Mehmet Y. Yılmaz

19 Mayıs 2020

Millete mi güvenemiyorsunuz, kendinize mi?

Bir yandan yeni siyasi partilerin milletten ilgi görmeyeceğini söylüyorlar, diğer yandan bunların seçime girmemesi için kanunları değiştirmek için harekete geçiyorlar. Niye?

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Siyasi Partiler Kanunu’nun (SPK) ve Seçim Kanunu’nun (SK) değişmesini istiyor.

Bunun nedeni, bu iki kanunun aksayan yönlerini düzeltmek değil.

Bir baskın erken seçim durumunda, yeni kurulan partilerin (Ahmet Davutoğlu ve Ali Babacan tarafından kurulan partiler) seçime girebilmelerini önlemek!

Zaten talebin sahibi Devlet Bahçeli olunca demokratik bir çıkış beklemememiz gerektiğini biliyoruz.

Geçmişte kalan parlamenter sistemin en önemli sorunu, parlamentonun böyle bir sistemde kendisinden beklenen görevi yerine getiremiyor olmasıydı.

Bugünkü başkanlık sisteminin en önemli sorunlarından biri de yine bu.

Milletvekillerinin seçim usulleri, yasama yetkisini demokratik bir düzende bağımsız olarak kullanabilecek bir Meclis oluşturulmasını engelliyor, güçler ayrılığı ilkesini sakatlıyor.

Yasama, yürütmenin bir organına dönüşüyor.

Yüksek barajlı seçim sistemi de temsilde adaleti engelliyor, seçmen iradesinin tam olarak Meclis’e yansımamasına yol açıyor.

SPK ve SK değiştirilecek ise öncelikle bunun için değiştirilmeli.

Ama hayır, Devlet Bahçeli’nin istediği bu değil.

Çünkü bunu talep ettiği vakit, en başta kendi partisi içinde kendi konumunu tehlikeye atacağının farkında.

Yakın geçmişte İyi Parti’nin kurulmasıyla neticelenen MHP içindeki iktidar mücadelesini Erdoğan’ın yargıda sağladığı destek ve SPK’nın anti demokratik hükümleri sayesinde kazanabildiğini bizlerden iyi biliyor olmalı.

Ağızlarını her açtıklarında milletin oyuna saygı gösterilmesinden söz ediyorlar ama milletin önüne bir seçenek olarak yeni kurulan – kurulacak partilerin konulmasını da istemiyorlar.

Bir yandan yeni siyasi partilerin milletten ilgi görmeyeceğini söylüyorlar, diğer yandan bunların seçime girmemesi için kanunları değiştirmek için harekete geçiyorlar.

Niye? Millete mi güvenemiyorlar, kendilerine mi?

* * *

Güce boyun eğmeyen kahramanlar

Size şimdi anlatacağım iki tarihi olayın kaynağı, eski Yargıtay Başkanı Recai Seçkin’in 6 Eylül 1960 günü adli yıl açılış töreninde yaptığı konuşma.

Fatih’in elleri kesilecekti

Fatih Sultan Mehmet, Bizanslı bir mimardan bir bina yapmasını ister. Direklerin uzunluklarına kadar ayrıntıları mimara verir. Mimar, bu ölçüleri mimariye aykırı bulur, biraz kısaltır. Öfkelenen Fatih, mimarın ellerini kestirir. Elleri kesilen mimar, Fatih’i kadıya şikayet eder.

Duruşmada Fatih, Bizanslı mimar ile eşit olmadığını göstermek için yüksekçe bir yerde oturmak ister, kadı buna izin vermez. Bizanslı mimar ile Fatih, aynı sırada otururlar.

Yargılama sonunda kadı, Fatih’in mimarın ellerini haksız yere kestirdiğine karar verir ve ceza olarak Fatih’in de ellerinin kesilmesine karar verir.

Fatih’in ellerinin kesilmesini önleyen şey, mimarın yüklüce bir tazminata razı gelmesidir.

O Kadı kimdi, ismi neydi, bilmiyorum.

Acaba Osman Kavala’yı, uydurulmuş bir suçlamayla 931 gündür hapishanede tutan hakim ve savcılar biliyor mudur?

Kim bilir, onlar duymadıysa bile belki HSK Başkanı biliyordur. Telefon numaram vekilinde var, bana bir mesaj atarlar mı acaba?

Şan – ı sadakate layık karar

Namık Kemal’in tutuklu olarak yargılanacağı mahkemenin başkanı Abdüllatif Suphi Paşa’dır.

Sultan Abdülhamit, kız kardeşinin eşi Damat Celalettin Paşa’yı, Suphi Paşa’ya gönderir. Amacı "mahkemeden şan –ı sadakate layık bir karar çıkması" yani Namık Kemal’in mahkûm edilmesi için mahkeme başkanını uyarmaktır.

Suphi Paşa ve mahkeme heyeti Padişah’ın bu dileğini dikkate almaz. Namık Kemal hakkında beraat kararı verilir.

Bunun üzerine mahkeme başkanı Suphi Paşa’nın kızı, babasına sorar: "Hünkardan korkmadınız mı?"

Paşanın cevabı şöyle olur: "Öyle bir hakim ve öyle bir sultan var ki huzuruna yarın Hünkar da ben de beraber çıkacağız; işte ben yalnız o Hünkar’dan korkarım."

Namık Kemal’in bu beraat kararından aylar sonra hapisten çıkarılarak 5 bin kuruş maaş ile Midilli Mutasarrıflığı’na tayin edildiğini, Danıştay üyeliğinden kaynaklanan birikmiş maaşlarının ödendiğini de hatırlatayım.

Sultan Abdülhamit’in bu kararı Yüce Divan’a götürmeyerek, sineye çektiğini de!

* * *

Eski Yargıtay Başkanı rahmetli Recai Seçkin’in konuşmasında anlattığı bu tarihi olayları Taha Akyol’un yeni yayımlanan "Onlar da Kahramandı – Güce Boyun Eğmediler" isimli kitabından aktardım. (Doğan Kitap)

Taha Bey, "kahraman kim" sorusuyla başladığı bu kitabında, güce karşı inandığını savunmaktan vazgeçmeyen, "fazilet kahramanlarını" anlatıyor.

Eski Yargıtay Başkanı Recai Seçkin, size aktardığım bu iki tarihi olaya da yer verdiği konuşmasını, 27 Mayıs darbesinden 3 ay sonra, darbenin güçlü askeri liderlerinin önünde yapmış.

Kitabı okuduktan sonra şöyle düşündüm:

Tarihin özel anlarında, muktedire "hayır" diyebilmek, bir milletin yüzyıllar süren yürüyüşünde son derece önemli.

O "hayır"ın maliyeti, o gün için söyleyene çok ağır olabiliyor elbette. Ama tarih, o "hayır" sözcüğüne ve söyleyene hak ettiği değeri önünde sonunda teslim ediyor.

Evde kapalı kaldığımız şu günlerde, gönül rahatlığıyla okumanızı önerebileceğim bir kitap bu.

* * *

19 Mayıs ve Sultan Vahdettin

Sabah gazetesi, dün ikinci sayfasında 19 Mayıs’ın yıl dönümü nedeniyle yayımladığı haberde bir de foto kolaja yer verdi.

Kolajda başta Atatürk olmak üzere, İsmet İnönü, Fevzi Çakmak gibi Kurtuluş Savaşı kahramanlarının yanı sıra Sultan Vahdettin ve Damat Ferit Paşa’nın fotoğraflarına da yer verilmiş.

Kuşkusuz ki bunun nedeni cehalet değil.

Akılları, fikirleri hâlâ Dürrizade’de!

Dürrizade, Kurtuluş Savaşı kahramanlarının öldürülmesini emreden o fetvayı Vahdettin’in emriyle verdi.

Fesli Deli Kadir’den tek farkları, Fesli, dürüstçe inandığını söylerken, havuzcuların sinsice numaralar içinde olmasından ibaret!

19 Mayıs kutlu olsun!