Mehmet Y. Yılmaz

12 Ağustos 2020

Herkesle küs olmanın sonucu

Koskoca Akdeniz'de Libya'nın bir bölümüne hakim olabilmiş tek bir müttefikle iş tutabilmek yeterli olmuyor tabii

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, İstanbul'daki MİT yerleşkesinin açılış töreninde konuşurken şunu söylemişti:

"İstihbarat bizim kilit silahımızdır. Rakiplerimizin bir kaç adım önünde olmak, gelebilecek tehlikeleri fark etmek ve buna göre pozisyon almak ancak sağlıklı istihbarat akışı ile mümkündür."

Cumhurbaşkanı bunu söylerken duvar takvimleri 26 Temmuz tarihini gösteriyordu.

Büyük olasılıkla siz tam tarihini hatırlamıyorsunuzdur, ben hatırlatayım: Oruç Reis gemisinin, sondajlar yapması için Navtex ilan edilmesi de bu tarihten yaklaşık 5 gün öncesine denk geliyor.

Sonrasında olanları hatırlıyorsunuzdur.

Donanmalar harekete geçti, Yunanistan çok sinirlendi, araya Merkel girdi ve ortalık sakinleşti.

Erdoğan'a göre çıkarlarımızı koruyacağımızı dosta düşmana göstermiştik filan.

Sonra bir de baktık ki Mısır ile Yunanistan, Merkel araya girip durumu sakinleştirmişken, Türkiye'nin Libya ile anlaşmasını yok sayan bir sonuç yaratacak anlaşmayı imzalamışlar.

Şimdi durumu biliyorsunuz, yine gerilim var, bu kadar askeri gemi, uçak ve helikopter için çok dar bir alan sayılması lazım gelen bölgede sıcak çatışma olasılığını da aklımızda tutmamız gerekiyor.

Yunanistan ile Mısır, bu anlaşmayı bir günde, bir haftada pişirip, imzalamış olabilirler mi?

Elbette bu mümkün değil. Ama belli ki Erdoğan'ın yere göğe sığdıramadığı istihbaratımız böyle bir anlaşmanın pişirilmekte olduğunu, yakında imzalanabileceğini yakalamayı başaramamış.

Bunu biliyor olsaydık, Merkel araya girdiğinde "Tamam biz dururuz ama Yunanistan'a söyle, Mısır ile olan işi askıya alsın, yoksa Oruç Reis görevine devam eder" diyebilirdik.

Bunu o zaman söyleseydik, engelleyebilirdik ve bugünkü gerilimi de yaşamamız gerekmezdi.

Öte yandan "istihbarat" sadece rakiplerin ne yaptığını, ettiğini erken öğrenmek işi de değildir.

Analiz diye bir şey de var ve belli ki Doğu Akdeniz'deki durumu Erdoğan yönetimi iyi analiz edebilmiş değil.

İyi analiz edebilmiş olsaydı, Mursi'nin kara kaşı gözü uğruna Sisi ile ilişkileri bu hale getirip, Mısır'ı karşımıza almazdık.

İsrail ile kurulmuş iyi ilişkileri bozup, Doğu Akdeniz'de dımdızlak bir başımıza kalmamız da gerekmezdi.

Fransa'nın bölge ile ilgili hesaplarını iyi çözümleyip, Kıbrıs Rum devletinin AB içinde kendisine "çıkar ortakları bulmasını" da engellemek mümkündü.

Erdoğan yönetimi, Türkiye'nin taa Osmanlı İmparatorluğu'ndan gelen diplomatik birikimini, doğru istihbarat ile birlikte değerlendirebilmiş olsaydı, bölgede yalnız kalmanın ne tür sonuçlar doğurabileceğini öngörebilirdi.

Koskoca Akdeniz'de Libya'nın bir bölümüne hakim olabilmiş tek bir müttefikle iş tutabilmek yeterli olmuyor tabii.

Doğu Akdeniz'de Suriye ile savaşıyoruz, İsrail ve Mısır'a küsüz, Kıbrıslı Rumlarla birbirimizi sevmiyoruz, Yunanistan, Kıbrıslı Rumları kullanıyor, bölgede çıkarları olan Fransa ve Rusya ile karşı kamplardayız.

Nerede doğru istihbarat, nerede doğru analiz ve ona bağlı geliştirilecek dış politika?

* * *

Erdoğan bunu "fırsat" bilebilir

Türkiye'nin rızası olmadan ve Türkiye ile Kıbrıs Türk devletinin çıkarlarını yok sayarak, Doğu Akdeniz'in doğal zenginliklerinden kim yararlanabilir?

Doğru yanıt "hiç kimse" olmalı.

İsrail, Mısır, Yunanistan ve Fransa yönetimlerinin göremediği de budur.

Tuhaf bir akıl tutulması içindeler ve zannediyorlar ki Türkiye'deki Erdoğan yönetiminin diplomatik yalnızlığından kaynaklanan zafiyetinden yararlanarak, Türkiye'yi yok sayabilirler.

Bu ham bir hayaldir ve ama görebildiğim kadarıyla özellikle Mısır, Yunanistan ve Fransa kendilerini bu hayale iyice kaptırmışlar gibi.

İçeride ekonomik ve siyasi olarak büyük sıkıntılar yaşayan Erdoğan yönetiminin, bir dış gerilimi alabildiğine tırmandıracak hareketleri göze alabileceğine hiç kuşkum yok.

Otoriter rejimler bilirler ki halkınızı dış kaynaklı tehditlerin varlığına ikna edebilirseniz, içerdeki ayrışmayı engeller, halkın yeniden arkanızda toplanmasını sağlayabilirsiniz.

Buna kitlelerin öfkesinin yer değiştirmesi diyoruz.

İşsiz kaldığı için, çocuğuna iyi bir gelecek sağlama olanaklarının azaldığını ya da tükendiğini gördüğü için iktidara öfkelenenler, bu tür gerilim dönemlerinde bu öfkelerini dışarıdaki düşmana yöneltirler.

Bu düşman "üst akıl" ve "birileri" gibi hayali de olabilir, Mısır, Yunanistan gibi somut da.

Freud, "insan kalabalıklarını tutkuyla bir araya getirmek daima mümkündür. Yeter ki onlara öfkelerini kusabilecekleri başka kalabalıklar gösterin" diye yazmıştı.

Erdoğan bunu gayet iyi bilen bir lider.

Georgetown Üniversitesi psikologlarından Dr. Fathali M. Mogadham'ın, "Diktatörlüğün Psikolojisi" isimli kitabından şu alıntıyı daha önce sizlere aktarmıştım, tekrarlayayım:

"Demokratik yollardan seçilmiş karizmatik bir lider, sahip olduğu desteği arttırmak için ulusun dikkatini dış kaynaklı tehditlere çekecek manevralara giriştiği zaman, demokrasiye yönelik en büyük tehlike baş gösterir ki bu durumdaki bir lider bölücü bir taktik olarak savaş bile çıkarabilir."

Onun için uluslararası güç gösterisi ile Erdoğan'ı geriletebileceklerini zannediyorlarsa hesaplarını bir kez daha gözden geçirmeleri yararlı olur.

Hem kendileri için hem Türkiye için.