Mehmet Y. Yılmaz

01 Mayıs 2019

Erdoğan, YSK kararına uyacak diye sevinelim mi?

“YSK kararlarını tanımıyorum” demek, seçimlerde seçmenin ortaya koyduğu iradeyi de tanımıyorum demek

“Maiyet gazetecilerinin” AKP kulislerinden bildirdikleri haberleri okumayı çok seviyorum.

Kulis haberi diye bize iletilenler gerçekten yaşanmış şeyler midir, bu arkadaşların hayal gücünün ürünü müdür, yoksa temennileri bu yönde midir, bilmiyorum.

Bunu anlamak da o kadar kolay değil.

Kızılcahamam toplantısı ile ilgili kulis haberlerini okurken dikkatimi şu cümle çekti:

“Erdoğan, ‘içimize sinse de sinmese de YSK kararına uyacağız’ demişti.”

Bunu öyle bir bağlam içinde söylüyorlar ki hepimiz böyle söylediği için Erdoğan’ı alkışlamak zorundaymışız gibi bir anlam çıkıyor.

“Yaşasın, Erdoğan YSK kararlarına uyacak” diye el çırparak, dans etmemiz lazım gibi.

Peki, soralım bakalım: Erdoğan’ın sonuç ne çıkarsa çıksın YSK kararlarına uyacağını söylemesi bir haber midir?

YSK kararları, Anayasa’ya göre kesin kararlar, mahkemeye bile götürülemiyor.

Dolayısıyla “YSK kararlarına uyacağız” sözü bir anlam ifade etmiyor. Bu bir “haber” değil.

Zaten “YSK kararlarını tanımıyorum” demek, seçimlerde seçmenin ortaya koyduğu iradeyi de tanımıyorum demek.

Seçim sonuçlarını yok saymak, halkın seçtiği kişinin seçimi kazandığını kabul etmemek ne demek?

Af edersiniz ama buna kısaca “darbecilik” adını veriyoruz.

***

Milli Savunma’nın “kilij”i ve bir “Türk kılıcı” öyküsü

Milli Savunma Bakanlığı’nın yeni logosu ilan edildi.

Hürriyet’in sürmanşetten duyurduğu bu mühim habere göre logoda bir adet kırmızı zemin üzerine beyaz ay – yıldız, daha önce batırdığımız devletleri gelecek nesillere bir kez daha hatırlatmak için 16 kırmızı yıldız, Antik Yunan’dan bu yana zafer, gurur, başarı, onur sembolü defne dalları var.

Ama asıl mühim haber şu: “Yeni logoda bilinen en eski Türk kılıçlarından olan ‘kilij’ kullanıldı.”

Benim bildiğim gazetelerin yazı işlerine böyle haber bültenleri gelince, meraklı yazı işleri müdürlerinden ya da editörlerden biri şöyle der: “Madem bilinen en eski kılıç bu ‘kilij’, onu kim yapmıştı? Şekli neyi sembolize ediyor? vs.”

Bunun üzerine her gazetenin yazı işlerinde bulunan bilmişlerden biri atılır: “Yahu bu ‘kilij’ dedikleri, dilleri Türkçeye dönmeyen İngilizlerin yazış biçimi olmasın?”

Ama belli ki gazeteler de bu işlere kafayı takan pek kalmamış, zaten Milli Savunma Bakanlığı’nda da yokmuş.

Gerçi bakanlıkta bunun olmaması anlaşılabilir. Ne de olsa “savunma” bakanlığı. Askerlik işin içine giriyor, söylenene riayet esas, çıkıntılık yapmak doğru olmaz. Onun için bir amir “bilinen en eski Türk kılıcı kilijdir” derse, diğerleri sesini çıkaramayabilir.

Beyler bu “kilij” dediğiniz şey, bilinen en eski Türk kılıcının adı filan değil.

Evet, bu kılıç geleneksel Türk kılıcı ama böyle bir adı yok.

Bu vesileyle gerçek bir “Türk kılıcı” öyküsünü aktarayım.

Olay, 1615 yılında, o vakit Rus Çarlarının kullandığı Terem Sarayı’nda geçiyor.

Olayın kahramanları: Çar Mihail, Çarın uzak kuzeni ve silahtar Saltıkov ve Çar’ın evlenme kararı aldığı, sonradan adı Çariçe Anastasya olacak Marya Hlopova’nın amcası Hlopov.

Bu üçlü, sarayın silahhanesinde Türklerden alınmış kılıçları inceliyorlardı.

Saray silahtarı olarak aynı zamanda Silahhane yöneticisi de olan Saltıkov “böyle kılıçlardan biz de yapabiliriz” diye övündü.

Çar, inceledikleri kılıcı (yoksa kilij mi deseydim?) Hlopov’a uzattı. Böyle bir kılıcı gerçekten yapabilip, yapamayacaklarını sordu.

Hlopov “bu kadar iyisini yapamayız” diye yanıtladı. Bunun üzerine Saltıkov kılıcı Hlopov’un elinden kaptı, ağız dalaşı giderek sert bir kavgaya dönüştü.

Çar Mihail araya girmemiş olsaydı iki kelleden biri, ayaklarının dibine yuvarlanacaktı.

Yılı tekrar hatırlatayım: 1615!

400 yıl önce Türkler gibi kılıç yapıp yapamayacaklarını dert edinen Ruslardan şimdi S – 400 alma telaşındayız.

O kılıçları yapanlar da ecdadımızdı, daha sonra Rusya’ya karşı girilen her savaşı kaybedenler de!

Bunun nedenleri üzerine düşünmek, logoya uyduruk “kilij” koymaktan daha ilginç olabilir.