CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, bir yandan “helalleşme” yolculuğuna çıkarken diğer yandan da 19 ay sonra yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimi için “aday tarifi” de yapıyor.
Lafı eğip bükmeden söyleyeyim: Kılıçdaroğlu aslında kendisi aday olmak istiyor.
Bunu şu anda açıkça söyleyemediği ya da söylemeyi tercih etmediği için de İstanbul ya da Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlarının neden aday olmamaları gerektiğini de açıklıyor.
Çünkü Belediye Meclislerinde Millet İttifakı çoğunluğa sahip değilmiş; AKP – MHP çoğunluğu kendilerinden birini belediye başkanı seçermiş!
Kemal Kılıçdaroğlu gerçekten naif bir politikacı. Türkiye’de çok uzun yıllardır iş yapan şeytan politikacı tipine pek benzemiyor.
Onun için de böyle komik gerekçelerle adaylığı için yol açabileceğini düşünüyor.
Bir film olsa tebessüm edebilirdik ancak bu bir film değil ve Türkiye çok kritik bir dönemece giriyor.
Bu dönemeçte küçük siyasi hesapların yeri olmamalı ancak burası Türkiye ve hayatlarımız bu küçük hesaplar üzerinden şekilleniyor.
Şu anda herkesin maniple ettiği araştırmalar havada uçuşuyor.
Ancak ciddi her araştırma gösteriyor ki Erdoğan’ı yenebilecek iki kişi var: Biri Ekrem İmamoğlu diğeri Mansur Yavaş.
Bir üçüncü aday da elbette Erdoğan’ı yenebilir ancak bunun Kemal Kılıçdaroğlu olamayacağı çok açık.
Ancak belli ki partisi içinde bir kesim Kılıçdaroğlu’nu bu işe ittiriyor.
Bu da normal. Çünkü bizim siyasi parti düzenimizde, bazı kişilerin siyasette kalabilmeleri bir kliğin içinde kalabilmeleriyle mümkün ve o klikler geleceklerini Kılıçdaroğlu’nun adaylığında görüyorlar.
Kılıçdaroğlu’un seçilme şansının zayıf olduğunu kuşkusuz ki onlar da biliyor.
Bu onlar için önemli değil. Küçük bir dükkân da olsa, o dükkânda tezgâhta olmak gibi bir dertleri var.
Kılıçdaroğlu da olanca naifliğiyle bu politik dümenin içinde kalmış diye düşünüyorum.
Farkında olmadığı şey, bugünkü veriler 19 ay sonra da geçerliliğini koruyorsa asla seçilemeyeceği gerçeği.
Aslına bakarsanız, bu süreçte muazzam bir politik stratejist olduğunu da ortaya koydu.
Yenilmez gibi görünen Erdoğan’ı büyükşehir belediye seçimlerinde hezimete uğratabilmesi böyle mümkün oldu.
Kuşkusuz ki bu söylediklerime sinirlenecektir ancak şunu söyleyeyim ki çevresini sarmış “strateji dehalarından” biraz uzaklaşsın.
Tarihe nasıl geçecek, bir an olsun onu düşünsün.
Türkiye iki seçim yapacak.
Bir Cumhurbaşkanı seçecek, bir de o Cumhurbaşkanı’nı belli alanlarla sınırlı olmakla birlikte denetleyip, dizginleme yetkisine sahip bir Meclis seçecek.
Birincisi adaylara bağlı olarak nispeten garanti bir seçim gibi görünüyor ancak ikincisi kimse için çantada keklik değil.
Bu “helalleşmek” gibi fantezilerle kazanılacak bir seçim değil.
Gelir dağılımı bozulmuş, işçisi, köylüsü, esnafı ezilmiş bir ülkede, muhalefet olarak insanlara ne vaat edecek?
“Faizi en iyi ben yükseltir, dövizi en iyi ben baskılarım” o geniş kitleler için yararlı sonuçlar verecek bir ekonomi politikası değil.
Her Cuma namaza gitse bile paradigmayı değiştirebilmesi ezilen bu insanlara ümit verecek bir program ortaya koyması ile mümkün olabilir.
Kişileri tartışmaktan kendisini kurtarıp, buna yoğunlaşmasını öneririm.
Beni asla dinlemeyeceklerini bilsem de!