Kadınlara yönelik şiddet ile aile içi şiddetin önlenmesi ve bu şiddetle mücadele edilmesini hedefleyen İstanbul Sözleşmesi'nden Türkiye'nin çekilmesini Cumhurbaşkanı'na öneren platform, "bu konudan çekilme kararı" aldı.
Açıklamalarına göre "çok yorulmuşlar, yıpranmışlar ve başka hayırlı işlere ayıracakları enerjilerini" bu yolda tüketmişler.
İnsanın gözü yaşarıyor haliyle!
Meğerse bu beyler, İstanbul Sözleşmesi'nin "karşısında olanlar ile sözleşmeyi savunanları bir araya getirip konunun çözümü için" mücadele ediyorlarmış.
Ancak sonradan "mayınlı alana girdiklerini" anlamışlar.
Doğru anlamışlar ve aslına bakarsanız mayınlı alana bodoslama dalıp, nasıl çıkacağını bilmeyen de bu gruptan daha çok Recep Tayyip Erdoğan'ın bizzat kendisi.
AKP içindeki bir grup "aşırıcı", Akit gazetesinin de verdiği gazla bu konuyu gündeme taşıyana kadar kimsenin aklında İstanbul Sözleşmesi yoktu.
Sözleşme AKP hükümetince imzalanmış, TBMM'de kabul edilmiş, bizzat AKP hükümeti tarafından "sessiz devrim" diye seçim propagandası malzemesi haline bile getirilmişti.
"AKP içindeki bir grup aşırıcı" diye tanımladığım gruba başka nasıl bir isim verebilirim, bilemedim.
Bunlar da bu partinin temel çekirdeği gibi Siyasal İslamcı elbette ancak hepsinin aynı renkte olmadığını da biliyoruz.
Deyim yerindeyse "yeşilin 50 tonu" var ve bunlar en koyu renkli olanları!
Karısını döven eşin evden uzaklaştırılmasının, dayak yiyen kadının kolayca boşanabilmesinin, mahkemelerde "töre ve gelenek indirimlerinin" kaldırılmak istenmesinin, bu şahısların kafasındaki "aile birliği" tanımına uymaması normal.
Onlar istiyorlar ki adam sabah karısını döverse, karısı, akşama iyi yemekler hazırlayıp, kocasını uslu uslu beklesin.
Recep Tayyip Erdoğan'ın bu mayınlı alana bodoslama dalmasının nedeni de bir parti toplantısında, bazı milletvekillerinin bu konuyu gündeme getirmesi.
Büyükşehirlerdeki yerel seçim yenilgisinin ardından, suçu ve sorumluluğu atacak yer arayan Erdoğan yerine bildiğimiz tipik Erdoğan olsa, "kardeşim bu sözleşmeyi biz imzaladık, sessiz devrim yaptık" diye bunları geri çevirirdi ancak o "tartışalım, düzeltelim" deyince ok yaydan çıkmış oldu.
Ve o günden beri de Erdoğan bu meseleyi yönetemiyor.
İş o raddeye vardı ki küçük kızı sözleşmeyi savunan derneği yönetirken, küçük oğlu sözleşmenin hemen ve tümden kalkmasını savunan çemberin içinde!
Erdoğan, en iyi bildiği işi yapıp, kestirip atamıyor.
Bir tarafta kadın seçmen var, diğer tarafta hassasiyetle korumak istediği partisinin İslamcı çekirdeği.
Gönlü kuşkusuz ki "aşırıcılara" yakın ancak aklı kadın seçmen ile geleneksel İslamcı yoldaşları arasında gidip geliyor.
Kestirip atamıyor, çünkü biliyor ki önümüzdeki seçimde bir tek oya bile ihtiyacı var.
Dışardan baktığınızda bir kaş işaretiyle istediği her şeyi yaptırabilecek bir muktedir görüyoruz ancak gücünün zirvesindeyken böyle bir meseleyi çözemiyor, ertelemeye, zamana yaymaya bakıyor.
Belki de partisini iktidara taşıdığı günden beri ilk kez bir krizi yönetemiyor, gelişmelerin ardından bakıyor.
En güçlü olduğunuzu zannettiğiniz anın, aslında gücünüzü kaybetmeye başladığınız an olduğunu kim söylemişti hatırlamıyorum ama galiba Recep Tayyip Erdoğan'ın bu sözden kendisine bir ders çıkarması da gerekiyor.
* * *
Sözleşme işte bunun için lazım
Şanlıurfa'da üzerine kuma getirdiği resmi nikahlı eşini, "beni aldattı" diye döverek öldüren İsmail Kiraz, yerel mahkemede ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkûm edilmişti.
İstinaf Mahkemesi, Kiraz'ın cezasını "iyi hâl ve haksız tahrik" nedeniyle 18 yıl 4 aya düşürdü.
Yargıtay Başsavcılığı bu karara itiraz etti ancak Yargıtay'ın ne yönde karar vereceğini henüz bilmiyoruz.
İstinaf Mahkemesi yargıçları, İstanbul Sözleşmesi diye "usulünce onaylanmış uluslararası bir anlaşma" olduğunu bilmiyor olabilirler mi?
Sanmıyorum. Ancak biliyorlarsa da bildiklerini sallamadılar.
Hiçbir şekilde kanıtlanamamış bir aldatma" hikâyesini gerekçe gösterip, cezada indirime gittiler.
Kaldı ki kadının, eşini aldattığı hikâyesi doğru olsa bile bu kocaya, eşini öldürme hakkını vermiyor.
İstanbul Sözleşmesi, işte bu tür suçların cezasız kalmaması için gerekiyor.
Kültürel değerler, toplumsal töre ve gelenekler, dini inançlar şiddetin gerekçesi de cinayet de dahil suçu hafifletici nedeni de olamaz, sözleşme bunu istiyor.
Sözleşmeye karşı çıkanların istemedikleri şey budur:
Dayağı yiyen kadın susup otursun, ölürse de kocasına yazıktır, hapislerde çürütmeyelim!
Bunu açıkça söyleyemedikleri için de "aile değerleri, aile yapısı" gibi lafları geveleyip duruyorlar.
* * *
Paraları geri verin
Ankara Büyükşehir Belediyesi'nin, Covid - 19 salgınının ilk günlerinde başlattığı yardım kampanyası için toplanan paraya el konulmasına karar verildi.
Ankara Valiliği'nin emrine göre, belediye parayı yetkisiz olarak toplamış.
Erdoğan rejiminde, "belediyelerin yardım toplama yetkisi var" gibi akıllı uslu itirazlar getirmenin bir anlam ifade etmediğini hepimiz bir kez daha öğrenmiş bulunuyoruz.
Hukuk, Erdoğan isterse var, istemezse yok.
Bu kadar basit ve bu basit gerçeği içinize ne kadar sindirirseniz, o kadar sorunsuz bir hayat sürebilirsiniz.
Bu durumda yardım yapanların paralarının iadesini isteme hakları da doğuyor mu acaba?
Sonuç olarak bu paraları kimlerin gönderdiği, hangi banka hesaplarından havalelerin gerçekleştiği belli.
Niye paraya el koyuyorsunuz da sahiplerine iade yoluna gitmiyorsunuz?
O yardımları yapanlar, Fatih Sultan Mehmet gibi lanet okurlar, beddua ederlerse ne yapacaksınız?