Mehmet Y. Yılmaz

21 Ekim 2020

Mehterle gitti, Dombıra'yla dönüyor

Ne oldu? Bayrak tehlikede mi? Vatanın bağrına düşman kanlı hançerini mi dayadı? Gök kubbede artık ezanlar yankılanmayacak mı?

Mart ayının ikinci günüydü, Cumhurbaşkanı, Esenboğa Havaalanı'nda STK temsilcilerini kabul etmiş, şunu söylemişti:

"Türkiye'nin Suriye'de yürüttüğü mücadelenin vatan topraklarımızı ve özgürlüğümüzü koruma, bayrağımızı ve ezanımızı yaşatma, geleceğimize sahip çıkma mücadelesi olduğunu bir kez daha teyit etmiş bulunuyoruz."

Hafızanızı zorlarsanız, bu sözlerin 36 askerimizin İdlib'de şehit düşmesinden 4 gün sonraya denk geldiğini de hatırlayabilirsiniz.

Şubat ayının son iki haftasında Erdoğan rejiminin estirdiği rüzgarlara bakarsanız ülkemiz, bayrağımız ve hatta ezan bile beka sorunu yaşıyordu.

Suriye rejimi, Rusya'nın da desteğiyle İdlib'deki cihatçı gruplara karşı harekete geçtiğinde, Suriye'de kurduğumuz bazı gözlem noktaları, Suriye ordusunun kuşatması altında kalmıştı.

Suriye ordusundan, askerlerimizi koruyan ise Rus askeri polisiydi!

12 Şubat günü Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun, Twitter'dan şu açıklamayı yapmıştı:

"Soçi mutabakatı kapsamında şubat ayının sonuna kadar rejimi İdlib'deki gözlem noktalarımızın dışına çıkarmaya kararlıyız. Bunun gerçekleştirilmesi için de havadan ve karadan askeri gücümüzü harekete geçireceğiz."

26 Şubat günü Erdoğan, partisinin grup toplantısında konuşuyordu:

"Talebimiz, rejimin saldırılarını bir an önce sona erdirip, Soçi Muhtırası sınırlarına, yani gözlem noktalarımızın gerisine çekilmesidir. Rusya, maalesef bu insani hassasiyeti bir türlü kabul etmek istemiyor ama gözlem, gözetleme kulelerimizi kuşatma altına alanlara verdiğimiz süre doluyor. Gereği neyse bu gözetleme, gözlem kulelerimizi bu defa kuşatmalardan öyle veya böyle bu ay sonuna kadar kurtarmanın planlaması içindeyiz."

2 Mart'ta da şunu söyleyecekti:

"Yaşananlardan ibret almayanların bizi hâlâ gözlem noktalarımıza saldırmakla tehdit etmeleri, akıllarının başlarına gelmediğine işaret ediyor. Şayet bir an önce Türkiye'nin belirlediği sınırların dışına çıkmazlarsa, bir süre sonra omuzlarının üzerinde o başlar da kalmayacak."

Ve dün öğrendik ki Türk silahlı Kuvvetleri, Suriye ordusunun kuşatması altında bulunan gözlem noktalarını terk etmeye başlamış.

Reuters haber ajansının, bölgedeki kaynaklara dayandırdığı haberine göre, Türkiye geçen yıl Suriye ordusunun kuşatması altında kalan Morek kasabasındaki dokuzuncu gözlem noktasında konuşlu askerlerini geri çekmeye başladı.

Ne oldu?

Bayrak tehlikede mi?

Vatanın bağrına düşman kanlı hançerini mi dayadı?

Gök kubbede artık ezanlar yankılanmayacak mı?

7 ayda ne değişti de Mehter Marşı ile gittiğimiz gözlem noktalarından, Dombıra ile geri dönüyoruz?

* * *

Amaçları ne acaba?

Cumhurbaşkanı'na hakaret ettiği gerekçesiyle hakkında soruşturma açılan vatandaşlarımızın sayısı mart ayındaki sayıma göre 100 bin sınırını geçmişti.

Soruşturma sonucunda açılan dava sayısı da 30 binin üzerinde.

Öyle görünüyor ki 2023 yılı haziran ayına kadar savcılarımız bu rekoru daha da geliştirip, bir daha kırılamaz hale getirmek için seferber olmuşlar.

En son olarak CHP Grup Başkan Vekili Özgür Özel hakkında, Cumhurbaşkanı'na hakaret ettiği gerekçesiyle fezleke düzenlendi.

TBMM dokunulmazlığını kaldırırsa, yargılanacak.

Cumhurbaşkanı bu durumdan hoşnut mudur, bilemiyorum.

Onun yerinde olsam "Dünyanın En Çok Hakaret Edilen Politikacısı" unvanını taşımak istemezdim.

Özgür Özel hakkında dava açılmasının nedeni, Cumhurbaşkanı'ndan bir vesileyle söz ederken "topal ördek" benzetmesi yapması.

Savcı bey hangi dünyada yaşıyor bilemiyorum ama "topal ördek" tanımlaması bir hakaret ifadesi değil. Böyle söylediğimiz zaman birisine "ördek" demiş olmuyoruz.

Amerikan siyasi jargonundan kaynaklanan bir tanımlama bu.

ABD Başkanları, iki durumda "topal ördek" olarak tanımlanıyorlar: Senatoda çoğunluk rakip partiye geçtiğinde ya da Kasım'da seçimi kaybedip, Ocak'ta görevi devredene kadar geçecek süre içinde.

Oradan mülhem, Türkçede de "yetkisini kaybetmiş, kullanması kısıtlanmış yönetici" anlamında kullanılıyor.

Savcı bütün bunları bilmiyor olamaz, o kadar dünyadan uzakta olduklarını düşünemiyorum.

Peki böyle sudan sebepleri bahane edip niye dava açıp duruyorlar? Üstelik bu kez fezleke düzenlenen kişi milletvekili!

Cumhurbaşkanı da bir düşünsün derim: Savcılar, böyle davaların sayısını arttırarak ne yapmak istiyorlar? Amaçları ne?

* * *

Rüşvet mi, siyasi baskı mı?

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı'nın hesaplarını inceleyen Sayıştay, 37 şirketin tüketicilerden tahsil ettikleri Elektrik Enerjisi Fonu'nu (EEF) devlete hiç yatırmadığı, 7 şirketin ise eksik yatırdığı tespit etti.

2019 yılında 830 milyon lira EEF tahsilatı yapılmış ancak bunun ne kadarının şirketler tarafından "iç edildiği" belli değil.

2017 ve 2018 yıllarında da 83 şirket, tahsil ettiği EEF tutarlarını devlete ödememiş.

Tahmin edebileceğiniz gibi bu şirketlerin hangileri olduğu da sır!

Bu bir tek şekilde olabilir:

Bu paranın, devletin hesabına yatırılıp yatırılmadığını takipten sorumlu kamu görevlileri işlerini yapmayı ihmal ederlerse!

Bazıları yatırıp, bazıları yatırmadığına göre bu ihmal, özel bir müşevvikten kaynaklanıyor olmalı.

Bu rüşvet midir, siyasi baskı mıdır, onu ben bilemem.

Savcılarımız, hakaret davalarından başlarını kaldırıp biraz da bu işlere baksalar, sebebini kolayca bulabilirler aslında.

Her ne sebeple olursa olsun bu tür işler, devlette çürümeye, yolsuzlukların başını alıp gittiğine ve kimsenin bu nedenle cezalandırılmaktan korkmadığına işaret eder.