uzarsınız.

"Kabul edecek mi, etmeyecek mi" diye bekliyor ve "kabul etmedim" denilince "peki, kalıyorum o zaman" diyorsanız, başka hesaplar içindesiniz demektir.

Onun için istifa edecek olan, hele Erdoğan rejimi gibi bir ortamda iki kere düşünmelidir.

Çünkü istifa etmek, o yüce otoriteye isyan anlamına gelir ki, otorite bunun yol olmasından korkar.

Ve artık aile içinde olaylar nasıl yaşandıysa, belli ki istifanın geri çevrilmesi de mümkün olmadı.

"Aile içinde neler yaşandıysa" vurgusunu özellikle yaptım.

Böyle bir şey, gerçek bir demokraside rastlanabilecek bir durum değil.

Bakan, bakanlık görevinden istifa ediyor, kabul edilmesi ya da geri alınması, aile arasında, muhtemelen akşam yemeğinde masada konuşuluyor.

Nitekim, Albayrak'ın açıklamasından 27 saat sonra, 'istifanın tek taraflı bir eylem olduğu' da rafa kaldırılarak, 'Albayrak'ın görevden af talebinin Cumhurbaşkanı tarafından kabul edildiği'' buyuruldu!

Orta Asya, Afrika, Orta Doğu diktatörlüklerinde de böyle yaşanır.

Çok şükür şimdilik o noktada değiliz ama belli ki "mek parmak" uzaktayız.

Öte yandan ortaya çıktı ki, her şeye hakim görüntüsü veren, herkese tepeden bakan bu Saray, bir krizi bile yönetebilmekten aciz.

Aradan 24 saat geçmiş. Engelleyemediği olumsuz bir gelişmeyi, lehine çevirebilecek zeka kıvraklığından bile yoksun olduğu anlaşılıyor.

Bunun da nedeni tek adam yönetimidir.

Bu tür yönetimler, kendi başına karar verebilen, olaylar üzerinde fikir yürütme becerisini haiz insanları istihdam etmezler.

Onların aradığı, yukarıdaki tek adamın söylediklerini eksiksiz yerine getirmeye çalışan robotlardır.

Robotlar, patron talimat verince bıyık bırakabilirler ama patron onlardan düşünmelerini istemediği için, bu tür durumlara çare üretemezler.

Ne diyeyim, Damat Bey'e katılıyorum: Allah sonlarını hayreylesin!


* * *

Bu işte bir avanta var ama

Sayıştay'ın bir raporu dün Karar gazetesinin manşetindeydi: Köprü, otoyol, tünel, hastane, havalimanı gibi projelere verilen Hazine garantisi nedeniyle 2014-2019 yılları arasında müteahhitlere toplam 61 milyar 719 milyon lira "kur farkı" ödenmiş.

Gazete, bu parayla 14 Avrasya Tüneli inşa edilebileceğini hesaplamış.

Hatırlarsınız, "kamu-özel işbirliği" diye cilalanan "yap-işlet-devret" modeli, "milletin cebinden para çıkmadan büyük yatırımların yapılmasına olanak sağladığı gerekçesiyle" halkımıza pazarlandı.

Hesaplar doğru yapılmış olsaydı, bu söyledikleri gerçek olabilirdi tabii.

Ancak belli ki hesaplar Kütahya-Afyon-Uşak Havaalanı gibi yapılmış.

Sistem, müteahhitlerin cebinin dolması üzerine kurulmuş, bu çok açık görünüyor.

Bu işler basit mühendislik hesaplarına dayanır.

Diyelim ki otoyol yaptıracağız: Bugünkü trafik şu kadar araç, ekonomi bu kadar büyüdüğüne göre on yılda bu kadar araç bu yolu kullanır, çarp, böl, bir rakam ortaya çıkar.

Bunların buldukları rakamlar, bu hesaba uymuyor. Çarpsan da, kare kökünü alsan da acayip bir durum var.

Şunu merak ediyorum: Bunlar basit mühendislik hesaplarını yapmaktan aciz olmalarından mı kaynaklandı?

Yoksa bilmediğimiz ortaklıklar, siyasetin ihale ile finansmanı, medyanın tek tipleştirilmesinin maliyetini halka yıkma çabası mı söz konusu?

Belli ki ortada büyük bir avanta dönüyor.

Önümüzdeki seçimde, iktidar değişirse, bu avantayı kimin aldığını da, kimin verdiğini de öğrenmek mümkün olacaktır.

Yoksa bir beş yıl daha bekler ve 20-25 tünel parası daha kaybederiz.