TÜİK’in rakamlarına ne kadar itimat edebileceğimizi artık kimse bilmiyor ama ne kadar makyajlı da olsa her üç gençten ikisinin istihdam edilemediğini, çalışabilir nüfusun yüzde 55’inin ise iş bulamadığını ya da iş aramaktan vazgeçtiğini söyleyebiliriz.
Kamuoyu şirketlerinin yaptığı araştırmalarda da zaten işsizlik meselesi, toplumun en önemli sorunları arasındaki yerini hiç kaybetmiyor.
Tablo buyken dün Amasya Valisi, aylık 4 bin lira civarındaki maaşlara rağmen organize sanayi bölgesindeki işletmelerin işçi bulamadığından yakınıyordu.
Amasya Valisi’ne göre, insanlarımız “iş beğenmiyor”.
Amasya Valisi bu konuda yalnız değil.
Yurdun değişik yerlerindeki organize sanayi bölgelerinden de aynı şikâyetler duyuluyor.
Dünya gazetesinde yayımlanan bir habere göre aynı sorun Afyonkarahisar ve Kütahya’da da var.
Afyon’da başta mermerciler olmak üzere tüm sektörlerde, her kademede vasıflı ya da vasıfsız eleman sıkıntısı yaşandığı bildiriliyor.
Ticaret ve Sanayi Odası Meclis Başkanı “fabrikalar, bırakın idari personeli, bakım elemanı, çaycı bulamıyor. Meslek liseleri ve meslek eğitimlerinden çok uzaklaştık. İş ilanlarına başvuru bile yapılmıyor. Sorun sanayicilerin çözebileceği boyutu geçti. Devlet politikasına ihtiyaç var” diye anlatıyor.
Dün internette küçük bir gezinti yaptım, hemen her ilden bu tür yakınmalar var.
Şahsen tanıdığım büyük bir tekstil şirketinin sahibi, sadece Çorlu gibi yerlerde değil, Doğu Anadolu’daki iş yerlerinde de eleman sıkıntısı çektiğini anlatıyordu.
Sıkıntının tarımda daha da kalıcı göründüğü, düzensiz göçmen işçilerin varlığına rağmen işçi sıkıntısı olduğunu da ekleyeyim.
Ne kadar tuhaf bir tablo, değil mi?
Bir tarafta çalışabilir nüfusun yarısı işsiz, bir bölümü iş bulmaktan tamamen umudunu kesmiş.
Diğer tarafta da işletme sahipleri işçi bulamamaktan yakınıyorlar.
Bu elbette bir köşe yazısında çözümlenemeyecek kadar önemli ve çok boyutlu bir sorun.
Toplumumuzun kültürel değerlerinin de rolü olmalı.
Devlette bir memuriyet kapmak, masa başı işleri tercih etmek, kalabalık aile dayanışması, sosyal yardımlarla idare edebilecek tevekküle sahip olmak gibi.
Ancak bu tablo, en temel olarak Türkiye’nin iyi yönetilmediğini gösteriyor.
Afyonlu iş insanının dikkat çektiği gibi işsizlerimizin ezici çoğunluğunun bir mesleği yok.
Rejim, kendi siyasal bekası için imam hatip eğitimini teşvik ederken, mesleki eğitimi küçülttü.
Her yıl bir milyon çocuğu üniversiteye kaydedebilecek üniversite kapasitesi yaratırken, bir o kadarının da mesleksiz, işsiz güçsüz sokakta kalacağını ihmal etti.
Üniversiteler, günün acil ihtiyaçlarına yanıt verecek programlara sahip olmadığı gibi geleceğin mesleklerine hazırlık konusunda da son derece yetersiz.
Ve sonuç: İş bulamayan milyonlar, işçi bulamayan on binlerce işletme!
Türkiye, ideolojik saplantılarıyla önünü göremez hale gelmiş bir siyasi kadroyu işbaşında tutmanın bedelini çok yönlü olarak ödüyor.
Bu bedellerden biri de işte bu.
***
“Hukuki cinayetlere” ne demeli?
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun “Siyasi cinayetler... Böyle kaygılarım var” açıklaması ile ilgili olarak “resen” soruşturma başlattı.
Savcılıklarımızın bu “resen” kelimesinin tam anlamını bildiğinden artık emin değilim.
Bilen okuyucuların canını sıkma pahasına tekrar açıklayayım ki “resen” kelimesi “kimseye bağlı olmadan, bağımsız, kendiliğinden, kendi başına meydana gelen” anlamına geliyor.
CMK’da “re’sen” diye geçiyor ama TDK Sözlük, “resen” diye yazıyor.
Doğrusu CMK’daki gibi görünüyor; çünkü “resen” diye Farsçadan dilimize geçmiş bir kelime daha var ki o da “ip, urgan, halat” anlamında.
HSK, Cumhurbaşkanı’na bağlı bir organa dönüştüğünden beri bu kelimenin aslında bir anlamı da kalmadı.
Hepimiz biliyoruz ki iktidar sözcüleri ve medyası, Kılıçdaroğlu’nun bu sözünün üzerine bu kadar gitmeselerdi, Cumhuriyet Başsavcılığı da “kendiliğinden” harekete geçmezdi.
Çünkü aynı savcılık, kendiliğinden harekete geçmesi gereken durumlarda başını öteki tarafa çevirebiliyor.
Mesela Selçuk Özdağ’a saldırı olayı böyle.
Saldırganlar, “birden fazla kişi tarafından birlikte silahla tehdit” ve “silahla kemik kırığına neden olacak şekilde kasten yaralama” suçlarından yargılanacaklar.
Savcılık, bu kişileri kimlerin azmettirdiğini, örgüt bağlantıları olup olmadığını, temaslılarının kimler olduğunu “kendiliğinden” merak etmedi.
Büyük ihtimalle bu tür meraklara kapılmamaları gerektiği konusunda “bağlı oldukları mercilerden” bir işaret aldılar.
Oysa Selçuk Özdağ bu olayın sonunda hayatını kaybetmiş olabilirdi.
Bu tür saldırılarda, saldırganların tam olarak nerede duracaklarını bilmemelerine sıkça rastlanabiliyor çünkü.
Talimat “ağzını, burnunu kırın, aklı başına gelsin” şeklinde bile olsa, daha ağır bir sonuç yaratabilirdi.
Kılıçdaroğlu’nun işaret ettiği konu esasen Erdoğan’ın bir sözüydü.
Erdoğan’ın, “daha neler olacak neler. Bunlar iyi günleriniz” ifadesini, "çok tehlikeli bir cümle" olarak değerlendirmiş; "Gerilimden kaçınmak lazım. Karşı taraf gerilimi tırmandıracaktır. Çok daha sert bir ortamda siyaset yapmayı nasıl sağlayabiliriz, onun arayışına girecektir ama ben şundan eminim eğer iş belli grupların ellerine silah alıp, belli kişileri öldürme yoluna gitmezlerse, bir gerilim olmaz. Siyasi cinayetler. Böyle kaygılarım var. Erdoğan'ın bizzat kendi ifadeleridir” demişti.
Savcılığın bu sözler üzerine açabileceği “resen” soruşturma, esasen “daha neler olacak neler, bunlar iyi günleriniz” cümlesinin sahibine yönelik olmalıydı.
“Daha neler olacak” derken neyi kastediyordu?
“Bunlar iyi günleriniz” derken, gelecekteki “kötü günlere” işaret ettiğine göre o kötü günlerin ayırt edici özelliği ne olabilirdi?
Savcı o tarihte bunu merak etmedi.
Merak etseydi de zaten soruşturma açamazdı, söyleyen Cumhurbaşkanı çünkü.
Ama şimdi bu sözü eleştirene soruşturma açabiliyor.
Bir milletvekili ve ana muhalefet partisi genel başkanının söylediği bir cümle için “kendiliğinden” harekete geçebiliyor.
Belli ki siyaset yapmanın ”hukuk cinayeti” işlenerek yasaklanmasına da az kalmış.
Bundan sonrasının ne olabileceğini tahmin etmek de haliyle suç oluyor!
Kavala ve Demirtaş’a yönelik hukuk cinayetlerini de bir kez daha hatırlatmış olayım.
Siyasi şiddet, sadece adam öldürmek değildir; Kavala ve Demirtaş da siyasi şiddet mağdurlarıdır.