25 haftadır sorduğum sorulardan biri şuydu:
"Kendisine gazeteci süsü veren bir tip Sezgin Baran Korkmaz'dan 10 milyon Euro istedi.
Bu parayı alınca Bakan Soylu ile Korkmaz'ı buluşturup, aralarındaki sorunu çözecekti.
Bu 10 milyon Euro'yu kim alacaktı? Bakan'ın payına buradan bir şey düşecek miydi?"
Yanıtı Bakan'dan değil, Türkiye'ye iade talebi geçenlerde kabul edilen Sezgin Baran Korkmaz'dan geldi.
TİP Milletvekili Ahmet Şık, Korkmaz'a ait bir ses kaydı dizisini yayınladı.
Bu kayıtlarda, Korkmaz, adını açıklamadığı bir AKP'li yetkili ile konuşuyor.
Korkmaz'a göre bu konuşma kayıtları, kendisine gazeteci süsü veren Veyis Ateş'in, 10 milyon Euro'yu İçişleri Bakanı Süleyman Soylu için istediğini gösteriyor.
Ve konuşma kayıtlarında açıklanmaya muhtaç çok şey var.
"Operasyon çekilirken bazı adamların içeride rehin tutulması" meselesi var mesela.
Bu "içerisi" neresi acaba?
Devletin polisi de bu karanlık parasal ilişkilerde "mafya" olarak mı kullanıldı?
Süleyman Soylu'nun bir iş adamından alacağını silmesi için Sezgin Baran Korkmaz'a baskı yaptığını daha önce duymuştuk.
Ortaya çıkıyor ki bu amaçla Korkmaz'ın eşinin pasaportunun iptal edilmesinden tutun da bir dizi baskı uygulanmış.
Soylu'nun bu iş için "tutulduğu" ortaya çıkıyor.
Kim bilir, belki de SBK'nın yurtdışına çıkmasından hemen önce bakanlıktaki toplantıya katılan polis müdürleri de işin içinde.
SBK'nın mal varlığı üzerindeki tedbirin, olmayan bir MASAK raporu gerekçe yapılarak geçici olarak kaldırılması işi de bütün bunların bir parçası.
Olmayan raporu varmış gibi gösteren savcının, Adalet Bakanı Yardımcılığına tayin edilmesi de organizasyonun çapının daha da büyük olduğunu gösteriyor.
Cumhurbaşkanı, İçişleri Bakanı'ndan bütün bunların açıklamasını isteyecek mi acaba?
Yoksa, bunun da üzeri örtülecek ve ayrıntıları öğrenebilmemiz için iktidarın değişmesi mi gerekecek.
Öyle ya da böyle, bu ayrıntıları en sonunda öğreneceğiz.
Soylu, bu durumu susarak geçiştirebileceğini zannediyor olabilir.
Medyanın önemli bölümünü kontrol edebiliyor olmalarına da güveniyor olabilir.
Şimdilik şunu söyleyeyim: Soylu'ya gelene kadar Türkiye Cumhuriyeti İçişleri Bakanları hakkında böyle durumlar ile ilgili en küçük bir "ima" bile olmamıştı.
* * *
Erdoğan'ın hayal alemi
AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, partisinin milletvekilleriyle gruplar halinde toplantılar yapıyor.
Bunlardan birisinde şöyle dediği basına yansıdı: "Bugüne kadar vatandaşımızı bu yük altında ezdirmemek için çok şey yaptık ama biz yaptıklarımızı sahada gerektiği kadar satmıyoruz, halka anlatmıyoruz."
Bunu dedikten sonra da milletvekillerine talimatı verdi ki gidip hükümetin başarılarını millete anlatsınlar!
Milletvekillerinin işi son derece zor olacak gibi geliyor bana.
Bir kere seslerini duyurmaları için boş midelerden yükselen gurultu kaynaklı gürültüyü bastırabilmeleri gerekiyor.
Çünkü Avrupa Birliği İstatistik Ofisi'nin (Eurostat) verilerine göre Türkiye'de millet resmen aç!
Veriler halkımızın üçte birinin "doğru dürüst yemek yiyemediğini" ortaya koyuyor.
2020 yılında, "iki günde bir etli yemek, tavuk veya balık veya eşdeğeri vejetaryen yemek yemeye maddi imkânı yetmeyenler" listesinde Türkiye yüzde 37,3 ile şampiyon!
Türkiye'yi "Kuzey" Makedonya yüzde 36,8; Arnavutluk yüzde 34,3 ve Bulgaristan yüzde 25,9 ile takip ediyor.
Gördüğünüz gibi yerimiz Avrupa'nın en fakirlerinin yanı, en kötülerden bile kötü durumdayız.
Çocuklarımızın çoğunluğu eksik protein alıyor.
Öte yandan TÜİK verilerine göre Türkiye'de şubat ayında gıda enflasyonu yüzde 64,47 oldu.
Dünyada yüksek gıda enflasyonu sıralamasında 4. sıradayız.
Bizden daha kötü durumda üç ülke var: "Yönetilemeyen ülke" sayılabilecek Lübnan, ağır ABD ambargosu altındaki Venezüela ve Surinam.
Çalışabilir durumdaki nüfusumuzun yarısı işsiz.
Bir işi olanların milli gelirden aldığı pay ise düzenli olarak azalıyor.
TÜİK verilerine göre, Gayrı Safi Yurtiçi Hasıla içinde önceki 4. çeyrekte yüzde 32 olan iş gücü payı, son çeyrekte yüzde 25,8'e geriledi.
Aynı dönemde sermayenin payı ise yüzde 51,5'ten yüzde 57,8'e yükseldi.
Bu çalışan kesimlerin giderek yoksullaştığını, gelir dağılımındaki bozulmanın arttığını gösteriyor.
Ve oylarımızla ülkeyi yönetme sorumluluğunu verdiğimiz kişi bu tabloda bile kendisini başarılı sayıyor.
Sorunun "başarılarını yeterince satamamak" olduğunu düşünüyor.
Kendine bir hayal dünyası kurmuş, orada işlerin iyi gittiğini zannederek avunuyor.