Bunun ne kadar farkındasınız bilmiyorum ama haberiniz ve müjdeler olsun ki Venüs – Akrep Transiti geride kaldı. Sizler 29 Aralık gecesi Süper Kupa maçı ertelenecek mi, oynanacak mı heyecanını yaşarken, ben Akrep'in, Venüs'ün önünden çekilip gitmesini kutluyordum.
Bu öyle hafife alınacak bir astronomik olay değil arkadaşlar.
Astrolog Seyran Ataklı'nın olay yerinden bildirdiğine göre bu transit durumu "sabit burçları" çok zorladı.
Akrep, benim burcum Kova, Aslan ve Boğa burçları yani!
Seyran Hanım tek bir cümleyle bu geçişi özetlemeye karar verdiğinde de şunu yazdı: Şüpheyle kurduğun yakınlıktan fayda gelmez!
Yıldızlar aleminde uyanıp yeniden gerçek hayata dönüşümü sağlayan şey ise sanal alemdeki casusum Serdar Kuzuloğlu'nun yılbaşında gönderdiği bir mesaj oldu.
Mesajda ilk başta anlamını çözmekte zorlandığım bir siyah beyaz fotoğraf vardı: Hastanelerdeki hemşire fotoğrafı gibi "sus" işareti yapan bir kadın ve işaret parmağının üzerinde ortadan ikiye ayrılmış bir kırmızı kalp!
Fotoğrafın üzerinde de bir İngilizce başlık: The Rise of the Quiet Breakup. Sessiz ayrılığın yükselişi!
Beynimde bir cızzzt!
Mesajı ilk açtığımda bilimkurgu filmlerindeki gibi beynimin içinde dolanan elektrik akımlarının cızzzt bzzzt sesler çıkardığını bile duydum. Serdar bana sübliminal bir mesaj mı gönderdi, acaba geçtiğimiz yıl farkına varmadan onu kıracak bir şey mi yaptım diye aklımdan hızlıca geçirdim.
Lafı uzatma pahasına, bu "farkına varmadan onu kıracak bir şey mi yaptım" cümlesine de dikkatinizi çekmek isterim.
Bu, "hem suçlu hem güçlü" savunmasıdır arkadaşlar. Tanıdığın, sevdiğin bir insanın kalbini kıracak bir şey yapıyorsan ve bunun farkında olmadığını söylüyorsan bu denklemde ya birinci önerme yalandır ya da ikinci önerme.
İkisinin birden doğru olması mümkün olmaz. Tanıyorsan, nelere kırılabileceğini de biliyor olmalısın ve o hareketleri yapmamalısın. Tanıyorsan ve o hareketleri yapıyorsan kusura bakma ama bu bilinçaltının yüzeye çıkmasıdır.
Serdar elbette bana sübliminal bir mesaj göndermemişti. Aklından geçeni söylemeye çekinmeyecek bir karakter zaten, niye lafı dolandırsın?
Sessiz Ayrılığın Yükselişi, The Cut yazarı Laure Pitcher'in bir makalesinin başlığı.
Meğerse bu artık moda olmuş!
Ve bütün bu tür sosyal modalar gibi bunun beşiği de Hollywood.
Bu durumu kamuoyunda bilinir hale getiren şey Jada Pinkett'in yaptığı bir açıklama. Tam yedi yıl boyunca Will Smith ile tamamen ayrı yaşadıklarını ve aslında sessizce boşanmış olduklarını açıkladı.
Efkârı umumi daha bu acı gerçeği sindirememişti ki bu kez Meryl Streep ve Don Gummer'ın altı yıldan daha uzun zaman "sessiz ayrılık" yaşadıkları ortaya çıktı.
Laura Pitcher'ın tespitlerine göre birçok insan "beş yıldır ayrı olduklarını kimselere söylemeden" yaşıyormuş. Hatta ayrıldıklarını gizleyerek Şükran Günü yemekleri için aileleriyle toplananlar bile varmış.
Mount Sinai'den klinik psikolog Claudia Diez'in açıklamalarına göre iki farklı türde "sessiz ayrılık" varmış.
Bunlardan biri çiftlerin konu hakkında hiç konuşmadığı ayrılık türü. Bu resmi ya da gayriresmi bir ayrılıktan daha çok, yıllarca sürecek bir uzaklaşma biçimi. Son derece yaygın olduğu da söyleniyor.
Diyelim ki kadın, adamı bu konuda hiçbir açıklama yapmadan terk ediyor ama adam da bu konuda kimseyle bir şey konuşmadığı gibi çevresine sanki ilişki sürüyormuş gibi bir izlenim veriyor.
"Ghosting" olayından farkı kadın hayalete dönüşüp ortadan yok olsa da adamın bu konuda kimselere çıt çıkarmaması.
Tamamen duygusal
İkinci tür ise nispeten daha anlaşılabilir bir şey. Çift ayrılıyor ancak ortak mali çıkarlar ya da sosyal ilişkileri açısından ayrı olduklarını kimseye söylemiyorlar.
Yaşlı başlı ana babalarını gereksiz endişelere sevk etmemek için eşinden ayrıldığını gizleyenler de bu ikinci tür ayrılıklara örnek olacak bir durum.
Birinci tür ayrılık, aslına bakarsanız düpedüz "inkâr" sayılır. İkinci tür ise "mış gibi yapma" diye de tanımlanabilir. Evli değiller ama evliymiş gibi yapıyorlar.
Amerikan sosyolojisi 2024 yılında buna benzer daha ne tür gariplikler ortaya çıkaracak bugünden bir şey söylemek elbette zor.
Çiftlerin anlaşarak ayrılmalarında ve bunu da kendilerine saklamalarında elbette bir tuhaflık görmüyorum. Bu sadece o çifti ilgilendirecek bir durum ve canları nasıl istiyorsa öyle davranmakta özgür olmaları gerektiğini kabul etmek gerek.
Ancak "ghosting" şeklinde ortaya çıkan bir durumu inkâr ediyor olmanın ciddi bir ruhsal soruna işaret ettiğini düşünmek gerekir sanırım.
Giden gitmiş, herhangi bir açıklama da yapmamış ve sen hâlâ ortada bir şey yok gibi davranıyorsun.
Ghosting dediğimiz şeyi gençler benim yaşımdakilerden daha iyi biliyor olmalı.
Ortadan kaybolan sevgilinin mesajlarınızı görmezden gelmesi, aramalarınızı yanıtsız bırakması hatta numaranızı bloke etmesi gibi tutumlar yeni teknoloji ile ortaya çıkan durumlar.
Kapı mesaileri...
Bizim gençliğimizde bunlar yoktu. Evlerin önemli kesiminde telefon da olmadığı için ortadan kaybolan kızın ya da oğlanın kapısına dayanmak adeti vardı.
Bakın tam da şu anda Ankara'da Konur Sokak'tan, Farabi'ye yürürken hissettiğim korkuyu yeniden yaşıyor gibi oldum!
Orhan Gencebay'ın şarkısındaki gibi:
"Yanlış mı aklımda kalmış acaba?
Muhabbet sokağı, numara 90
Boşa mı gidecek bu kadar çaba?
İçim ürperiyor, ya evde yoksan."
Şimdi düşünüyorum da sanırım yağmurun altında Farabi'ye kadar yürümek daha iyiydi, her adım "evde, kapıyı açacak" heyecanını büyüten bir etki yaratırdı.
Hiç açılmayan, çalmayan bir telefonun ekranına bakmaktan daha iyiydi bu.
O yıllarda Paul Simon'ın "Still Crazy After All This Years" albümü de yeni çıkmıştı.
O albümdeki şarkılardan biri de "50 Ways to Leave Your Lover" idi.
Demek ki o yıllarda da "ghosting" varmış ama biz onun "ghosting" olduğunu bilmiyormuşuz.
Şarkının sözlerinden bir parçayı hatırlatayım sizlere:
"Slip out the back, Jack
Make a new plan, Stan
You don't need to be coy, Roy
You just listen to me
Hop on the bus, Gus
You don't need to discuss much
Just drop off the key, Lee
And get yourself free."
(Arkadan sıvış, Jack!
Yeni bir plan yap, Stan!
Nazlanmaya gerek yok, Roy,
Sadece dinle beni.
Otobüse atla, Gus!
Çok tartışmana gerek yok.
Sadece anahtarları düşür, Lee
Ve kendini özgür bırak!)
Mehmet Y. Yılmaz'ın bu yazısı, Oksijen gazetesinden alındı.
Mehmet Y. Yılmaz kimdir?Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya'da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi parasız yatılı olarak Denizli Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden 1977 yılında mezun oldu Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara'da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi'nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini de bir süre yürüttü. 12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş'e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazete ve dergilerini yayınladı Askerlik görevini Kara Harp Okulu'nda tamamladıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları'nda mesleğe döndü. Gelişim Yayınları'nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu 1985 yılında Hürriyet'e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu'nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınladı. Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık'ın 1 Numara Yayıncılık'a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30'u aşkın derginin kuruculuğunu yaptı. 1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yılın sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda da Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü. 2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğü görevine getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grububu'nun CEO'luğu görevini üstlendi. 2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018'den itibaren T24'te yazmaya başladı. Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı", "Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma", "Aşktan Sonra Hayat Var Mı", "Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür" isimli kitapları yayımlandı. "Aşk Herşeyi Affeder mi" isimli uzun hikâyesi de kitap olarak yayınlandı. "Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci" olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ile futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor. |