“Muhafazakâr camiada” içinde tanınmış hocaların değerlendirmelerinin de bulunduğu bir WhatsApp mesajı dolaştığını Ahmet Taşgetiren’in Karar’daki yazısından öğrendim.
Mesajın özeti şu: Dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan olmayalım.
Burada “Dimyat’taki pirinç”, bugünkü AKP politikalarından rahatsız olan ve daha doğru bir siyaset olanağı bulunabileceğine inanların arayışları oluyor.
Bu Babacan’ın partisi midir, Davutoğlu mudur, yoksa İslamcı muhafazakârlara ters gelmeyen başka bir oluşum mudur, bilemiyorum.
“Evdeki bulgur” ise, bildiğiniz Recep Tayyip Erdoğan’ın iktidarı.
Taşgetiren şöyle yazıyor:
“İçinde tanınmış hocalarımızın da bulunduğu, diyelim - aksakal - bir çevre, insanların iktidar konusunda daha sorgulayıcı hale geldiğini, yeni arayışlara girdiğini, bunun da iktidarı kaybetme riskini ortaya çıkardığını düşünüyor, seslerinin etkili olacağına inandıkları insanlara ‘işin içinde evdeki bulguru kaybetme riski var’ ikazında bulunuyor. Yani kazanımları kaybetme riski.”
“Muhafazakâr camia” AKP için “ya giderse” kaygısı taşıyormuş ama ondan da etkili olanı “ya gelirse” kaygısı imiş ki bu da iktidara CHP’nin gelerek “kazanımları geri alabileceği” endişesini körüklüyormuş.
“Muhafazakâr camianın”, Recep Tayyip Erdoğan için özel olarak tasarlanan yetkilere sahip Cumhurbaşkanlığı makamına, onun tam tersi fikirlere sahip birisinin gelmesinin yaratabileceği sorunları aradan geçen bunca yıldan sonra akıl etmiş olması ilginç.
Buna başkanlık sistemine geçiş için yapılan referandumdan hemen önceki bir kaç yazımda dikkat çekmiştim ama demek ki ya anlamamışlar ya da Erdoğan’ın kutsal iktidarının ilelebet süreceğine inanıyorlarmış. (Bu yazılardan bir örnek: https://mehmetyyilmaz.com/hurriyet/sistemi-kisiler-uzerine-kurmak/)
Ancak üzülmesinler, “kazanımlarını” koruyabilmelerinin sihirli formülünü tekrar vereceğim, belki bunu okurlar.
Bu ülkenin temel sorunlarından birisi herkesin “kendi kazanımının” derdinde olmasıdır.
“Benimkini koruyayım da başkasının başına ne gelirse gelsin” diye açıkça söylemezler elbette ama zihinlerin gerisinde bu yatar.
Oysa herkes bilmelidir ki kendi kazanımlarını koruyabilmenin yolu, başkalarının haklarını da en az kendinde gördüğün haklar kadar savunabilmektir.
Buna da kısaca “demokrasi” diyoruz.
Memlekette gerçek bir demokrasi olursa ne muhafazakârların kazanımlarını bir gecede çöpe atabilmek mümkün olur ne de laiklik elden gider.
“Ya yarın seçimi kaybedersek ve başörtüsü yasakları geri gelirse” diye endişelenenler, bugün mesela Osman Kavala’nın özgürlüğü için endişelenebilmiş olsalardı, sorunları çoktan çözülmüş olurdu.
Tersi de doğru.
Bugün “laiklik elden gidiyor” diye endişelenenler, geçmişte muhafazakâr insanların kişilik hakları için endişelenmiş olsalardı, bugünkü endişelerini yaşamazlardı.
Temel insan haklarını ve ifade – inanç özgürlüğünü güvence altına alacak olan şey, demokrasinin tüm kurum ve kurallarıyla işliyor olmasıdır.
Her kesimin endişelerini giderecek sihirli formül işte burada:
“Hesap verebilir, liyakati esas alan bir idare, güçlü – bağımsız – tarafsız bir yargı, kanunları yaparken yürütmeyi de en geniş anlamıyla denetleyip, dengeleyecek yasama.”
Bu sihirli reçete, endişeli muhafazakârlar için olduğu kadar, endişeli modernlere de yararlı olacaktır; endişeye mahal yok yani.
***
Ticari sır!
Rıdvan Dilmen’in TRT’den aldığı ücret ile ilgili dedikodulardan sonra yine aynı şeyi duyduk: TRT, kime ne kadar ödediğini açıklamıyor çünkü bunlar ticari sır imiş!
Rıdvan Dilmen, kendisi bizzat “tek kuruş bile almıyorum” diye açıkladığına göre, TRT’nin “Sayın Dilmen’e her hangi bir isim altında bir ücret ödenmemektedir” diye açıklama yapması niye bir ticari sırrı açıklamak oluyor, anlamak mümkün değil.
Bir sır varsa bu Dilmen ile TRT arasındaydı ve Dilmen de sırrını açıkladı zaten.
Öte yandan ticari sır, kamu kesiminin harcamalarında arkasına sığınılacak bir zırh da sayılmamalıdır.
Paranın sahibi millettir ve ona parasını nereye, nasıl harcadığının açıklanması ticari sırrı açığa vurmak anlamına gelmez.
Bizim ülkemizde bu pek gündeme getirilmez ama bir demokrasinin olmaz ise olmaz şartlarından birisi de “bütçe yapma hakkıdır”! Millet adına yasama yetkisini kullanan organ ki bizim Anayasal düzenimizdeki adı Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir, bu hakkı elinde tutar. Bütçe kanununu çıkarır, yürütmeyi gelirleri toplamak ve harcamaları yapmak için yetkilendirir. Böyle bir yetki olmadan bunların hiçbiri yapılamaz. Yapılıyorsa orada temsili demokrasiden söz edilemez. Yasama, bütçe yapma yetkisini elinde tutarak yürütmeyi dengeler, denetler. Eğer Türkiye bir demokrasi değil de bir orta çağ krallığı olsaydı, kral ya da padişah parayı keyfine göre harcardı, kimse de bunun hesabını soramazdı. Çağdaş demokrasilerde bütçeden finanse edilen kurumların şeffaflığı meselesi de önemlidir.
TRT’nin amacı kar elde etmek değildir.
TRT kamu yayıncılığı yapmakla görevlidir ve bunu da kamu kaynaklarıyla yani bizlerden toplanan vergilerle finanse eder.
Ancak TRT, kamu kaynaklarını kullanarak özel televizyonlarla rekabet etmek gibi garip bir işe de kalkışıyor.
TRT’nin pahalı yapımlarla, pahalı programlarla yaptığı şey aslına bakarsanız kamu kaynaklarının üçüncü şahıslara devrinden başka bir şey de değildir.
Ve vergilerimizden yapılan bu para transferi, ticari sır gerekçesinin ardına gizlenmemelidir.
***
Mutlu elmaslar!
Cumhurbaşkanı’nın eşi Emine Erdoğan, geçenlerde yazdığı bir kitap vesilesiyle açıkladı ki en çok Afrika gezilerine katılmaktan hoşlanıyormuş.
Erdoğan ailesinin kitap yazmaya bu kadar meraklı olmasını da çok takdir ediyorum. Okumasalar da yazabiliyorlar ki bu yine de iyi bir şey.
Emine Hanım, kitabının tanıtımında özellikle Afrikalı kadın ve çocukların çektiği sıkıntılardan etkilendiğini de açıkladı.
Cumhurbaşkanı’nın eşinin böyle hassasiyetleri olması iyi bir şey.
Ancak kişi başı geliri 10 bin doların altındaki bir ülkenin yöneticisinin eşi olarak aksesuar konusunda biraz daha dikkatli olmasını beklerdim.
50 bin dolarlık Hermes çanta olayının ardından bu saat işi iyi olmadı derim.
Hele Afrikalı kadın ve çocuklar için endişelenirken, Afrika’daki “kanlı elmas” sorununu bilmiyormuş gibi “mutlu elmaslar” taşıyan saatler takması hiç olmadı.
Chopard’ın kol saati Happy Diamonds serisindenmiş, fiyatı da 300 bin liranın üzerinde.
Ben kamu yöneticilerimizin aldığı hediyeler meselesine takık durumdayım, eski okuyucular bilir.
Bu saat bir hediye midir yoksa Cumhurbaşkanı tutumlu bir insan olduğu için maaşından arttırdı ve eşine bir saat mi aldı, bunu bilmiyoruz.
Eğer bu yerli ya da yabancı bir şahıs ya da şirketin hediyesiyse, beyan edilmiş ve Hazine’ye teslim edilmiş olmalıydı.
Çünkü değeri, yasal olarak kabul edilebilecek hediye değerinin çok ama çok üzerinde.
Saati Cumhurbaşkanı şahsen satın aldıysa da iyi günlerde kullanmasını temenni ederim.
Ancak faturasının bir kopyası da yayınlanırsa torba olmayan ağızları büzebilmek daha kolay olacaktır.
Seçime az bir süre kalmışken bunun muhalefetin diline dolanması hiç hoş olmaz doğrusu.