Dün Yüksek Seçim Kurulu’nun, Büyükçekmece ile ilgili itirazı görüşeceği ile ilgili haberi okuyunca “tamam, bu yılan hikâyesi de artık burada böylece bitiyor” demiştim.
Akşama doğru bununla ilgili yeni bir haber geldi: YSK, Büyükçekmece ile ilgili itirazı görüşmeyi erteledi!
Niye gündeme almışlardı, niye ertelediler, bilemiyoruz. Kim bilir, belki de “üç harfli iyi saatte olsunlar” işin içine karışmıştır.
Ama bunun çok da normal olmadığını söyleyebilirim.
Çünkü, itiraz yapıldığına göre bununla ilgili dosya tamamlanmış olmalı. Yani itiraz edenin, niye itiraz ettiğine ilişkin bir dilekçe ve bu dilekçeye eklenmiş kanıt ya da kanıtlar!
YSK’nın görevi, seçim sonuçlarını hızla almak, itirazları süresi içinde hızla görüşmek ve zaman geçirmeksizin seçim sonuçlarının gereklerini yerine getirmektir.
Çünkü seçilmiş bir yöneticinin göreve başlamasını engellemek, ortada yasal bir gerekçe yokken geciktirmek normal bir durum değildir.
Madem itiraz yapılmıştır, YSK’ya düşen bu itirazı hemen değerlendirmek, gerekirse sabaha kadar tartışmak ve sonuçlandırmaktır.
“Bugün dişim ağrıyor, itirazlara yarın bakarız” demek gibi bir lüksü olamaz.
Geçenlerde seçim yerine futbol maçı, hakim yerine hakem olsaydı, Erman Toroğlu bu maçı değerlendirirken “hakemin kaşı, başı oynuyor” derdi diye yazmıştım.
Tabii şimdiki görüntü şu: Maçı yöneten hakem, “çişim geldi” diye maça ara veriyor!
Bu olacak iş midir?
İki olasılık aklıma geliyor:
1 – YSK, bu itirazı geri çevirecek ve İstanbul seçiminin sonuçlandığını ilan ederek Ekrem İmamoğlu’na mazbatayı verecek. Bu durumda Reis’in öfkesinin nelere mal olacağını kestiremedikleri için top çeviriyorlar, “biraz daha erteleyelim, belki Reis’in öfkesi yatışır” diye itirazı sonuçlandırmıyorlar.
2 – İtirazı kabul edip, seçimi iptal edecekler ama bir yandan da daha önce söyledikleri sözler ve verdikleri kararlar nedeniyle buna bir türlü elleri gitmiyor. “Biraz daha beklersek hem utanma duygumuzu yeneriz, hem de kamuoyu iptale biraz daha hazırlanmış olur” diye düşünüyorlar.
Bu ikisinden başka bir gerekçe aklıma gelmiyor. Daha doğrusu geliyor da ihtimal vermek istemiyorum. O da şu olabilir:
AKP itiraz etti ama ilk incelemede sunduğu kanıtlar iptal için yeterli görülmedi, “gidin biraz daha belge, bilgi toplayın da öyle gelin” diye AKP’ye üstü örtülü ek süre verdiler!
Doğrusunu isterseniz, bu söylediklerim nedeniyle kendimi iyi de hissetmiyorum ama YSK gibi bir kurumu bu duruma düşüren de ben değilim.
Hangisi olursa olsun, şunu merak ediyorum: Koskoca yüksek yargıçlar ne oldu da bu hâllere düştüler?
Kendileri mu bundan utanmalı, onları bu hâle düşüren mi kendisinden utanmalı?
Bu bir anayasal kurum. Demokrasimizin olmaz ise olmazlarından biri olan serbest seçimleri bu kurum yönetiyor ve ona güvenmez isek demokrasiden nasıl söz edebileceğiz?
AKP, iktidarda geçirdiği süre boyunca bu devletin kurumlarının önemli bölümünü tahrip etti. Ordunun, polisin, Adliyenin ne hâllere düştüğünü gördük.
Öyle görünüyor ki kurbanlardan biri de YSK olacak.
İyi ama bütün kurumları tahrip edilmiş bir devlet, “ilelebet nasıl payidar olacak”? Kurumları tahrip edilmiş, işlemez hâle gelmiş bir devlet, beka sorunu yaşamayacak da bizim Kale kafe mi beka sorunu yaşayacak?
***
Çantaları satalım, tasarrufu ihmal etmeyelim
Cumhurbaşkanı’nın eşi Emine Hanım, bir süredir “sıfır atık” konusunda öncülük yapıyor, tasarrufu teşvik ediyor.
Ancak Saray, harcamaya doymayan tek gözlü bir dev gibi sanki!
Cumhurbaşkanı’nın eşi en son Ürdün’de “yerel Davos”ta konuştu, gençlere öğüt verdi:
“İsrafı bir yaşam biçimi hâline getirmeyin. Hele de dünyanın bir yarısında çocuklar temel ihtiyaçları olan kıyafetleri bile bulamazken bu bize yakışmaz.”
Emine Hanım bu sözleri geçtiğimiz Cumartesi günü söyledi.
Çarşamba günü de internet sitelerinde ve bazı gazetelerde şu haber vardı: “Cumhurbaşkanlığı’na 25 yeni araç alınacak. Araçların siyah, lacivert ya da metalik renkte olması istendi.”
Araçlardan 6’sı yabancı olacak, yani Mercedes, Audi, BMW filan.
TBMM de daha yeni 60 araç almıştı, 10 tane daha ısmarladı. Onların da bir bölümü böyle havalı araçlardan oluşacak.
Bizim bürokratlarımız ya da politikacılarımız yerli ve milli araçlara binemiyorlar.
Oysa Türkiye’de üretilen şahane otomobiller de var.
Seçmenleri Doblo ile mutlu mesut gezebilen bir iktidarın temsilcileri neden böyle araçlara binemiyorlar?
Binerlerse boncukları düşüyor galiba!
Ya da pahalı otomobillere binmezlerse adam yerine konmayacaklarını mı düşünüyorlar?
Bilemedim ama Emine Hanım’a bu durumu duyurmak istedim, kendisinden saklanmış olabilir bu israf!
Bir de aklıma şu geldi: Devlet erkânının eşlerinin Hermes, LV ve Chanel’lerini açık arttırmayla satsak, elde edilen gelir ile Emine Hanım’ın sözünü ettiği “en temel ihtiyaçlarını bile karşılayamayan çocukların” en temel ihtiyaçlarını karşılasak nasıl olur?
Ne dersiniz?
Nasıl olsa hayatınızın uzun bölümünde bu çantaları kullanmadan da yaşayabildiniz, yine yaşayabilirsiniz. Hem kazanacağınız sevap da yanınıza kâr kalır!
***