İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya'nın açıklamasına göre Türkiye'de "geçici koruma statüsü" verilmiş 3 milyon 103 bin Suriyelinin 729 bini beyan edilen adreslerinde bulunamamış.
Yerlikaya'nın açıklamasına göre, beyan edilen adreslerine 90 gün içinde dönmeyen Suriyeli sığınmacılara iki ay ek süre verilecek.
İki ay ek süre verileceği bugünden belli olduğuna göre neden en baştan adreslerine dönmeleri için beş ay süre tanınmamış, bunu bilmiyoruz.
Belli ki bu da bir tür "belediye yasağı" gibi işleyecek.
Ek sürelere tanınacak ek süreler ve onlara tanınacak ek sürelerle bu iş sonsuza kadar "yapılıyormuş gibi" yönetilebilir.
Zaten AKP iktidarının en belirgin özelliklerinden biri de bu: Algıyı yönetmek, ülkeyi yönetmekten daha önemli.
Vatandaşlarda göçmenler konusunda bir şeyler yapılıyormuş algısını yaratmak hedefleniyor belli ki.
Bakan'ın açıklamalarına göre kayıtlı oldukları adreslere dönmemekte ısrar eden geçici sığınmacılar, kendilerine tanınan haklardan ve kamu hizmetlerinden yararlanamayacaklar.
Bildiğimiz kadarıyla, AB tarafından Suriyeli göçmenlere kişi başına yapılan çok cüzi bir ödeme dışında ekstra bir kamu hizmeti sağlanmıyor.
Bir ara bu rakam 150 lira civarındaydı. Enflasyon çıldırınca buna da zam yapıldı mı, bilmiyorum.
Acaba geçici sığınmacılara sağlanan ancak kamuoyuna açıklanmamış başka avantajlar var da bizlerin mi haberi yok?
Göçmen karşıtlığından kaynaklanan dezenformasyona bakmayın, geçici sığınmacılar iddia edildiği gibi bir eli yağda bir eli balda yaşamıyorlar.
Çoğu kaçak olarak, sigortasız işlerde, çok düşük ücretle çalıştırılıyor ve hükümetin bu işe bakışı da zaten bu "ucuz işgücü" ihtiyacından etkileniyor.
Lafa geldiğinde "ensar – muhacir" mavalı okumak kolay da "Anadolu kaplanlarının" din kardeşliğini gözetip, eşit işe eşit ücret ödemedikleri de herkesin bildiği bir "sır"!
Hastalık gibi durumlarda kamu hizmetinin kesilmesi ve hastaların tedavisinin yapılmaması da herhalde söz konusu olmayacak.
Yani diyeceğim şu ki Bakan Bey'in "herkes kayıtlı adresine dönsün, yoksa kamu hizmetlerinden yararlanamazsınız" uyarısı, içi boş bir tehdit.
Teorik olarak Türkiye'nin en küçük yerleşim yerinde bile bir birimi olan bakanlık, bu kişileri bulamıyor da kendiliklerinden gelmelerini mi bekliyor?
Belli ki bakanlığın bir birimi olan Göç İdaresi Başkanlığı ipin ucunu iyice kaçırmış.
Düzensiz göçle gelenlerin kaç kişi olduğunu bilemediği gibi "düzenli olarak kaydedilmiş" Suriyeli geçici sığınmacıların da nerelerde yaşayıp, çalıştıklarını bilmiyor.
Dile kolay, adresinde bulunamayan 729 bin kişiden söz ediliyor.
Her dört sığınmacıdan birinin nerede olduğunu, ne iş yaptığını, kime ve neye hizmet ettiğini bilmiyoruz!
Bundan daha büyük bir güvenlik sorunu olabilir mi?
* * *
Geri Kabul Anlaşması'nı konuşma zamanı
Sadece Türkiye'nin uymak zorunda olduğu ama AB tarafında kimsenin kendisini bu anlaşma ile bağlı hissetmediği bir düzen, devletler arasındaki eşitlik ilişkisine uymuyor |
Almanya, vize başvuruları reddedilenlerin itiraz hakkını askıya aldığını duyurdu.
Schengen ülkelerine seyahat için vize başvuruları reddedilenlerin sayısı da her geçen gün artıyor.
Dışişleri Bakanlığı'nın internet sitesinde "Vatandaşlarımızın Schengen Alanına Vizesiz Seyahati, Geri Kabul Anlaşması ve Göç Eylem Planı" başlığı altında şu yazılı:
"AB tarafı, bugüne kadar vize muafiyeti tanımayı öngördüğü ülkelerle önce Geri Kabul Anlaşması (GKA) imzalamış, bu Anlaşma'nın yürürlüğe girmesiyle birlikte bu ülkelerle vize muafiyeti sürecini gündeme getirmiştir."
AB ile Türkiye arasında bu anlaşma imzalandığında Ahmet Davutoğlu, Başbakan idi.
O günlerde "vize serbestisi yol haritasının" kısa sürede tamamlanacağını ve Türk vatandaşlarının yılda 90 gün süreyle AB ülkelerine vizesiz olarak seyahat edebileceklerinin açıklandığını da hatırlayalım.
Türkiye, iktidarın paranoyaya varan demokrasi korkusu nedeniyle, yol haritasındaki 72 kriterin küçük bir kısmını yerine getiremedi.
Ancak geri kabul anlaşması işliyor, Türkiye kendisi üzerinden AB ülkelerine yönelik yasa dışı göçmenleri kabul ediyor. Suriyeli geçici sığınmacıların durumu, zaten bu anlaşmanın kapsamı dışında.
Yerine getirilmeyen kriterler ve Türkiye'de zorlaşan hayat koşulları, gençlerin bu ülkenin geleceğinden ümidi kalmaması gibi nedenlerle Schengen bölgesi ülkelerine şu ya da bu yolla girip, yerleşmek isteyenlerin sayısında artış olduğu bir gerçek.
Bu ülkelerin yöneticilerinin de bizimkiler gibi "kim olursan ol gel, kapımız sana açık" demelerini bekleyemeyiz çünkü onlar öncelikle kendi ülkelerinin refahını ve çıkarını kolluyorlar.
Onun için vize işlemlerindeki sıkıştırmayı bir yere kadar anlayabilmek mümkün.
Ama öyle görünüyor ki bu iş, AB'nin yasa dışı göç korkusunun ötesinde bir boyuta geldi.
Gazeteciler, sanatçılar, iş güç sahibi tüccarlar, sanayiciler bile vize almakta sıkıntı yaşıyorlar.
Görev için bu ülkelere gitmek durumunda olan gazetecilere bile üç – beş günlük vize veriliyor.
Recep Tayyip Erdoğan'a kızdıkları ve bu nedenle Türk vatandaşlarını cezalandırmak istedikleri için mi böyle yapıyorlar?
Bunu bilmiyoruz.
Ancak vizesi reddedilenlere bakacak olursanız "yasa dışı göçü önlemek" ile ilgili endişelerin başrolde olduğunu söylemek zor.
Kim gerçekten turist, kim iş için gidiyor, kim bir yolunu bulup kaçak olarak AB ülkelerinde kalacak, bunları vize başvurularında istenen evraktan öngörebilmek zor değil.
Belli ki Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına karşı sistematik bir uygulama bu.
Bu durumda da Geri Kabul Anlaşması'nı kaldırıp bir kenara koymanın zamanı geldi demektir.
Sadece Türkiye'nin uymak zorunda olduğu ama AB tarafında kimsenin kendisini bu anlaşma ile bağlı hissetmediği bir düzen, devletler arasındaki eşitlik ilişkisine uymuyor.
Geri Kabul Anlaşması'nı tek taraflı olarak feshetmemiz mümkün, anlaşmanın hükümleri içinde bu da var.
Vatandaşlarının eşit muamele görmesini Erdoğan yönetimi sağlamayacaksa, kim sağlayacak?
Mehmet Y. Yılmaz kimdir?Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya'da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi parasız yatılı olarak Denizli Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden 1977 yılında mezun oldu Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara'da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi'nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini de bir süre yürüttü. 12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş'e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazete ve dergilerini yayınladı Askerlik görevini Kara Harp Okulu'nda tamamladıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları'nda mesleğe döndü. Gelişim Yayınları'nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu 1985 yılında Hürriyet'e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu'nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınladı. Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık'ın 1 Numara Yayıncılık'a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30'u aşkın derginin kuruculuğunu yaptı. 1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yılın sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda da Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü. 2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğü görevine getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grububu'nun CEO'luğu görevini üstlendi. 2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018'den itibaren T24'te yazmaya başladı. Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı", "Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma", "Aşktan Sonra Hayat Var Mı", "Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür" isimli kitapları yayımlandı. "Aşk Herşeyi Affeder mi" isimli uzun hikâyesi de kitap olarak yayınlandı. "Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci" olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ile futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor. |