AKP’nin normal ve meşru bir seçimle yenilemeyeceğini düşünenleri tatlı bir telaşın sarmakta olduğunu görüyorum.
İki yeni parti yola çıkmak üzereymiş.
Abdullah Gül-Ali Babacan ekibi seçim sonuçlarını bekleyecekmiş ama Ahmet Davutoğlu’nun kuracağı partinin zaten her şeyi hazırmış vs.
Bu haberlerden heyecan duyanlara şunu söylemeliyim:
Siyasi parti kurmak, Ankara’da bir genel merkez binası kiralayıp, şu kadar kurucu kişiyi bir araya getirmekten ibaret bir iş değildir.
Hatırladığım kadarıyla Türkiye’de seksen siyasi parti var.
Ama Türkiye’de siyaset gündeminin içindeki parti sayısı 5’i, bilemediniz 6’yı geçmiyor.
Çünkü toplumsal bir tabanı olmayan, toplumdaki bir talebe karşılık gelmesi için kurulmayan siyasi partiler, önünde sonunda bir fikir kulübü olmaktan ileri gidemiyorlar.
Davutoğlu’nun ya da Gül-Babacan ikilisinin kuracakları partilerin böyle bir ihtiyaca yanıt verdiklerini mi düşünüyorsunuz?
Davutoğlu, Erdoğan’a göre daha sert bir İslamcı çizgide.
Abdullah Gül-Ali Babacan’ın siyasi çizgisinin de İslamcı bir temel üzerine oturacağını, “bir ihtimal Erdoğan’dan daha demokrat olduklarını” varsayabiliriz.
Şu anda Türkiye’de böyle bir toplumsal ihtiyaç var mı? Böyle bir talebi dile getiren, peşine düşen bir sosyal sınıf söz konusu mu?
Türkiye’de kendisini “milliyetçi-muhafazakâr” diye tanımlayan, referansını İslam’dan alan seçmen topluluğunun “daha demokrat bir Türkiye” için yanıp tutuştuğunu zannetmeyiniz.
Erdoğan ve partisi AKP, Davutoğlu-Gül-Babacan’ların temsil etmeye niyetli olduğu herkesi temsil ediyor ve üstüne bir de iktidar nimetlerini dağıtmak gibi bir avantaja sahip.
AKP, bir davanın izleyicisi olarak çıktığı yolda giderek Erdoğan’ın çiftliğine dönüştü.
Bu süreç yaşanırken, bu beyler o partinin içindeydiler, itiraz ettiklerini, bunu engellemeye çalıştıklarını duymadık.
Otur dediğinde oturdular, kalk dediğinde kalkmakta bir an tereddüt etmediler.
Ve üstelik şu anda bütün medya gücü de Erdoğan tarafından kontrol ediliyor.
Türkiye, AKP’nin kurulduğu 28 Şubat şartları ile kıyaslanamayacak kadar ağır bir baskı rejimi altında.
Onun için AKP’nin bölünerek, zayıflayacağını hayal dahi etmeyin derim.
Tam tersine, AKP’nin bir-iki seçim dönemi içinde MHP’yi tamamen yutarak milliyetçi-muhafazakâr seçmenin tek partisi haline dönüşeceğini ömrümüz yeterse göreceğiz.
AKP iktidarını seçimle yıkacak parti, onu tekrarlayan, taklit eden, orasından burasından tırtıklayan bir parti olamaz.
***
Seçilmiş Başbakan’ı istifa ettirmişler!
28 Şubat’ın bir yıl dönümünü daha idrak ettik ve yandaş medyada 28 Şubat değerlendirmeleri okuduk.
Benim de aklıma hemen Ahmet Davutoğlu geldi! Adamcağız, 1 Kasım 2015 seçimini yüzde 49,49 oy alarak kazandı ama 6 ay sonra bir saray darbesi ile istifa etmek zorunda kaldı.
Ne dersiniz, ileride bir gün devir dönerse, bu Saray darbesi de savcıların ilgi alanına girer mi?
* Yine o yazılardan anladım ki 28 Şubat’ta medya üzerinde çok baskı olmuş. Bazı yazarlar gazetelerinden ayrılmak zorunda kalmışlar. Birçok gazeteci işsiz kalmış. Bazı gazeteciler yurtdışında yaşayamaya mecbur olmuş. Hapse düşenleri de unutmayalım.
Etrafıma bir kez daha baktım: “Acaba 28 Şubat gerçekten de bin yıl mı sürüyor” diye düşünmeden edemedim.
* Biliyor musunuz, 28 Şubat’ta askerler üniversitelerin rektörlerini toplayıp, brifing de verdiler. Sadece onlara değil, gazetecilere, hâkimlere filan da aynı brifing tekrarlandı.
Tarih tekerrür etmeyi ne kadar seviyor: MİT Müsteşarı Hakan Fidan, dün bütün üniversite rektörlerini Ankara’da toplayıp “güvenlik değerlendirmesi” konusunda brifing verdi. Hâkimleri, savcıları zaten davete gerek yok, telefonla talimat vermek yetiyor artık. Gazetecileri de toplamak gerekmiyor, damadın biraderi tek başına yönetiyor hepsini.
* 28 Şubat’ta gösteri yapan türbanlı öğrencileri, kadın protestocuları kadın polisler topluyordu.
Şimdi, türbanlı bacılarımızı erkek polisler, üstelik parmak atarak göz altına alıyorlar.
Bu memlekette protestocu olmak ne kadar zor birader! Ama hiç olmazsa 28 Şubat’ta işin içine parmaklar girmiyordu.
* 28 Şubat’ta bazı şirketlere “yeşil sermaye” diye ayrımcılık yapılmış, onların ürettiği bisküviler filan satın alınmamış.
Şimdi bunlara gerek kalmadı tabii. Zaten ihaleler belli şirketlerden başkasına verilmiyor, yöneticisinin siyasi tutumu beğenilmeyen şirketlere vergi müfettişleri salınıyor, el konulup, kayyum atanan şirketlerin sayısı bile belli değil.
Eski 28 Şubatçılar, iyi ki şimdiki 28 Şubatçılar gibi değillermiş!
***
Bu kararı İçişleri Bakanı da okusun
KHK ile ihraç edildikleri mesleklerine dönmek için eylem yapan eğitimciler Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’ya destek olmak için Ankara Yüksel Caddesi’nde basın açıklaması yaparken haklarında dava açılan 12 kişi beraat etti.
Mahkeme, AİHM kararlarına ve Anayasa’ya dikkat çekerek “önceden izin alınmaksızın silahsız ve saldırısız olarak toplantı ve gösteri yürüyüşü yapılabilir” dedi.
Güvenlik güçlerinin gerekçesiz olarak gösteriyi dağıtmalarını da hukuka aykırı ve keyfi bir uygulama olarak niteledi.
Mahkemenin bu kararının ileriki aşamalarda da onaylanacağını göreceğiz çünkü Türkiye eğer bir hukuk devleti ise böyle olmak zorunda.
Asıl sorunumuz ortada böyle onlarca mahkeme, Yargıtay, AYM ve AİHM kararı varken, İçişleri Bakanlığı’nın bu uygulamada ısrar ediyor olması.
Günün birinde İçişleri Bakanı da siyasi şovmen olmaktan vazgeçip, milletin gerçek hukukunu savunan bir tipe dönüşür diye ümit edelim.