BirGün gazetesi muhabiri Nurcan Gökdemir’in bir hafta içinde savcılığa gidip ifade vermesi gerekiyor.
Çünkü savcılık, yazdığı bir haberde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a hakaret ettiği kanısında.
Haber, Maliye Bakanlığı’ndaki atamalar ile ilgili.
Bakan Berat Albayrak’ın yakın çalışma arkadaşlarından biri, Cumhurbaşkanlığı ofislerinde çalışan birinin kızıyla evliymiş, kızın kardeşi de bir bakanın oğlu ile evliymiş.
Cumhurbaşkanı’nın adı haberde bu vesileyle bir kere geçiyor.
Yanlış bir bilgi varsa haberin muhataplarını ilgilendiriyor, Cumhurbaşkanı’nı değil.
Ama savcılık, muhabiri, Cumhurbaşkanı’na hakaret gerekçesiyle sorgulamaya çağırıyor.
Bunun bir tek adı var: Basına gözdağı vermek.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının da açıkça vurguladığı gibi ceza tehdidinin varlığı, özgür basın faaliyetinin sınırlanması demek.
Bu tür ceza tehditleriyle gazetecilik yapmak imkansız hale getirilmek isteniyor.
Gazete, televizyon, radyo ve internet haber sitelerinin 'yandaş medya'ya dönüştürülmesi bir yandan kamu ihaleleriyle kurulan havuzlar marifetiyle yürütülürken, bir yandan da ceza tehdidiyle pekiştiriliyor.
Öte yandan tartışılması gereken bir kavram da 'Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi' nedeniyle, Cumhurbaşkanı’na hakaret suçu.
Eskiden böyle bir suçun ceza yasamızda olması normaldi.
Çünkü eskiden Cumhurbaşkanı, 'milletin ve devletin birliğini' temsil eden, 'sorumsuz' bir makamdı.
Bu nedenle Cumhurbaşkanı’nın hakaret suçuna karşı korunması, aynı zamanda milletin ve devletin korunması anlamına geliyordu.
Oysa şimdi Cumhurbaşkanı, yeni sistem nedeniyle partili. Başkanı olduğu siyasi partiyi temsil ediyor. Milletin birliğini temsil etmiyor.
Ediyor olsaydı, her Allah’ın günü muhalefete verip veriştirmezdi. O partilere oy veren vatandaşların da başkanı olduğunu düşünür, günlük tartışmaların dışında kalırdı.
Öte yandan Cumhurbaşkanı artık 'sorumlu' da. Eylem ve işlemleri nedeniyle, Anayasa’da yazılı koşullar çerçevesinde soruşturulabilir hatta yine Anayasa’da yazılı koşullar gerçekleşirse yargılanabilir.
Yürütmenin başı olarak sorumlu olduğu için de eleştiriye açık olmalı.
AİHM kararlarının altını sıkça çizdiği gibi üstelik ağır eleştiriye de açık olmalı.
Evet, kimse kimseye hakaret etmemeli. Benim düşüncem budur. En ağır eleştiriler bile hakarete sapmadan yapılabilir. AİHM kararları hakarete bile cevaz veriyor olmakla birlikte hakaretten kaçınmak gerek.
Ama Cumhurbaşkanı’na yönelik her eleştirinin savcılarca hakaret diye kovuşturulması kabul edilemez.
Bildiğim kadarıyla Erdoğan’a hakaret suçlamasıyla açılan davaların sayısı 12 bini geçti.
Bir ülkede Cumhurbaşkanı’na bu kadar çok hakaret edilebiliyor olması mümkün mü?
Yoksa savcılarımızın amacı, bu konuda bir Guinnes rekoru yakalamak mı?
***
Bu politika 'kafa karışıklığından'
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, bir türlü düşmek bilmeyen et fiyatlarına kızdı.
“Cari açığı bile düşünmeden ithale gider ve piyasayı balans ederiz” dedi.
Ve bu sözleriyle bir kez daha ortaya koydu ki gıda fiyatlarının neden yükselmekte olduğu ile ilgili olarak hiçbir fikri yok!
Belki de şöyle demeliydim: Cumhurbaşkanı, tarım-gıda politikasındaki yanlışlarına ısrarla devam etmek niyetinde!
Türkiye’de et ithalatı ile ilgili yasak, AKP hükümeti tarafından 2010 yılında kaldırıldı.
O günden bugüne de fiyatlar düşmüyor, sürekli artıyor.
Fiyat arttıkça ithalat artıyor, bir kısır döngüdür gidiyor.
Fiyatlar artıyor çünkü bu piyasayı regüle edecek Et Balık Kurumu’nu ortadan kaldırdılar, arazilerini rant hevesiyle yandaş şirketlere sattılar.
Fiyatlar artıyor çünkü yem fiyatları artıyor. Ayrıca ucuz ithal et, yerli üreticinin hayvanlarını kesip, piyasadan çıkmasına yol açıyor.
14 Ekim 2016 günü, zamanın Başbakanı Binali Yıldırım Ödemiş’te şunları söylüyordu:
“Milli Tarım Projesi'nin ikinci bölümü hayvancılıkta. Hayvancılıktaki model, esas itibarıyla yerli üretimi destekleme modeli. Bu ne demek, kendi hayvan varlığımızı artırmak. ‘Eti ucuzlatacağım, et ihtiyacını karşılayacağım' diye bu kadar zengin toprakları olan, bu kadar imkânı olan bir ülkenin, sürekli ithalat yapması akıllı bir iş değil. Onun için 25 ilimizde mera hayvancılığı yetiştirici bölgeleri oluşturuyoruz. Burada söylediğimiz söz senettir. Kafa karışıklığı olmasın.”
Binali Yıldırım’a katılıyorum: Kafa karışıklığı olmasın, ucuz ithal et sorunu çözmez, daha da büyütür!
***
Fethullahçı alışkanlıklar
devam etmesin
Dün postacı biraz çekinerek bana bir zarf uzattı, “Şuraya bir imza” dedi. İmzayı attım, zarfı elime tutuşturdu ve ortadan toz oldu.
Sebebini zarfın üzerindeki şu yazıyı okuyunca tahmin ettim: “İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Terör ve Örgütlü Suçlar Soruşturma Bürosu. Şüpheli : Mehmet Yakup Yılmaz (İbrahim Asım, Faika oğlu, adres....”
Buna göre en azından mafyatik bir tip olmalıydım, terörist olup postacının kafasına silah dayamam da olasıydı!
Ben de heyecanlandım doğal olarak ve zarfı açtım.
Meğerse hakkımda “kovuşturmaya yer olmadığı” kararı verilmiş.
Olay şöyle cereyan ediyor: 2011 yılında, kimliği meçhul birisi benim de dahil olduğum bir grup insan için (ki çoğunun adını ilk kez bu yazıda gördüm) suç duyurusunda bulunmuş:
“Bunlar örgüt kurdular, SPK kanununa muhalefet ediyorlar, Doğan Holding hisseleri alıp satarak paraya para demiyorlar!”
Savcı bu ihbar üzerine hemen mahkemeye koşmuş. Telefonlarımın dinlenmesi için izin almış. Dinleme 3 ay sürmüş. Bir delil bulunamadığı için dinleme tutanakları imha edilmiş, durum da bana bildiriliyor.
Oysa savcı, bu ihbarın palavra olduğunu kolayca anlayabilirdi. İstanbul Borsası kayıtlarından benim Borsa’da herhangi bir işlem yapmadığımı anlaması bir gününü almazdı.
Dinleme kararı veren hâkim, savcıya “Kanıtların nedir, sadece isimsiz bir ihbarla telefon dinleme kararı vermem” demeliydi, ama belli ki o da bir zamanlar Adliyeyi ele geçiren çetenin kurallarıyla hareket ediyormuş.
Bunu niye anlattım: Bugün de hâlâ Fethullahçıların yöntemleri Adliye’de geçerli bir uygulama olarak kullanılıyor.
Gizli tanıklar, isimsiz ihbarlar, uyduruk kanıtlarla insanların temel Anayasal hakları açıkça çiğneniyor.
Bu alışkanlık Adliye’den tamamen silinmeden, Fetullahçıların yarattığı tahribatı tamir etmeye başlamanın bile olanağı olmaz, ben söylemiş olayım.