MİT’in yeni binası Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın duasıyla açıldı. Önce Erbaş dua etti, ardından kırmızı kurdele kesildi.
Erbaş’ın duasını, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının hangi kısmının inancına göre yaptığını bilemiyorum.
Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi bir dini yok.
Vatandaşları da neye isterlerse ona inanmakta serbestler.
İktidar partisinin zaten en önem verdiği konu da buydu hatırlarsınız: Tüm insan hakları içinde, birincilik 'inanç özgürlüğünün' idi.
Onun için haliyle merak ediyor insan, Diyanet İşleri Başkanı hangi inanç adına dua etti, diye.
Bilinen demagojiyi tekrarlamak isteyenler olacaktır kuşkusuz: Halkımızın yüzde 99’u Müslüman.
Evet bazen öyle diyorlar ama bazen de öyle değilmiş gibi davranabiliyorlar.
Kendileri gibi inanırsan Müslüman olabiliyorsun da aynı kitaba ve peygambere inancını onlardan farklı biçimde dile getirirsen Müslüman sayılmayabiliyorsun.
Belli olmuyor yani, duruma göre bazen ülkenin yüzde 99’u Müslüman, bazen değil.
Kaldı ki geri kalan yüzde 1’i ne yapacağız?
MİT onlara da hizmet vermeyecek mi? Onların vergileri de MİT gibi kamu kurumları için harcanmıyor mu? Onlar da askere gidip, vergi vermiyorlar mı?
Eğer ille de dua etmek gerekiyorduysa bir haham ile birlikte Katolik, Protestan, Ortodoks papazları da bulundurulmalıydı.
Böylece MİT’in dua koruması altına alınması meselesi vatandaşlar arasında ayrımcılık görüntüsü vermeden halledilebilirdi.
Ateistler zaten dua etmiyorlar, onlar için bir çaba göstermek gerekmezdi ama deistleri de ihmal etmek doğru olmadı.
Erdoğan rejiminin belirgin özelliklerinden birisi otoriterlik ise ikinci özelliği de Sünni İslam’ın belli bir yorumunun rejimin eylemlerine hakim olmasıdır.
Hatta bunun 'resmi bir din' görüntüsü de veriyor olduğunun altını çizelim.
Bunu da devlet içinde Diyanet İşleri Başkanlığı temsil ediyor.
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın görevi, kuruluş kanununa göre şu:
"İslam dininin inançları, ibadet ve ahlak esasları ile ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmek."
Ancak son zamanlarda hangi taşı kaldırsanız altından Diyanet İşleri Başkanlığı çıkıyor.
Mesela Milli Eğitim Bakanlığı ile Diyanet İşleri arasında bir protokol yapıldı ve buna göre okul öncesi ve ilkokul sınıflarında değerler eğitimi derslerini verecek olanları il müftülükleri belirleyecek.
Bu 'öğretmenlerden' biri Bolu’da çocuklara şunu anlatmış: "Çalışan kadının aldığı ekmek haramdır."
Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Koordinasyon Planı’na taraflardan biri de Diyanet İşleri Başkanlığı.
Gazze’ye yardım kampanyası mı düzenleniyor? Sorumlu yine Diyanet.
Türkiye’de hiçbir kamu kurumuna nasip olmayacak boyutlarda bütçesiyle Diyanet her yere yetişiyor!
Sadece Türkiye de değil...
Bişkek’e cami yaptırmışlar, 35 milyon dolara! 20 bin kişilik.
O parayla Bişkek’in yarısını alırsınız ama şimdilik bunu geçelim.
Cibuti’ye bir cami yaptırmışlar, 12 milyon lira. Adı 2. Abdülhamit Camii ve Külliyesi.
Cambridge Üniversitesi kampüsüne yapıldı, 60 milyon lira!
ABD’nin başkentindeki 100 milyon dolarlık Diyanet Center of America’yı da unutmayalım.
Liste uzayıp gidiyor: Kazakistan, Belarus, Moskova, Tokyo, Köln, Haiti., Tiran, Üsküp, Göteborg, Çad, Fildişi Sahili, Venezüela, Georgtetown.
Milli Eğitim Bakanlığı’nın yerine getirmesi gereken birçok görev protokoller ile Diyanet’e devredildi.
Ve dışarıdaki yoğun faaliyete bakarsanız pek yakında Dışişleri Bakanlığı’nın yerini Diyanet İşleri yurtdışı teşkilatı alacak!
Bütün bunlar, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kuruluş kanununda verilen görevlerin neresine sığıyor?
* * *
Soru, bu tiradın neresinde?
Hürriyet Genel Yayın Müdürü Ahmet Hakan, önceki gece televizyonda AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı karşısına alıp, sıkı bir tirat attı:
"Ekonomiden söz edelim isterseniz. Siz sürekli çıktınız her konuşmanızda 'Bu faizin inmesi lazım' dediniz. 'Faiz inmeli, inmeli' dediniz. Siz faiz inmeli dedikçe, bunun enflasyonu da indireceğini söylediniz. Bunu söyledikçe bütün ekonomi uzmanları 'Bu felaket olur, bu yapılmamalı' diye feveran ettiler. Ben de onlardan çok etkilenmiştim. Şimdi faiz indi. (Ahmet Hakan tam burada müstehzi bir kahkaha atıyor. Erdoğan da tebessüm ediyor.) Ve enflasyon da iniyor yani hakikaten de. (Erdoğan söze karışıyor ve "daha da inecek" diyor.) Bu bir süreç yani aslında. 2008’den beri bunu söylüyorsunuz. (Erdoğan "hep söylüyorum" diyor.) Hep söylüyorsunuz, evet. Gerçekten felaket senaryoları yazdılar yani, faiz indiği anda 'Ooouu ülke şey olacak, hatta Merkez bankası Başkanı direniyordu indirmemek için, onu destekliyordu herkes. İyi direniyor da hiç değilse ülke ekonomisine bir şey olmuyor' filan deniliyordu. Halbuki hakikaten faiz indi, enflasyon da iniyor. Ekonomide de herhangi bir olumsuz tablo yok. Hatta tam tersine..."
Soru nerede diye hâlâ merak ediyorsunuz, değil mi?
Merak etmeyin hiç, üç televizyoncunun Erdoğan’ın karşısında oturuyor olmalarındaki amaç soru sormak değil zaten.
Onlar orada dekoru tamamlamak üzere bulunuyorlardı, soru sormak için değil.
Erdoğan ile söyleşi yapan gazetecilerin ellerine soruların, yazılıp verildiğini biliyoruz.
Ahmet Hakan da o kategoriye giriyor mu, yoksa "yetenekli çocuktur, kendisi nasıl sorulacağını bilir" denilip, serbest bırakılıyor mu, bilemeyeceğim.
Ancak şunu söyleyebilirim: Enflasyon hesaplarında kullanılan sepetin bileşimini ve her ay biraz daha artan işsizlik ile gıda maddeleri fiyatlarındaki yükselişi sormamakla çok doğru yaptı.
"İki tane doğru soru soracağım diye, bunca nimeti tepmenin ne alemi var, rahat mı battı" diye düşünmüş olmalı.
"Doğru soru soramadım" diye üzülmesin sakın, herkes biliyor niye soramadığını.
"Erdoğan’ın ekonomik başarıları" konulu tiradının orta yerinde attığı o müstehzi kahkaha ise 10 numaraydı.
Damadın biraderini de buradan uyarmış olayım: Ahmet Hakan’ın rekabetiyle baş etmen zor görünüyor dostum!
Bu yetenek, senin pabucunu dama attıracak gibi.