İşsizlik oranı azalırken, işsiz sayısının artması şeklinde ortaya çıkan TÜİK mucizesi bize aslında çok net bir bilgi veriyor:
Erdoğan yönetimi, seçimlere kadar çözemeyeceğini anladığı temel bir problemi gözlerden saklamanın çaresini arıyor.
Tuhaf bir cümle kurduğumun elbette farkındayım.
İşsiz kalmış bir insandan, işsiz kaldığı nasıl saklanabilir?
Son bir yılda işini kaybeden 2,5 milyon kişi ve artık iş bulmaktan ümitlerini kestikleri için "işsiz dahi sayılmayan" yani kısaca insan yerine de konmayan 3 milyon kişinin, kendi durumlarının farkında olmamaları mümkün mü?
23 milyona yakın işsiz, kendilerinin aslında işsiz olmadığını, uzun süreli bir tatile çıktıklarını düşünüyor olabilir mi?
Böyle bir şey elbette söz konusu değil.
Ateş doğal olarak düştüğü yeri yakıyor ve işsizlik nedeniyle perişan olan milyonlar, devlet ve belediye yardımlarına muhtaç hale geliyor.
Nitekim bugün Türkiye’de her dört kişiden biri yardımlarla yaşıyor.
TC Anayasası'nda, "sosyal devlet" olarak tanımlanıyor ancak sosyal devlet çoktan "hayır sever devlete" dönüşmüş durumda.
Toplumumuzun yarısından fazlası, ekonomik durumunun bir önceki yıldan daha kötü olduğunu düşünüyor.
Erdoğan yönetimi için kritik soru da burada: Bu insanlar, seçim günü geldiğinde "Allah razı olsun bize yardım ediyorlar, oyumu yine Erdoğan’a vereyim" derler mi, demezler mi?
CHP’ye geçen belediyelerin de yardımları kesmediğini görenler, tercihlerini değiştirebilir mi?
"Bugün seçim olsa" araştırmalarında kararsızların "en büyük parti" olmalarının nedeni biraz da bu kitleler aslına bakarsanız.
Seçim günü gelip, artık bir karar vermeleri gerektiğinde neye göre hareket edecekler?
Rejim bu soruya kendince bir yanıt bulmuş durumda.
Ayasofya meselesi, İstanbul Sözleşmesi tantanası, bir film seyredenin eşcinsel olabileceği paranoyası bunun için körükleniyor.
Her şeylerini kaybetmiş ya da kaybetmek üzere olan insanları oyalayabilecek, "kendilerine ait bir şeylere sahip çıkma" heyecanlarını besleyecek işler bunlar.
İşsiz kalmış, cebinde parası yok ama bir tek oyuyla, milli ve manevi değerlerimizin ayaklar altına alınmasını önleyebilir!
Bir oy verir, "Türkiye’yi yok etmek için pusuda bekleyen yabancı güçler" şaşkına döner!
Kuşkusuz ki yeni seçmen olacak ve ilk kez oy kullanacak kitlenin içinde de bu heyecanla oy verecek olanlar çıkacaktır.
Onun için 2023 seçimlerine kadar bu tür konular daha sık gündeme gelecek.
Erdoğan yönetimi, hızla duvara doğru yaklaşmakta olan ekonomiyi düzeltemeyeceğinin bilincinde olarak, bir kez daha kültürel fay hatlarına oynayacak.
Muhalefet, asıl sorunun sınıfsal olduğunu, sorunları milli ve dini kültürel değerler üzerinden tarif etmenin bir tür "maymuna bak oyunu" olduğunu anlatabilecek mi?
Peki muhalefet, sorunların esasen sınıfsal olduğu gerçeğinin farkında mı?
Sistemdeki tıkanmayı doğru teşhis edip, bu insanlara çözümün nerede olduğunu anlatabilecek bir program ortaya koyabilecek mi?
Yoksa muhalefet de maymuna bak oyununun bir parçası olmaktan kendisini alamayacak mı?
Ne dersiniz?
* * *
Rüşvete aracı olan "danışman" kim acaba?
Boston merkezli ilaç şirketi Alexion, Türkiye’de rüşvet verdiği gerekçesiyle ABD’de 21 milyon dolar ceza ödemeyi kabul etti.
ABD Menkul Kıymetler ve Borsa Komisyonu’nun (SEC) tespitlerine göre, şirket bu iş için bir danışman tuttu.
Bu danışman, Sağlık Bakanlığı yetkililerinin "tavsiyesiyle" tutulmuş ve şirketten 1 milyon 300 bin dolar almış.
Danışmanın, Sağlık Bakanlığı’nın ilaçlara onay veren komisyonunun üyelerine 100’er bin dolar ödediği de SEC’in tespitleri arasında.
Ödemeler, Alexion’un Türkiye’de kurduğu şirketin defterlerine de kaydedilmiş ve şirket bu rüşvet sayesinde 6,6 milyon ABD Doları kâr elde etmiş.
ABD’deki rüşvet cezası ile ilgili haberler temmuz ayının başından itibaren Türkiye’de yayımlandı.
O günden beri bekliyorum "bakalım ne olacak" diye, hiçbir şey olmadı.
Ne Sağlık Bakanlığı’ndaki çarkları yağlayan danışmanın adını öğrenebildik ne de 100’er bin dolar rüşveti kimlerin cebe indirdiğini.
Her öküzün altında bir buzağı arayan savcıların kılı kıpırdamadı.
Neden olduğunu tahmin etmek zor değil.
Bu işi kurcalarlarsa hiç ummadıkları isimlerle karşılaşabileceklerini, başlarını sert kayalara toslayabileceklerini gayet iyi biliyorlar çünkü.
Onun için de bu haberleri hiç görmemiş gibi davranıyorlar.
AKP, seçimi kaybedip iktidardan düştüğünde, öğreneceğiz bunların kimler olduğunu elbette.
* * *
Bilal Bey, Damat Bey’i yendi!
Damat Bakan’ın, Trabzonspor’u şampiyon yapmak için elinden geleni ardına koymadığını artık herkes biliyor.
Özellikle maddi destek sağlanması konusunda, elindeki bütün olanakları seferber ettiği, bazı iş insanlarını yardım etmeye bizzat ikna ettiği de biliniyor.
Biraderinin yönetimindeki havuz gazetesinin spor sayfasını da bu iş için çok kullandı.
Başakşehir ve Trabzonspor maçlarına tayin edilen hakemleri baskı altına almaya yönelik yayınlar yapıldı, yorumlar yazdırıldı.
Dün bu gazetede Trabzonspor’un nasıl hakem kurbanı olduğu haberleri, Başakşehir’in şampiyonluğundan daha geniş yer kaplıyordu.
Ben iki takımı da tutmadığım için kimin şampiyon olduğunu o kadar önemsemedim. İnsan olarak Okan Buruk’u severim, şampiyon olmasına memnun oldum, kutlarım.
Ancak maçı izlerken boyunlarına Başakşehir kaşkollerini takmış Bilal Erdoğan ve oğlunun görüntüleri dikkatimi çekti.
Damat Trabzon için seferber olmuşken, Bilal Bey kardeşimiz olanca gücüyle Başakşehir’in arkasına geçmiş görünüyordu.
Bunun aile içi bir çatlağa yol açıp açmadığını ya da böyle bir çatlaktan kaynaklanıp kaynaklanmadığını bilmiyorum elbette.
Zaten beni de ilgilendirmez.
Kim bilir, belki de aralarında bir işbölümü yaptılar.
Sadece şunu hatırlatmak isterim ki otoriter rejimlere yönelik en büyük tehdit, iktidara ortak olan elitler arasındaki bölünmedir.
Uyarmadı demeyin, benden söylemesi.