Havuz gazetesinin manşetini okuyunca bir emekli olarak heyecanlandım tabii. Manşet şöyleydi: Emeklilere takviye maaş!
Alt başlık da ümit vericiydi: "İki yıl içinde devreye girecek olan 'tamamlayıcı emeklilik sistemi' ile çifte maaşın önü açılıyor!"
Hemen havaya girdim tabii. "Bunu kutlamak gerekir" diye düşündüm.
Haberin altını okuyunca olayın beni hiç ilgilendirmediğini ama hükümetin işçinin kıdem tazminatını iç etmek üzere bir plan peşinde olduğunu gördüm.
Yapılmak istenen şey çok basit:
1 – İşçiler kıdem tazminatlarına önemli ölçüde veda edecekler.
2 – İşveren, "tamamlayıcı emeklilik sistemi" adı verilen fona, her işçi için yıllık ücretinin 11 günlüğü tutarında parayı yatıracak.
3 – Bu fonda biriken para Hazine Bonosu'na yatırılacak, işçi 60 yaşına geldiğinde biriken paranın yüzde 25'ini alacak. Geri kalanı aylara bölünüp, emekli maaşına eklenecek.
4 –Ev almak, evlenmek isteyene, özel koşullara uymak şartıyla, kıdem tazminatlarının bir bölümü verilebilecek.
Koca TC Hazinesi'nin düştüğü duruma bakın!
Önce "İşsizlik Fonu" diye işçiden, işverenden kestikleri paraları yok ettiler.
Şimdi de kıdem tazminatının üzerine yatmak için "tamamlayıcı emeklilik sistemi" icat ediyorlar.
İşsizlik Fonu'nda geçen yıl sonu itibariyle 131,5 milyar TL birikmişti.
Salgın sırasında işsiz kalanlara hak ettikleri işsizlik maaşını da veremediler ama! "Al şu 1200 lirayı idare ediver" dediler.
Bir de "kısa çalışma ödeneği" meselesi var. Erdoğan Sağlam, bu konuda çalışanları mağdur edecek önemli bir sorunu T24'te yazdı, çözüm yolunu da gösterdi.
Koronavirüs salgını nedeniyle patlayan kısa çalışma ödeneği başvuruları üzerine sağlanan ücret destekleri de İşsizlik Fonu'ndan ödeniyor. Ve kanuna göre çalışanlara kısa çalışma ödeneği olarak yapılan ödemeler işsizlik ödeneği süresinden düşülecek.
Yani işverenin tek taraflı kararı ile "kısa çalışma ödeneği" kapsamına alınan çalışanlar, daha sonra işlerini kaybederlerse, işsizlik maaşı alacakları süreler, kısa çalışma ödeneği alınan süreler kadar kısalacak!
Kanuna göre, kısa çalışma ödeneklerinin işsizlik ödeneğinden mahsup edilmeyeceğine karar verebilecek tek yetkili Cumhurbaşkanı. Cumhurbaşkanı bu mağduriyeti önleyecek yetkisini bugüne kadar kullanmadı.
Kıdem tazminatı için kurulacak fon da böyle kullanılacak işte.
Biriken parayı nemalandırıyoruz diye Hazine Bonosu'na yatıracaklar, o parayla yap – işlet müteahhitlerine, garanti ettikleri parayı ödeyecekler. Plan bu.
Bunu yutturabilmek için de "emekliye takviye maaş" diye reklam ediyorlar.
Eski Hürriyet'in logosuyla yayımlanan gazete henüz havuz gazetesi kadar utanmazca davranamadığı için planı "emeklilikte iki model" başlığının altına saklamaya çalışmış.
İşçileri uyanın: Gözünüzü iyi açın, kıdem tazminatlarınızı deve etmeye hazırlanıyorlar!
Not: "Nemalandırma" demişken aklıma geldi. 15 Temmuz Şehit ve Gazileri için vatandaşlarımızdan toplanan 100 milyon dolar nerede nemalandı, bu kadar sürede ne kadar kazandı?
Desen: Selçuk Demirel
* * *
AYM temyiz mahkemesine dönüşmüş
Anayasa Mahkemesi Başkanı Zühtü Arslan, geçen gün mahkemede yeni üye Basri Bağcı için düzenlenen yemin töreninde ilginç bir konuşma yaptı.
Başkan'ın açıklamasına göre Türkiye, Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuru hakkı verilmiş ülkeler arasında uzak ara birinci.
2019 yılında 43 bin bireysel başvuru yapılmış, 40 bini hakkında karar verilmiş. Bunların yüzde 52,1'inde "hak ihlali kararı" verilmiş.
Memleketin adalet sisteminin düştüğü duruma bakar mısınız?
Anayasa ve kanunlar apaçık ortadayken, AİHM ve AYM içtihatlarına ulaşmak için bir cep telefonu bile yeterliyken, mahkemelerimiz haklarımızı ihlal eden kararları vermeye devam ediyorlar.
AYM gibi kurumlara bireysel başvuru hakkının verilmesinin bir tek anlamı vardır: Anayasa ve yasaların nasıl uygulanması ve anlaşılması gerektiği konusunda yargı organlarına yol göstermek!
Aksi takdirde bu mahkemeler, birer temyiz mahkemesine dönüşür ki bizim Anayasa Mahkememizin başına da bu gelmiş gibi görünüyor.
AİHM'ye giden davalar konusunda da 4'üncü sırada bulunduğumuzu, bizim önümüzdeki ülkelerin Rusya, Romanya ve Ukrayna olduğunu söyleyeyim ki, bu da temel haklarımızın ihlali açısından utanç verici bir tablo.
Şu anda da kamuoyunun gözünün önünde böyle ihlale yol açabilecek davalar açıldı, açılıyor.
Selahattin Demirtaş, Osman Kavala, gazetecilere açılan MİT davası, askeri casusluk soruşturması gibi davalardan söz ediyorum.
Zorlama iddialar, siyasetten esen rüzgârlara göre verilen kararlar ile temel haklar ihlal ediliyor.
Ve işin ilginci bu kararları veren hâkimler de, bu iddianameleri yazan savcılar da AYM'den, AİHM'den "hak ihlali" kararıyla geri döneceğini bile bile bunu yapıyorlar.
Siz istediğiniz kadar adalette reformlar yapın, siyasallaşmış yargı, kendisine yeni bir kanal bulup, oradan öylece akmaya devam ediyor.
Yargı kurumunun iflası demek bu.
Yargıyı ele geçirip, istediğini yaptıran siyasetçiden bu durumu düzeltmesini beklememiz zor.
Yargı kurumu, kendi bağımsızlığına kendisi sahip çıkmadıkça da işimiz çok zor.
O gün gelene kadar da AYM, bir temyiz mahkemesi gibi çalışacak, şimdiden kolay gelsin diyeyim.
* * *
Ayasofya'nın bana hatırlattığı
Haberi bayramda Hıncal Ağabey'in (Uluç) köşesinde okudum. Ona da Frankfurt'ta yaşayan hekim arkadaşımız Dr. Erdoğan Karatay göndermiş.
Berlin'de bayramdan önce cuma namazı için sosyal mesafeyi korumak ve maske takmak şartıyla toplu namaza izin verilmiş.
Ama mesafe kuralı nedeniyle cemaat camiye sığamayınca komşu kilisenin rahibi imdada yetişmiş.
"Burası da Tanrı'nın evi, gelin namazınızı kilisemde kılın" diye açıkta kalan cemaati kiliseye buyur etmiş.
Hıncal Ağabey'in köşesinde bu anı gösteren fotoğraf da vardı: Müslümanlar ki çoğu Türk, seccadelerini sosyal mesafeyi koruyacak şekilde Kilise'nin zeminine sermişler, namazlarını eda ediyorlar!
Ayasofya konusu açılınca bu haberi hatırladım.
Öyle görünüyor ki Ayasofya'nın müze olarak günleri sayılı. Benim açımdan bir sakıncası yok, cami olarak hizmete alınmasında.
Bazı vatandaşlarımızın bu konuda bir hassasiyetleri var, bunu biliyoruz. O hassasiyete saygı duymak gerek.
Gerçi o vatandaşlarımız, başkalarının hassasiyetlerini umursadıklarını bugüne kadar hiç göstermediler ama olsun.
Şunu merak ettim: Acaba, "burası eski bir Hristiyan mabedidir, dileyen Hristiyan da, bir köşesinde duasını edebilir, aynı Allah'ın kullarıyız" diyen bir imamı olacak mı?
Frankfurt'taki kiliseyi hatırlamamın nedeni bu merakım oldu.