Mehmet Y. Yılmaz

21 Mart 2025

Erdoğan “bu kadarı yeter” diyebilir mi?

Müteahhit havuzları ve kamu kaynaklarından beslenen medyada dile doladıkları “Ankara’daki devlet aklının İmamoğlu’ndan kuşkulanması” teranesini kusura bakmasınlar ama kimse yutmaz. Ankara’da Erdoğan’dan başka bir otorite kaldı mı ki ondan bağımsız bir “devlet aklı” olsun? Onun için bu palavrayı bir kenara bırakın, Türkiye’de olan ya da olmayan her şeyin bir tek sorumlusu var: Recep Tayyip Erdoğan

Adalet Bakanı’nın iddiasına göre Türkiye’de mahkemeler bağımsızmış, hiçbir organ ve makam yargı yetkisini kullananlara emir veremezmiş.

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli özel yardımcısından başka kimseyle görüşemiyor ama maşallah yattığı yerden her şeye de yetişiyor. O da Adalet Bakanı ile aynı kanıdaymış.

Türkiye’de yaşamasak insanın içini bir huzur kaplayabilir, “bırakalım bağımsız yargı kararını versin” diyebilirdim ama bu ülkede yaşıyorum; gazetecilik mesleğinde de yarım yüzyılı tamamlamak üzereyim.

“Görmediğim şey kalmadı” diyemeyeceğim çünkü bu 50 yılda göremediğim şeylerin başında “bağımsız ve tarafsız yargı” gelir.

Hepimiz biliyoruz ki bu soruşturma, adalet sisteminin değil, siyasetin soruşturması. Hukukun değil, siyasetin kurallarıyla yürütülüyor.

Üç yıl sonraki Cumhurbaşkanlığı seçiminde Recep Tayyip Erdoğan’ın gözü Ekrem İmamoğlu ile yarışmayı yemedi; olayın başı da bu, sonu da bu.

Gerçi siyasete bu tür müdahaleler milletimizin çok hoşuna gitmez ama bu hoşnutsuzluğunu ortaya koyabilmesi için de gerçekten serbest seçimlerin yapılabiliyor olması gerek.

Serbest seçim diyorum, Rusya, İran, Çin, Orta Asya diktatörlükleri gibi yerlerdeki seçimlere benzemeyen bir seçim.

Peki önümüzdeki genel seçim, gerçekten bildiğimiz anlamda bir serbest seçim olabilecek mi?

Serbest seçim demek, önce isteyen herkesin aday olabilmesi demek.

Kimin aday olacağına çeşitli yöntemlerle iktidar karar veriyorsa o serbest bir seçim değildir.

Sonra adayların eşit olduğu bir yarış demek.

Serbest propaganda demek. Polis ve jandarma marifetiyle muhalefetin propaganda olanakları sınırlanıyor, izne tabi tutuluyorsa o seçim serbest seçim sayılmaz.

Bağımsız hâkim gözetiminde gizli oy, açık sayım demek.

Bunlar olursa ne âlâ.

Erdoğan ve ekibi, siyaseti bu şekilde dizayn etme hevesinin kendilerine neye mâl olacağını o vakit görebilirler.

Peki Türkiye’de siyasete biraz ilgi duyan herkesin bildiği bu gerçeği Erdoğan bilmiyor olabilir mi?

Kuşkusuz ki biliyor ve yine de bile bile yapıyorsa ya Saray’da bir akıl tutulması yaşanıyor ve Erdoğan dolduruşa geldi ya da niyet artık çok farklı.

Adalet Bakanı buna “darbe” denilmesine kızıyor ama akla da başka kelime gelmiyor.

Müteahhit havuzları ve kamu kaynaklarından beslenen medyada dile doladıkları “Ankara’daki devlet aklının İmamoğlu’ndan kuşkulanması” teranesini kusura bakmasınlar ama kimse yutmaz.

Ankara’da Erdoğan’dan başka bir otorite kaldı mı ki ondan bağımsız bir “devlet aklı” olsun?

Eğer Ankara’da öyle bir vesayet odağı varsa ve Erdoğan da ona güç yetiremiyorsa kendisine verilen oylara yazık.

Onun için bu palavrayı bir kenara bırakın, Türkiye’de olan ya da olmayan her şeyin bir tek sorumlusu var: Recep Tayyip Erdoğan.

Türkiye’deki rejim için “demokrasi” sıfatını artık kullanamayız.

Bir “otokraside” yaşıyoruz. “Tek adam” yönetiminin her özelliğini haiz bir otokrasi!

Yürütme gücü hem yasamaya hem de yargıya tam olarak hâkim.

İşleri bu noktaya getirdikten sonra tam da bugün sormamız gereken soru bu: Erdoğan nerede durabilir? Durabilir mi?

Bu noktadan sonra daha ileri gitmeyecekse, buraya kadar yaptıkları çok saçma.

Normal şartlar altında kendisine çok zarar vereceğini bildiği bir şeyi yapıp, orada durmak hiçbir “müdebbir otokratın” yapmayacağı, yapamayacağı bir şey.

İmamoğlu’nu seçime sokmayıp, Mansur Yavaş ile yarışmayı mı göze alacak?

Sanmıyorum.

Bir çorap da onun başına örmek isteyeceklerdir ve Türkiye’de adalet sisteminin bugün geldiği noktada bunu yapmak çok kolay.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde geçmiş dönemlerde yapılmış ve müfettişlerin inceleyip savcılığa gönderme kararı verdiği dosyaları sumen altına atıp, İmamoğlu ve ekibi için soruşturma yapıyorsanız niyetiniz ve savcılığın hangi amaçla faaliyet gösterdiği zaten belli demektir.

Aynısını Ankara için de yaparlar, kuşku duymayın.

Öte yandan otokrasimizin bugün geldiği noktada artık ne Anayasa var ne de kanun.

Her otokrat bilir ki bir kere Anayasa ve kanunları yok sayarsanız yarın aynısı iktidardan gittiğinizde sizin başınıza da gelir.

Zaman aşımı mı? 30 yıl sonra diploma iptal edilen bir ülkede artık zaman aşımı mı olur?

Dokunulmazlık mı? “Dokunulmazlık görevi ile ilgili, o yaptıkları görevlerinin arasında yok” gerekçesini hatırlıyor musunuz?

Hiçbir otokrat bunu göze alamaz.

Burada duramaz, “bu kadarı yeter” diyemez.

Moralinizi bozmak istemem ama çok daha ağır uygulamalar ve hukuksuzluklara hazırlıklı olalım.

Demokrasi ortak paydasında buluşmaktan ve haksızlıklara, hukuksuzluklara, kanunsuzluklara karşı bir arada durmaktan başka çare yok.

Bu arada çok can yakarlar, bunu da artık hep birlikte göze almak zorundayız.