Mehmet Y. Yılmaz

23 Kasım 2024

Yine yakmış yar mektubun ucunu!

İnsanlar birilerini beğendiklerinde artık sosyal medyadan “direkt yürüyorlar.” Oysa flört etmenin, hepsi bir diğerinden heyecanlı bin türlü yolu var ve işin tadını artıran da bu hazırlık aşamaları...

Galatasaraylı Mauro Icardi’nin bana göre “başının belası” sayılması lazım gelen Wanda Nara ile ilişkisinin seyrini sosyal medyadan takip ediyoruz.

Gazeteler, televizyonlar filan da bizden farklı değil.

Onlar da gelişmeleri sosyal medyadan takip edip bize ertesi gün zaten bildiğimiz şeyleri aktarıyorlar. Tuhaf ki ne tuhaf.

Geleneksel medya yöneticilerine, “çağın vebasıyla” bu şekilde mücadele edemeyeceklerini söylemeliyim.

Her neyse, burası gazetecilik okulu kantini değil zaten, kendi meselemize dönelim.

Wanda Hanım’ın ne iş yaptığını bilmiyorum ama belli ki onda benim çok da anlayamadığım bir çekicilik var ki Maxi Lopez’i bırakıp Icardi’ye geldi, onu bıraktı L–Gante’ye kaçtı. Arada yine gidip gelmeler olmuştu ama bu sefer iş kesin gibi görünüyor.

Bütün bunları dediğim gibi sosyal medyadan öğrendik.

Icardi - Nara örneğinde olduğu gibi, çiftler bile birbirlerini terk ettiklerini oturup insan gibi konuşarak açıklamıyorlar. Bakıyorsunuz “takipten çıkmış”; terk edilen eş de bizimle aynı anda öğreniyor durumu.

Eski kataloglarda gönül okşayan, bol edebiyat parçalanan mektuplar var. Tuhaf bir durum! O duyguları paylaşıyor olsanız bile o mektubu sizin yazmadığınız, ilanıaşk ettiğiniz kişi tarafından da biliniyor ve hayrettir ki yine de işe yarıyor!

İnsanlar birilerini beğendiklerinde de artık “sosyal medyadan yürüyorlar”!

Arkadaşlarla sohbet ederken bu “yürüme” sözcüğünden kıl kaptığımı söyledim.

Düşünün, bir kızı beğeniyorsunuz, ona beğeninizi ifade edeceksiniz. Bin türlü yolu var flörtün.

Hepsi bir diğerinden daha heyecanlı ve biraz uğraş gerektiriyor ki zaten işin heyecanını büyüten de o hazırlık safhası.

Bunlar artık yok, “direkt yürüyorsunuz”!

Artik yazan da bekleyen de yok

Ne kadar kaba bir söz: Yürümek! Mehmet, Şükufe’ye yürüdü!

Gözünüzün önünde canlanan flörtöz, kibar bir tip mi, yoksa Tahtakale’nin arka sokaklarında eli cebinde gelip geçene sarkıntılık yapan bir tip mi?

Eskinin dolmakalemle beyaz kâğıda yazılmış, kimisine hafiften bir de parfüm sıkılmış aşk mektuplarını hatırladım.

Artık bir mektup yazıp onu bir zarfa koyup gönderen ve sonra yanıt bekleyen kimse de yok zaten. Uzun süredir posta kutumdan kredi kartı ekstresi, telefon faturası vs. bile çıkmıyor. İki küçük sokak kedisi yuva yapmıştı, büyüyünce onlar da terk ettiler posta kutumu.

Geçenlerde internetteki sahaf sitelerinde neler var diye bakınırken ilginç bir kitaba rastladım.

Kitabın adı “Sevgiliye Aşk Mektup Örnekleri”. Ener Doyuran yazmış ancak kendisiyle ilgili olarak internette pek bir bilgiye ulaşamadım, kusuruma bakmaz umarım.

Bana öyle geliyor ki bu bir müstear isim. O yıllarda işsiz kalmış gazetecilerin, yazarların takma isimlerle böyle harcıalem şeyler yazarak geçimlerini temin ettiklerini biliyorum.

Bir başka kitabın adı “En Güzel Aşk Mektup Numuneleri”. Dileyene “Gönül İşlerine Dair Mektup Örnekleri” isimli bir kitap da mevcut.

İnternet sağ olsun, kitabın içeriği ile ilgili bir bilgiye de #tarih dergisinin eski sayılarından birinde rastladım.

Envaiçeşit mektup vardı

Kitapta yer alan örnek mektuplar arasında “boşanmak isteyen kadının mektubu”, “karısını aldatan kocanın mektubu”, “bir genç kızın aşkından gebe kaldığını bildirir mektup”, “karşılık görmeyen zavallı aşıkın sevgilisine son mektubu” gibi örnek mektuplar varmış.

Şu mektubun adı çok ilgimi çekti, içeriğini de merak ettim haliyle: “Bir genç kızdan seviştiği patronuna sitem dolu mektup.”

“Karşılık Görmeyen Bir Aşıkın Sevgilisine Son Mektubu” isimli mektup ise doğrudan konuya girmiş.
“Bildiğin Zavallı” diye imzalanan mektup, “Bu kaçıncı mektubum Leyla” diye başlıyor.

“Bildiğin Zavallı”, Kleopatra’nın sevgililerini timsahlara, kaplanlara parçalatmasından hareketle şöyle diyor: “Keşke sen de susmak yerine beni parçalatsan.” Ardından da Leyla’yı intihar etmekle tehdit ediyor ama bu

Leyla için bir kurtuluş anlamına da gelmiyor:

“Ölsem bile benden kurtulacak değilsin. Rüyalarına, kabuslarına gireceğim Leyla.”

Aynı zamanda röntgenci bir arkadaş bu: “Bazen bir baykuş olup geceleri sen soyunurken pencerenden seni gözleyeceğim.”

Aşk mektuplarının icat edildiği yıllarda aşk mektubu alan bir kadının bunu okumasına bile hoş gözle bakılmazmış ve kadın genellikle “konunun ailesi ile görüşülmesini isteyen” mesafeli bir mektup ile yanıt verirmiş...

Bana, aşk mektupları sanki posta hizmetlerinin icat olduğu günden beri vardılar gibi geliyor ama öyle değilmiş.

Aşk mektupları, 17. yüzyılın ikinci yarısından itibaren aşk eyleminin bir parçası haline gelmiş.

Mektupla aşk ilan etmenin modası önce İtalya’da ortaya çıkmış ve daha çok Fransa’da benimsenmiş.

Modanın hızla yayılma nedeni de “örnek aşk mektupları” içeren bir tür katalogların yayınlanmaya başlaması. Gördüğünüz gibi güneşin altında yeni hiçbir şey yok.

Fransızlardan 300 yıl sonra bizde de aynı kitaplar yayınlanmış ki matbaanın gelişine göre yine de erken sayılır.

Kataloglarda gönül okşayan, bol edebiyat parçalanan mektuplar var.

Tuhaf bir durum! O duyguları paylaşıyor olsanız bile sizin yazmadığınız, mektupla ilanıaşk ettiğiniz kişi tarafından da biliniyor ve hayrettir ki işe yarıyor!

Fikir de Fransa Kralı III. Henri’den çıkmış. İtalyanca öğretmeni Corbellini’ye talimat vermiş, ülkesinde yazılan aşk mektuplarından bir derleme yapmasını istemiş. Bununla da yetinmemiş, kendisi de çoğu elbette kişisel amaçları için olmak üzere aşk mektupları yazmış. Saraya yakın tanıdığı yazarlardan da değişik aşk mektupları yazmasını istemiş. Ve ortaya büyük bir külliyat çıkmış.

Günümüzde o katalogların gördüğü işlev internete yüklenmiş durumda.

İnternette birçok aşk mektubu örneği var, hatta bununla yetinmeyip günün ruhuna uygun olarak “aşk SMS’leri örnekleri” bile var. Bazıları gerçekten çok komik.

Aşk mektupları ile ilgili kitaplar ise günümüzde “örnek” olsunlar diye yayımlanmıyorlar tabii. Bunlar daha çok tanıdığımız yazarların, ressamların, kısacası değişik sanatçıların âşık oldukları insanlar ile olan mektuplaşmaları.

Çoğunun edebi değeri de var ve doğrusunu isterseniz böyle bir kitabı okurken kendimi bir dedikoduya kulak kabartıyormuş gibi hissetmiyor da değilim.

Okumak bile meseleymiş!

Aşk mektuplarının icat edildiği yıllarda aşk mektubu alan bir kadının bunu okumasına bile hoş gözle bakılmazmış ve kadın genellikle “konunun ailesi ile görüşülmesini isteyen” mesafeli bir mektup ile yanıt verirmiş. En ilginci ise bir tüccar olan Jean Maillefet’nin, Madeleine Ravaux’ya yazdığı mektubun başına gelen.

Adam, hayatını anlattığı kitabında bunu şöyle yazıyor: “Mektubumu almış, ama bu mektubu hiç açmadan ve içine bakmadan, evlenmemizden 15 gün sonra ağzı kapalı biçimde geri verdi.”

Aşk mektuplarından söz ederken Erol Sayan’ın hüzzam şarkısını hatırlamamak da olmaz tabii: “Yine yakmış yar mektubun ucunu.” Emel Sayın ne güzel söylüyor, YouTube’da var.

Gerçek anlamda “hasretinden yanıyorum” diyerek mektubun ucu yakılmış mıdır, yoksa güfte yazarı bu duyguyu bize böyle mi iletmek istiyor, bilebilmek zor tabii.

Gençlik yıllarımda ben de aşk mektupları yazmıştım.

Şimdi “direkt yürüme” var, kimse uzun uzun aşk mektubu yazmıyor.

Whatsapp mesajlarının içine sığamayacak yoğunlukta aşklar yaşanmadığı için midir ki aşk mektubu denilen şey bir tür antikaya dönüştü?

Bunu da merak etmiyor değilim.

Mehmet Y. Yılmaz kimdir?

Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya'da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi parasız yatılı olarak Denizli Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden 1977 yılında mezun oldu

Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara'da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi'nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini bir süre yürütmektedir.

12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş'e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazetesi ve dergilerini yayınladı

Askerlik görevi Kara Harp Okulu'nda yapıldıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları'nda mesleğe geri döndü. Gelişim Yayınları'nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu

1985 yılında Hürriyet'e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu'nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınlandı.

Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık'ın 1 Numara Yayıncılık'a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucusu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30'u aşkın derginin kuruculuğu yapıldı.

1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yıl sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda ise Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü.

2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğüne getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grububu'nun CEO'luğu görevini üstlendi.

2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018'den itibaren T24'te yazmaya başladı.

Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı", "Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma", "Aşktan Sonra Hayat Var Mı", "Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür" isimli kitapları yayımlandı. "Aşk Herşeyi Affeder mi" isimli uzun hikâyesi kitap olarak yayınlandı. 

"Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci" olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ile futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor.