Avrupa Konseyi üyesi 47 ülke içindeki yarışta maalesef Rusya’nın ardından ikinci sıradayız.
Cumhurbaşkanımız ve Devlet Bey ellerinden geleni yaptılar ama rakip Rusya olunca işleri zor tabii.
Konsey’in yayınladığı rapora göre Rusya’da her 100 bin kişiden 328’i, Türkiye’de ise 325’i cezaevinde.
Avrupa resmen nal toplamış: 100 bin kişiden sadece 102’sini hapse gönderebilmişler.
Ancak Rusya’nın birinciliği de çantada keklik değil.
Türkiye, Erdoğan rejimi sayesinde son on yılda öyle bir atağa kalktı ki yakında birinciliği ellerinden alabiliriz.
Hapse atılanların sayısı son on yılda yüzde 89,3 oranında artmış bulunuyor.
Biliyorsunuz Recep Tayyip Erdoğan’ın bu hayattaki en büyük karın ağrısı, yaptığı iyi işlerin görülmemesi.
O da insan tabii, her insan gibi övülmek istiyor, beğenilmek istiyor, takdir görmek istiyor.
Ve işte görüyorsunuz kamu kaynaklarını seferber edip sahiplik yapısını değiştirdiği ve benim paramla beş para etmez yazar ve yöneticilere servet ödediği medya bile bu büyük başarısını takdir edememiş bulunuyor.
Dün baktım, kendimi Fahrettin Bey’in yerine koyup, sinirlendim. Kimse bu haberi yayınlamamış.
Birincilik kıl payı kaçmış, onurlu bir ikincilik elde edilmiş ama heyhat! Yandaş medya bile bunu takdir etmiyor.
Oysa şartlı tahliyeleri de bu rakama ekleyerek verseler şampiyonluk garanti!
Ben kabaca hesapladım, onları da eklersek Rusya’ya tarihi fark atarız.
Erdoğan’ı bir kez daha övmezsem gücüne gider, hapishane inşaatında da zirveye oynuyoruz.
“Adalet” konusunda en iyi noktada olduğumuz konu da bu: Yeni inşa edilen hapishanelerin sayısı!
Savcılarımız biraz daha çalışkan olsalar rekorları altüst etmemiz işten bile değil.
2020 yılında açılan 8 milyon soruşturmada tam 13 milyon kişi şüpheli olarak ifade vermiş ama tutuklanan bunların dörtte biri bile değil. Gel de üzülme!
Benim Erdoğan’a bu konuda bir eleştirim var: Devlet Bahçeli niye başsavcı ve baş yargıç değil?
Bahçeli’nin hain ve suçlu ilan ettiklerini hapse atsak, rekoru çoktan kırmıştık.
Bu da benden bir “yapıcı eleştiri” olsun!
Çizgi: Tan Oral
* * *
Oruç polisliği, inananlara güvensizliktir
İstanbul’daki Atilla Uras Anadolu Lisesi Müdürü, ramazan başlarken bir talimat verdi:
Oruç tutmayan arkadaşlar ve personel, yiyecek – içecek ihtiyacını mutfakta gidersin!
Bu okula ismini veren hayırsever Atilla Uras, “oteline çökülen” kişi midir, yoksa başkası mıdır bilmiyorum. Zaten bu, konumuzun dışında.
Okul müdürü geçmişinde “basit tehdit” suçu işleyerek ceza alan birisi. Nasıl müdür olabilmiş acaba?
Dikkatimi çeken okulda çalışanları ikiye ayırması: Arkadaşlar ve personel!
Belli ki “arkadaşlar” dediği öğretmenler, “personel” dediği de okuldaki diğer emekçiler.
Kendisini “personelden” ayırmış oluyor böylece.
Yerleri silip süpüren, tuvaletleri temizleyen, idari işleri yürütenlerden “bir çıt üstte” konumluyor kendisini.
Böyle tiplere işyerlerinde çok rastlanır. Kendilerini önemli adam zannederler, genel hizmetleri görenleri küçümserler.
Konumuz bu da değil: İçimden gelen her şeyi söyleyerek adalet istatistiklerini değiştirmemek için bu konuyu geçiyorum.
O okulda görevli, oruç tutan bir “arkadaş ya da personel” olsam bu talimat beni çok üzerdi.
Belli ki oruç tutanların, etrafta yiyip, içen birilerini görünce nefislerine hâkim olamayacaklarına ilişkin bir inancı var.
Oysa oruç tutmak, aç kalmaktan ibaret bir ibadet değil. Oruç, nefis terbiyesi için tutulur.
Nefsin terbiyesi ile ilgili ve inançlı bir kişi oruç tutmaya karar veriyorsa isterse çevresindeki herkes her an “ejder meyveli smoothie” içsin, bu durumdan etkilenmez.
Ancak bu adamın yalnız olmadığını biliyoruz.
Ramazan gelince böyle “oruç polisliğini” vazife edinenlere çok rastlanıyor.
Bu adam ve benzerleri, Müslümanları, inancını her an kaybedecek kadar zayıf karakterli insanlar zannediyor olmalılar.
Gerçekten öyle midir: Oruç tutanlar, yemek yiyen, su içen birisini görünce niyetlerini bozarlar mı? İtikatları bu kadar zayıf mıdır?
Bu mübarek ramazan ayında, Müslümanlar bunu kendilerine bir sorsunlar isterim.
* * *
Doğruluktan şaşmayalım!
Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, bu ramazanın ana temasının “doğruluk” olacağını açıklamıştı.
“Yalanın gerçeği de sanalı da kötüdür” diyerek, ramazan ayında doğruluğun ne kadar önemli olduğunu anlatacaklarını açıklamıştı.
Ancak yetkililerin yaptıkları konuşmalardan görüyorum ki Diyanet İşleri Başkanlığı, bu konuda devletimizin üst düzey yönetimi üzerinde çok da etkili olamamış.
Acaba bu cuma devletimizin tüm üst düzey yetkililerinin katılacağı bir teravih kılınsa ve Ali Erbaş Hoca bu vesileyle “doğruluk” konusunu bir kez daha hatırlatsa, nasıl olur?
Çünkü atılan nutuklara bakarsak doğru söyleyen bir Allah’ın kulu yok.