Recep Tayyip Erdoğan - Tuncay Özkan
Bu halk deyişinin ikinci bölümü bugün konumuzun dışında kalıyor, onun için devamını yazmayacağım.
CHP Milletvekili Tuncay Özkan, bütün CHP'lileri "gösteriş müptelası elitler" diye eleştiren Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a "züppe" deyince kıyamet koptu.
Artık AKP'nin arka bahçesi sayılan Adliye, durduğu yerde duramadı ve bu söze karşı soruşturma açtı. AKP'lilerce ağır hakaret ifadeleri içeren açıklamalar yapıldı. Ben de kopan bu kıyamete bakarak bu başlığı uygun gördüm.
"Züppe" kelimesi TDK Sözlükte şöyle tanımlanmış:
- sıfat Giyinişte, söz söyleyişte, dilde, düşünüşte toplumun gülünç ve aykırı saydığı yapmacıklıklara ve aşırılıklara kaçan; didon (I): "Tuhaf, züppe bir muhit içine düştüm, diyordu." - Sait Faik Abasıyanık
- sıfat Seçkin görünmek için, bazı çevrelerdeki düşünceleri benimseyen, hayranlık duyan ve onlar gibi davranmaya özenen; snop: "Onlara göre ben sözde züppenin, cakacının biriyim." - Nâzım Hikmet
Gördüğünüz gibi bir "sıfat" ancak mesela Cumhurbaşkanı'nın kendisi gibi düşünmeyenler için kolayca söyleyebildiği "cibilliyeti bozuklar" kadar hakaret algısı yaratacak bir sıfat da değil.
Tuncay Özkan'ı bu kelimeyi kullandığı için ille de eleştirmemiz gerekiyorsa, hatalı kullanım için eleştirebiliriz. Çünkü Erdoğan, bu sıfatın tanımladığı insan tipine esasen hiç uymuyor.
Bu konuda bütün politikacılara önerim şudur ki kendinize yakıştırılmasından hazzetmeyeceğiniz sıfatları başkaları için kullanmayınız.
Bu vesileyle eski bir örneği yeniden hatırlatmak da isterim, Adalet Bakanı ve savcı beyler başta olmak üzere ağzının kantarı olmayan diğer AKP'liler biraz "serin gelsinler" diye!
Hatırlar mısınız, bilmem: Erdoğan, Afrin operasyonuna karşı çıkan ve milletvekillerine mektup gönderen 170 aydın hakkında, "alçak, zalim, kapkaranlık, cahil, tiksinti verici, vatan haini, lümpen, terör örgütünün maşası, ahlaksız, mandacı artığı, ruhu kirlenmiş" gibi ifadeler kullanmıştı.
Aralarında hocam Prof. Dr. Baskın Oran ve Şanar Yurdatapan'ın da olduğu aydınlar Erdoğan aleyhine 1 TL manevi tazminat talebiyle dava açmışlardı.
O davada Recep Tayip Erdoğan'ın avukatı Ahmet Özel savunmasında şöyle diyordu (Nisan 2018):
"Düşünce özgürlüğü, demokrasinin temel ilkesidir. AİHM'e göre ifade özgürlüğü, devletin veya nüfusun bir bölümü için saldırgan, şok edici veya rahatsız edici bilgi ve düşünceler için de uygulanır. Bunlar çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleridir. Bunlar olmaksızın demokratik toplum olmaz."
Ankara 3. Asliye Hukuk Mahkemesi, bu savunmayı duyunca Avrupa hukukuna uymak için "alçak, zalim, kapkaranlık, cahil, tiksinti verici, vatan haini, lümpen, terör örgütünün maşası, ahlaksız, mandacı artığı, ruhu kirlenmiş" gibi sıfatların hakaret olmadığına karar vermişti.
Böylece Erdoğan'ın 1 lirası da cebinde kalmıştı ki o tarihte 1 liraya bir demet taze soğan alınabiliyordu; dün bir demet taze soğanı 35 liraya alabildim!
Siyasal İslamcı bir partinin üyelerinden, tanımı gereği "çoğulcu, açık fikirli ve hoşgörülü" olmalarını elbette bekleyemeyiz.
Ama tam da "sivil Anayasa" şampiyonluğu yaparlarken bir muhalif milletvekili "züppe" dedi diye kıyamet koparılmasının, soruşturmalar açılmasının tutarlı bir davranış biçimi olmadığını söylemeliyim. Acta non verba!
* * *
Cumhurbaşkanı'na hakaret suçu: Bir millet çıldırıyor!
Yıllar sonraya bırakacağı miras bu mu olacak: Türklerin en çok hakaret etmek istedikleri insan! Dünyanın en çok hakaret edilen Cumhurbaşkanı! "Kasımpaşa delikanlısına" bu durum yakışıyor mu? |
Recep Tayyip Erdoğan
7. Cumhurbaşkanı Kenan Evren döneminde Cumhurbaşkanı'na hakaret suçlamasıyla 340 dava açılmıştı. Evren'in askeri darbe döneminin Cumhurbaşkanı olduğunu hepimiz hatırlıyoruz sanırım.
Ardından gelen Turgut Özal döneminde açılan dava sayısı 207 idi.
Sayısız mizah dergisine karikatürleriyle kapak olduğunu, hatta o karikatürlerin imzalı kopyalarını alıp duvarına astığını da hatırlar mısınız?
Adli Sicil kayıtlarına bakılacak olursa "en sevilen Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel" olmalı. Onun döneminde açılan dava sayısı, Adli sicil istatistiklerine ulaşabildiğimiz günden beri en düşük seviyede: 158 dava.
10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer döneminde 163 kişi aynı suçlamayla yargılandı.
Abdullah Gül'ün Cumhurbaşkanlığı döneminde sayı biraz artmıştı; 848 kişi yargılandı. Recep Tayyip Erdoğan'ın ilk Cumhurbaşkanlığı döneminde bu sayı 6033'e fırladı. Aynı dönemde bu suçlamayla açılan soruşturma dosyası sayısı 20 bin 539 idi.
2022 itibarıyla açılan davalardaki sanık sayısı 16 bin 753'e ulaşmıştı.
2001 yılında Cumhurbaşkanı'na hakaret suçlamasıyla açılan davalarda mahkûmiyet sayısı sadece 4 iken, Erdoğan'ın ilk döneminde bu sayı 2099 mahkûmiyete çıkmıştı.
Söz konusu dönemde 20 bin 539 soruşturma başlatılıp, 6 bin 33 ceza davası açıldığını da hatırlayacak olursak her üç davadan birinde mahkûmiyete karar verildiği gerçeğine ulaşıyoruz.
Yani sizin anlayacağınız bu bir roman adı bile olabilir: Bir Millet Böyle Delirdi!
Peki ne oldu da Cumhurbaşkanı'na hakaret suçlamaları böyle arttı?
Türkler kozmik bir ışınımın etkisiyle çıldırıp, kendi Cumhurbaşkanlarına hakaret eder hale mi geldiler?
Ne oldu da Türkiye'nin Cumhurbaşkanı, "dünyada en çok hakarete uğrayan devlet başkanı" ünvanını uzak ara elinde tutar hale geldi? Guinnes Rekorlar Kitabı'na girmek mi hedefleniyor?
Kuşkusuz ki çıldırmış değiliz. Bu ülkenin her vatandaşı Cumhurbaşkanlığı makamına saygı duyar.
Sorun, Cumhurbaşkanı'nın o makamın gerektirdiği gibi davranmıyor olmasında.
Eskiden Cumhurbaşkanları tarafsız ve bağımsız olmak durumundaydılar.
Anayasa'ya göre devletin ve milletin birliğini temsil ediyordu. Sorumsuzdu, eylem ve işlemleri nedeniyle vatana ihanet dışında bir suçlamaya muhatap olamazdı.
Onun için de yasalar Cumhurbaşkanı'nı koruyordu, Cumhurbaşkanına hakaret, devletin ve milletin birliğine, manevi şahsiyetine hakaret olarak değerlendirilebiliyordu.
Şimdi Cumhurbaşkanı hem partili hem de icranın başı.
Partili olarak diğer siyasi parti liderlerinden ne farkı var? Yok.
Erdoğan ne zaman partisini temsil ediyor ne zaman Türkiye Cumhuriyeti'ni temsil ediyor, bunu ayırt edebilmek artık çok zor.
Buna bir de karakter olarak eleştiriden hiç hazzetmediğini, eleştirileri kendisine yönelik hakaret gibi algılayabildiğini de ekleyelim.
Bağımsızlığını tamamen yitirmiş, Cumhurbaşkanı'nın ağzına bakar hale gelmiş yargıyı da hesaba katalım.
Bu davaların artış sebebi budur: Muhalif görüştekileri sindirmek, ceza tehdidi altında tutmak!
Cumhurbaşkanı, icranın başı olarak eleştiriye açık olmak durumunda olan bir kamu görevlisi.
Ve kamu görevlilerini gerektiğinde sert olarak eleştirmek, ifade özgürlüğünün bir parçası. Sadece ben demiyorum, bizzat kendi avukatı da böyle düşünüyor.
Bu eleştiri sınırlanıyorsa, ifade özgürlüğü sınırlanıyor demektir.
Üstelik AİHM, hakarete varan sert eleştiriyi bile normal buluyor, cezalandırılmamasını istiyor.
Çünkü bu konuda bir ceza tehdidi varsa, bu düşünce özgürlüğünü tehdit ediyor, düşüncenin açıklanmasını kısıtlıyor demektir.
Anayasa değişti ama ceza kanununun Cumhurbaşkanına hakaret ile ilgili hükümleri tarafsız – partisiz cumhurbaşkanı döneminden kalma.
Kanunun "hadi artık hakaret serbest" diye değiştirilmeyeceği bir gerçek.
Ancak bu suçun sınırlarının çok net olarak çizilmesi lazım ki savcılar, hâkimler yukarıdan esen rüzgarlara göre karar vermesinler.
Her eleştiriyi "hakaret" diye algılayıp ayağa fırlamak doğru değil, yakışmıyor.
Üstelik kendisi herkes için aklına ilk gelen sıfatı kullanmaktan da geri durmuyor.
Konuşmalarına bakınca ağzının bazen kolayca bozulduğunu görebiliyoruz.
Muhalefete söylediği sözlerin bazılarını ben bu köşede kendisi için kullansam başıma nelerin gelebileceğini tahmin edebilirsiniz.
Yıllar sonraya bırakacağı miras bu mu olacak: Türklerin en çok hakaret etmek istedikleri insan!
Dünyanın en çok hakaret edilen Cumhurbaşkanı!
"Kasımpaşa delikanlısına" bu durum yakışıyor mu?
Mehmet Y. Yılmaz kimdir?Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya'da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi parasız yatılı olarak Denizli Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden 1977 yılında mezun oldu Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara'da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi'nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini de bir süre yürüttü. 12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş'e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazete ve dergilerini yayınladı Askerlik görevini Kara Harp Okulu'nda tamamladıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları'nda mesleğe döndü. Gelişim Yayınları'nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu 1985 yılında Hürriyet'e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu'nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınladı. Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık'ın 1 Numara Yayıncılık'a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30'u aşkın derginin kuruculuğunu yaptı. 1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yılın sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda da Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü. 2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğü görevine getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grububu'nun CEO'luğu görevini üstlendi. 2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018'den itibaren T24'te yazmaya başladı. Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı", "Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma", "Aşktan Sonra Hayat Var Mı", "Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür" isimli kitapları yayımlandı. "Aşk Herşeyi Affeder mi" isimli uzun hikâyesi de kitap olarak yayınlandı. "Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci" olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ile futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor. |