Gara'da yapılan rehine kurtarma operasyonu başarılı olsa ve 13 vatandaşımız sağ salim aramıza dönmüş olsaydı, bugün nasıl bir Türkiye'de yaşıyor olabileceğimizi hayal etmemiz son derece kolay.
Kamu kaynaklarıyla beslenen gazetelerin birinci sayfaları baştan sona bu başarının destanlaştırılmasına ayrılmış olacaktı.
Bütün köşe yazarları aldıkları talimat doğrultusunda, nasıl büyük bir zafer kazanıldığını yazacaktı.
Yandaş kanallarda haber programlarında konu sadece bu olacaktı.
Değişik isimler altındaki haber programlarının, parti komiserleri tarafından tayin edilen kadrolu katılımcıları, Erdoğan'ın vizyonu, üstün strateji yeteneği, Erdoğan sayesinde TSK'nın kazandığı taktik beceriler, Erdoğan'ın yol vermesiyle üretilen yerli ve milli silahların kahredici üstünlüğü üzerine konuşacaktı.
AKP'nin il kongrelerine kurtarılan rehinelerin eve dönüşlerinde göz yaşları ve davul zurnayla karşılanmaları görüntüleri canlı yayınla aktarılacak, Erdoğan da bu sahneleri izlerken beyaz bir mendille gözlerinden süzülen iki damla yaşı silerken görüntülenecekti.
Erdoğan yönetiminin planladığı işler, beklendiği gibi gelişmedi.
Onun için şimdi bundan muhalefeti sorumlu tutmasında yadırganacak bir durum yok.
Çünkü onun derdi, hiçbir zaman sıradan insanların çektiği sıkıntılar olmadı.
Erdoğan için bunlar, kendi siyasi çıkarına olduğu sürece önemlidir.
Otoriter liderler için hayat böyle ilerler: İşler yolunda gidiyorsa bu liderin üstün aklı ve vizyonu sayesindedir, başarısızlıktan ya dış güçler ya iç düşmanlar sorumludur!
Sahip olduğu bütün propaganda araçlarıyla buna yüklenir ve en azından yandaşlarının önemli bölümünü de ikna edebilir.
Geçtiğimiz hafta sonu, başarısızlığı çok açık bir rehine kurtarma operasyonu yaşadık.
Nasıl olduysa kendisi de bunu ilk elde kabul etti ama ardından hemen çark edip muhalefete yüklendi.
Elbette 2015'ten günümüze kadar geçen sürede bu rehineleri kurtarmak için nasıl bir çaba içinde olduğunu, hangi yolları denediğini öğrenemeyeceğiz.
Çünkü böyle bir girişim içinde olmadı.
Eğer olsaydı, kuşku duymayın ki bugün maiyet yazarları bunları da ballandıra ballandıra anlatıyor olurlardı.
Ve yarattığı bu büyük gürültü yüzünden hunharca katledilen 13 vatandaşımız için doğru dürüst yas bile tutamadık.
* * *
Haddini bil!
Müjdat Gezen, hakkında dört yıl 8 aya kadar hapis cezası istenen davada ifade verdi. Aynı ceza talebiyle Metin Akpınar'ın yargılandığını da hatırlatayım.
Savcılığın iddianamesine göre Müjdat Gezen programda, "Ya herkesi azarlıyor, herkese parmak sallıyor. Herkese haddini bil diyor. Bak Recep Tayyip Erdoğan sen bizim vatanseverliğimizi sınayamazsın, haddini bil" dediği için Cumhurbaşkanı'na hakaret etmiş sayılıyor.
Gezen de kendisini savunurken "haddini bil demek hakaret olsaydı, Cumhurbaşkanı bunu söylemezdi" dedi ki son derece haklı.
İnternet arama motorunuza "Erdoğan + haddini bil" yazdığınızda karşınıza 495 bin sonuç çıkıyor.
Hızla taradığınızda görüyorsunuz ki yılda en az üç kere birilerine "haddini" bildirmiş!
En son geçtiğimiz hafta, haddini bilmeye davet edilen Yunanistan Başbakanı.
Öte yandan Cumhurbaşkanı, aynı zamanda bir partinin de genel başkanı ve bu tür "had bildirme" sözlerini, genellikle politikacı şapkasını giymişken söylüyor.
AKP Genel Başkanı olarak birilerine "haddini bil" diyebilen bir şahsa, herkes de kendi bakış açısından "haddini bil" çağrısı yapabilir.
Biliyorsunuz Türkiye'de yargı son derece bağımsız ve Adalet Bakanı'nın da isabetle buyurduğu gibi kimse Türkiye'de yargıya emir filan veremez.
Bakalım Adalet Bakanı'nın bildiği ve cesaretle savunduğu bu gerçeği, hakimler ve savcılar da biliyorlar mı?
* * *
Yıldırım – Erdoğan piştisi!
AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın, dört yıl önce Binali Yıldırım için yazılmış bir konuşma metnini, bir kez daha okuması, bu tatsız günlerimizde milleti neşelendirdi, akıl edene teşekkür ederim.
Bence günün en iyi mizahını Yetkin Report'ta Ali Karalar yaptı:
"Erdoğan'ın Binali Yıldırım'ın konuşmasını aldığı iddiası abestir.
Aslında Erdoğan'ın konuşması Binali Yıldırım tarafından kullanılmıştır.
Ortada bir kandırma, aldanma varsa mağdur Erdoğan'dır.
Binali Yıldırım'ın ise zaten yıllardır Erdoğan'ın konuşmalarını seslendirdiği iddiası art niyetlidir."
Ama Karalar'ın mizahı ile yarışacak espri, AKP Siyasi Erdem ve Etik Kurulu üyesi Halide Özen İncekara'dan geldi.
Çünkü bu şaka olsun diye değil, ciddi ciddi söylenmiş bir söz ve bu yönüyle "mizah değil, ayniyle vaki" yakıştırmasını da hak ediyor.
İncekara, "bu hatanın faturası kesilecek" diyenlere şu yanıtı verdi:
"Zaten 20 yıldır bütün kelime, cümle ve rakamları kullanıp tüketmişizdir. Ne yazacak insanlar. Her gün 3-4 ayrı yerde konuşma. Bunaldılar."
"Sözün bittiği yer" dedikleri yerin neresi olduğunu hep merak etmişimdir.
Demek ki sözün bittiği yer böyle oluyor, kendi sözün bitince dönüp başkalarının sözünü kullanabiliyorsun.
İncekara'nın ince esprisini, Fahrettin Bey anlayabilecek mi bilmiyorum ama.