Mehmet Y. Yılmaz

25 Ağustos 2020

Haydi hep birlikte hayal kuralım

Bu para nereye, nasıl harcanacak? Bugünden tartışmamız gereken konu bu olmalı. Erdoğan yönetimi de bu parayı nasıl harcamayı planladığını bugünden söylemeli ki hayal kurabilelim!

"Büyük müjde", dilerim ki vatandaşlara söylendiği gibi gerçekten büyük olsun.

Böyle bir şeye kim üzülebilir ki zaten? İnsanın aklından zorunun olması lazım.

Eminim ki bu iş ortaya çıktığından beri tartışmaları izliyorsunuzdur. Benim bu konularda çok bilgim yok.

Tartışmaları her vatandaş gibi izliyorum, kalbim söylenenlerin doğru çıkmasını istiyor.

Bu kaynak gerçekten vardı, yok propaganda amaçlıydı gibi tartışmalar doğrusunu isterseniz havanda su dövmekten ibarettir.

Var ya da yok, kısa bir süre içinde kesin olarak öğreneceğiz. Bunun sonuçlarını o vakit konuşmak gerekir.

Enerji Bakanı Fatih Dönmez’in açıklamasına göre yedi – sekiz yıllık bir süre içinde 65 milyar dolarlık bir ekonomik değer elde edilecek. Demek ki yılda ortalama 9 milyar dolar civarında ek bir kaynak elde edeceğiz.

Ben Enerji Bakanı’nın açıklamalarını doğru kabul ederek bir soru sormak isterim:

Bu para nereye, nasıl harcanacak?

Bugünden tartışmamız gereken konu bu olmalı.

Erdoğan yönetimi de bu parayı nasıl harcamayı planladığını bugünden söylemeli ki hayal kurabilelim!

Bu zaten Erdoğan’ın seçim propagandası sırasında da kullanacağı bir hayal olacaktır.

Bu para, bugüne kadar kıt kaynaklarımızı çarçur ettiğimiz gibi betona, asfalta mı harcanacak?

Yoksa mesela, her yıl 1 milyar doları Türkiye’nin üstün yetenekli ve üstün zekalı çocuklarının tespit edilip, özel olarak eğitilmelerine harcanacak mı?

Atıyorum, 5 milyar doları Türkiye’deki eğitimi Finlandiya düzeyine çıkarmak için öğretmen eğitimi ve eğitimin fiziksel kalitesinin yükseltilmesine harcanabilecek mi?

Ziyanı yok, yine okulların adı imam hatip olsun, o okullardan mezun olan çocuklar dünyanın en iyi üniversiteleri tarafından kapışılacak mı? O çocukların bütün eğitim giderleri bu paradan ayrılacak mesela 500 milyon dolarla karşılanacak mı?

Diyelim ki yedi sene içinde 5 milyar doları, yaklaşan büyük depremi korkuyla bekleyen İstanbul’un binalarını güçlendirmeye, en kötülerini yıkıp yenilemeye harcanabilecek mi?

Diyelim ki 25 milyar doları Türkiye’nin bilişim sektöründe dünya liderliğine oynaması için harcanabilecek mi?

Seçilmiş 5 üniversitemizi, dünyanın en önemli 50 teknoloji üniversitesinden biri haline getirmek için harcanabilecek mi?

Yoksa bu parayı iki tane uçak gemisi yapıp, konu komşuyu tehdit etmek için mi harcayacağız?

Ne dersiniz, Rus, ABD, Alman silah endüstrisinin yeni ürünlerine 30 milyar dolar atabilir miyiz?

Bunun gibi konuları merak ediyorum.

Piyangodan para çıkmış, onu nasıl harcayacağımızı soruyorum yani.

Bunu iyice planlasalar, vatandaşlara ilan etseler, bizler de hayal kurmaya başlasak, fena mı olur?

Tabii diyebilirsiniz ki "boşuna hayal kurma, böyle bir gaz yok".

Varsın olmasın, kuşku duymayın ki Türkiye’nin bu tür işlere ayıracak parası her zaman var.

Eksik olan şey gelecek vizyonu!

* * *

Uçak gemisi neye lazım?

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Deniz Kuvvetleri için yaptırılan askeri gemilerin teslim töreninde hızını alamadı:

"Şimdi gelin 1 – 2 veya daha fazla uçak gemisi de inşa edelim. Herhalde yaparız değil mi? Çünkü denizlerde bu caydırıcılığa ihtiyacımız var."

Öyle görünüyor ki Cumhurbaşkanı, uçak gemisi denilen dev teknolojik silahı, SAT botu yapmakla eş değer görüyor.

Kuşkusuz ki SAT botu yapabilmek, insansız silahlı hava araçları üretebilmek, milli askeri gemiler konusunda ciddi mesafe alabilmek önemlidir. Türkiye’nin savunma sanayisinin başarısıdır.

Ama uçak gemisi denilince biraz durmak gerek.

O koca gemiyi ileri – geri ittirebilecek, manevra yaptırabilecek makineler gerekli. Günümüzün modern uçak gemilerinin nükleer enerjiyle hareket ettiklerini duymuş mudur acaba?

Küçük bir ayrıntı: Bu geminin üzerine indirip, kaldırabileceğiniz savaş uçakları da lazım tabii.

Modern gemilere artık dikey havalanabilen uçaklar konuluyor.

Erdoğan, bu gemilerin "caydırıcılık" için gerekli olduğu kanısında.

Türkiye’nin toplam askeri kapasitesine bakacak olursanız, caydırabileceği askeri güçleri, bugünkü haliyle caydırabilmesi de mümkün.

Yunanistan da, Kıbrıslı Rumlar da, Mısır da bu kıyaslamada hafif kalır.

ABD, Rusya ile filan denizlerde itişmek istiyorsak birkaç fırın daha ekmek gerekecek.

Türkiye, denizlerdeki çıkarlarını koruyacaksa önce komşularıyla iyi ilişkiler kurmalı ki çata pata gerek kalmasın.

Silah için harcadığımız her kuruşun alternatif bir maliyeti olduğunu da artık bilmeliyiz.

Bakın 2 milyar 400 milyon dolar verdiğimiz S – 400’ler kutusunda duruyor hâlâ.

Niye dersiniz?

* * *

Bebek’te Rüşveti Paylaştırma Komisyonu kurulmalı

Bebek’te yaşayanlar bir süredir müzik gürültüsünden yakınıyorlar.

Gece saat 2’lere kadar açık mekanlarda aşırı gürültülü müzikli eğlence devam ediyor.

Gece saat 2’den sonra da Boğaz’da mekanların önüne çekilen teknelerden müzik yayını devam ediyor, saat 5’e kadar.

Ve Bebekliler, ısrarlı şikayetlerine karşın bir yanıt alabilmiş değiller.

Belki bir iki görevli gelip, usulen ses ölçüp gidiyor ama sonuç değişmiyor.

Bu tür sorunları çözmek için kanunlarımız yeterli aslında.

Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu’nun 14 üncü maddesinde, "şehir ve kasabalarda gerek mesken içinde ve gerek dışında saat 24.00’ten sonra her ne suretle olursa olsun civar halkının rahat ve huzurunu bozacak surette gürültü yapanların polisçe men olunacağı, bu yasağı dinlemeyenler hakkında Ceza Kanunu’nun 546 ncı maddesine göre takibat yapılacağı" belirtiliyor. Aynı görev, başka bir yönetmelikle Jandarmaya da verilmiş.

Kabahatler Kanunu’nun 36'ncı maddesinde; başkalarının huzur ve sükununu bozacak şekilde gürültüye sebep olan kişiye veya işletme sahibine idari para cezası verileceği, idari para cezasına kolluk veya belediye zabıta görevlilerince karar verileceği yazılı.

Büyükşehir Belediyeleri Kanunu ve Belediye Kanunu da bu konuda, bu kurumlara düşen görevleri tanımlıyor.

Kanun ve yönetmeliklerin kamu görevlilerine bu kadar açık olarak verdiği görevlerin yerine getirilmemesinin ne sebebi olabilir?

Ben söyleyeyim:

1 – Kamu yöneticisi işinin gereklerini yerine getirmeyen, yetersiz bir kişidir. Maaşını alıp, emeklilik yaşının gelmesini bekliyordur.

2 – Kamu yöneticisinin emrindeki kamu görevlileri, yöneticilerini deyim yerindeyse sallamıyordur.

3 – Kamu görevlileri, görevlerinin gereklerini yerine getirmemek için rüşvet alıyorlardır.

Bu üç ihtimalden biridir söz konusu olan.

Yöneticilerimize bakıyorum Allah için süper adamlar.

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, Çevre Bakanı Murat Kurum, İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu ve adını bilmediğim Beşiktaş Belediye Başkanı.

Yani 1. Maddeyi geçiyorum. 2. Maddeyi de geçmeliyiz, çünkü böyle deve dişi gibi yöneticilerin emrindeki memurlar, kendilerine verilen görevleri sallamaya cesaret edemezler.

Geriye kalıyor rüşvet.

Bu konularda önerdiğim şey şu:

Madem rüşvet yüzünden gürültüyü önlemek mümkün olamıyor, o halde bundan asıl cefayı çekenler de pay almalı.

Bebek ahalisine, her hafta zarf içinde bu paylar dağıtılmalı ki adalet sağlanabilsin.

Acaba Süleyman Soylu Bey ya da Murat Kurum Bey, bu paylaştırmayı yapacak komisyonun başına geçmeyi kabul ederler mi?

Bence adil olan bölüşüm: Yüzde 50 Bebek halkına verilmeli, geri kalan yüzde 50 de kamunun payı olmalı.

Kamu idaresi, bu paranın ne kadarını memurlarına dağıtacağına elbette kendisi karar verebilir.

Ne dersiniz?