Mehmet Y. Yılmaz

16 Kasım 2019

Eros’un attığı ok, yaydan çıkınca!

Eros, o gün, çamurların arasından kendisini göstermiş ve oklarını fırlatmamış olsaydı, bugün Antakya’da, Türkiye’nin her yerinde rastlayabileceğimiz türden beton bir otel yükseliyor olacaktı

Antik tanrılar şakaya gelmezler. Bunu bu yaşınıza kadar öğrenmemiş olmanız zaten mümkün değil ama ben yine de uyarayım.

İşi gücü kötülük yapmak olanlar olduğu gibi ana faaliyet dalı insanların başına çorap örmek olmasa da tersleri fena olan birçok tanrı vardır.

Bu benim yaptığım işin bir benzerini günümüzden 2800 yıl önce yapan, toprağı bol olsun Hesiodos nam bir yazar vardı.

Theogonia isimli kitabında karman çorman olan tanrılar ailesini bir düzene sokmaya çalışmıştı.

Kim kimin nesidir, kim kimden doğdu, kim kime kızdı, ona kötülük edeyim derken kimin canını yaktı gibi temel sorulara yanıt veren kitabı Türkçe de yayımlandı, meraklısına öneririm ki bugünün dedikodu siteleri yanında halt etmiş!

Hesiodos, günümüzün çok tanınan antik tanrılarından biri olan Eros’u şöyle tanımlamıştı:

“Canlıların elini, ayağını çözen; insanların da tanrıların da yüreklerini, akıl ve iradelerini ellerinden alan en güzel tanrı.”

Kıvanç Tatlıtuğ’u bile çatlatma kapasitesine sahip olduğu bir gerçek.

İnsanoğlu kıskanç bir yaratık bunu biliyoruz. Sanırım bu nedenle ilk başlarda yakışıklı bir delikanlı olarak tasvir edilen Eros, giderek kanatlı bir çocuğa dönüşmüş, elinde yayı, sırtında sadağı ile!

Eros’un tanrıyla insan arası bir varlık olduğunu iddia eden ise bizim meşhur Platon.

Ona göre, Poros (Çare) Afrodit’in dünyaya gelişi nedeniyle tanrıların verdiği bir şölen sırasında kafayı bulunca Penia (Yoksulluk) ile yatmış, bu ilişkinin sonucunda da nur topu gibi Eros doğmuş.

Platon, anası yoksulluk olduğu için de Eros’un (Aşk, arzu) hiç doymak bilmediğini söyler ki ben bu konuda Hesiodosçu’yum.

***

Antakya’da demir – çelik ticareti ile uğraşan Necmi Asfuroğlu, depolama ihtiyacını karşılamak için yer ararken, çok ortaklı bir arsa buldu. Günümüzden yaklaşık 40 yıl kadar önce.

Gel zaman git zaman, diğer ortakların da hisselerini devralarak arsanın tümünü bir depo alanına dönüştürdü. Sonra günün birinde bu koca araziye bir otel yapmaya karar verdi.

5 katlı, toprağın altına da SPA ve otopark için iki kat inen bir bina.

Zemin seviyesinin altına inmek, inşaat izinleri için arkeolojik sondaj yapılmasını gerektiriyordu.

Bunun için arsanın değişik yerlerine sondaj kuyuları açıldı ve sürpriz: Beyaz mermerden oyulmuş bir Eros heykeli, 1900 yıllık derin bir uykunun ardından ilk kez karşılaştığı güneş ışıklarından kamaşan gözlerini kırpıyor!


Sözünü ettiğim Eros heykeli

Eros, o gün, çamurların arasından kendisini göstermiş ve oklarını fırlatmamış olsaydı, bugün Antakya’da, Türkiye’nin her yerinde rastlayabileceğimiz türden beton bir otel yükseliyor olacaktı. Onun yerinde şimdi The Museum Hotel Antakya var.

Otelin içindeki müze

Antik tanrılar sürprizi sever, bunu da biliyoruz.

Eros heykelini takip eden öyle sürprizler oldu ki Antakya, dillere destan arkeoloji müzesinin ardından bir ikinci müzeye daha sahip oldu.

***

Bunu nasıl yorumlarsınız bilmiyorum ama Türkiye’nin en zengin mutfaklarına sahip iki kentin aynı zamanda dünyanın en önemli mozaik müzelerine de ev sahipliği yapıyor olmaları antik tanrıların bir oyunu mu acaba?

Antakya ve Gaziantep’ten söz ediyorum.

Yemeğe genel olarak hepimiz meraklıyız. Bunun üzerine bir de arkeoloji, tarih, mitoloji merakınızı koyabiliyorsanız bu iki kente yapacağınız yolculuk, anılarınızda uzun süre kalacak bir damak tadı ve görsel şölen olacak.

Antakya’daki Arkeoloji Müzesi ve Gaziantep’teki Zeugma Müzesi’ni görmeden, bu ülkenin sahip olduğu zenginliğin boyutlarını kavrayabilmemiz kolay olmaz.

Bu muazzam hazineyi görmek için gelecek yerli ya da yabancı turistlerin otelden başka şeyler de talep edeceğini her iki kentin yöneticileri biliyor olmalı.

İdeolojik körlük ve bağnazlıktan sıyrılmak yeter bunun için.

***

Antakya’da otel inşaatı sırasında bulunan Eros heykelinin fırlattığı oklar, bununla kalmamış tabii.

Sayesinde dünyanın her yerinde benzerine rastlayabileceğiniz 400 odalı beton bir otelin yerini, 5 ayrı kültür katmanında, 13 ayrı medeniyete ait tarihi eseri içinde barındıran ve bu yüzden 200 odaya inmek zorunda kalmış bir müze otel var şimdi.

The Museum Hotel Antakya’nın inşaatı sırasında 1050 metrekare büyüklüğünde dünyanın en büyük tek parça mozaiği ile birlikte 30 bine yakın arkeolojik parça gün yüzüne çıkmış bulunuyor.

Bu binayı, inşaatı sırasında dünyanın bilinen en eski kilisesi olan Aziz Petrus’un bulunduğu tepeden çevreyi seyrederken görmüş ve doğrusunu isterseniz bir şeye de benzetememiştim.

Şimdi inşaat bitti, otel açıldı, zeminde yapılan arkeolojik kazı, muazzam bir tarih hazinesini günışığına çıkardı.

Merak ettiğim şey, bu otelin bu tarihi alana zarar verip vermediğiydi.

Mimar Emre Arolat şöyle bir çözüm bulmuş: Oteli taşıyan dev çelik ayaklar, dere yatağı üzerine oturtulmuş. Böylece antik kalıntıların zarar görmesinin önüne geçilmiş.

Şunu söyleyebilirim: Günümüzden 2 bin yıl sonra, burada bir arkeolojik kazı daha yapılırsa orada 6. kültür katmanı olarak bu çelik binanın kalıntıları bulunacak, buna kuşku yok.

***

Antakyalı Eros’un oyunu burada da bitmiyor.

Otelin ayaklarının konulacağı yerler ile ilgili sondaj çalışmaları yapılırken bir mozaik zemine daha rastlanınca bir tünel kazılarak, mozaiğin nereye kadar uzandığını tespit etmek gerekmiş.

Metro tünelinden değil, arkeolojik tünelden söz ediyorum.

Güçlendirme yapılmadan, bir insanın sürünerek girebileceği genişlikte bir tünel bu. El ile kazılacak ve bir yandan da toprağın çökmemesi için dua edilecek.

1050 metrekarelik mozaik restore edilirken

Bir kuyucu (iznini alamadığım için adını veremiyorum) bu işe talip olmuş.

Meğerse o kuyudaki sondajı yöneten arkeoloğa aşık olmuş, onun dikkatini çekmeye çalışırmış.

Hesiodos ne demişti: Eros oklarını bir kere fırlattı mı, insanların akılları başlarından gidebiliyor.

Ben hep demişimdir zaten, bir erkek hayatta ne yapıyorsa bunu hep bir kadının gözüne girmek için yapar.

Onu tavlamak, kandırmak, kendine bağlamak, sevgisini kazanmak için!

“Bunu da nereden çıkardın” diyorsanız yanıtım hazır: Kendimden çıkardım!

Bir oğlan çocuk çok mu ders çalışıyor? Sebebi sınıftaki bir kızın gözüne girmektir. Çok mu yaramazlık yapıyor? Neden yine aynıdır. Saçını vıcık vıcık jölelere mi buluyor? Başka ne sebebi olabilir ki?

Acayip, yırtık pırtık şeyler mi giyiyor? Onun da nedeni aynıdır.

Aldığı otomobil, koluna taktığı saate saydığı para, giysilerine gösterdiği özen, hep bu amaç içindir.

Ve mutlu son: O korkusuz aşık sayesinde bugün merkezinde bir Pegasus görüntüsünün yer aldığı, üç boyutlu bir mozaiğe bakarak çayınızı ya da içkinizi yudumlayabilirsiniz.

Pegasus mozaiği

Mozaik, günümüzden 1700 yıl öncesine ait bir Roma evinin ziyafet salonunun zeminini oluşturuyor.

“Ya kuyucu ile arkeoloğun aşk hikayesi” diye soracak olursanız, bir çift nikah yüzüğü ve bir bebekle mutlu – mesut devam ediyor.

***

The Museum Hotel Antakya’nın zemininde yürütülen arkeolojik kazıda ortaya çıkan mozaikler, Roma hamamı, umumi tuvalet, Roma yolu ile Osmanlı’nın ilk dönemlerinden bir tahıl ve zeytinyağı deposu bir açık hava müzesi olarak yerinde duruyor.

Roma dönemi hamam

Otelin içinde gezerken, bu arkeolojik siteyi de gezmiş oluyorsunuz.

Taşınabilir eserler ise otelin sahibi Asfuroğlu ailesi tarafından yaptırılıp, Kültür Bakanlığı’na devredilen ve otelin içinde yer alan bir müzede sergileniyor.

Her marifet, iltifata tabi olmalı, buna inanırım:

İlk sondajda tarihi esere rastlanınca, üzerini toprakla örtüp başını ters tarafa çevirmediği için Asfuroğlu’na en azından kendi adıma teşekkür etmek isterim.

Necmi Asfuroğlu ve kızı Sabiha Asfuroğlu Abbasoğlu