Mehmet Y. Yılmaz

11 Ocak 2025

Sabretmeyen belalarına aşkın adını anmasın!

Franz Kafka’nın yaşamı boyunca dört kere aşık olduğunu biliyoruz. Kısacık bir yaşama dört gerçek aşkı sığdırabilmiş olmak, gerçekten muazzam bir şey. İlişkileri “tutku-korku-acı-ayrılık” kısır döngüsünde yürüyordu. Tutkuyla bağlanıyor, bu bağlanmadan korkuyor ve ayrılıyordu. Bir tür “ıssız adam” yani...

Danimarkalı filozof Sören Kirkegaard eğer arkadaşım olsaydı “tuhaf bir insan” diye tanımlayabileceğim bir tipti.

Aslında şu andaki gerçek arkadaşlarıma bakınca, Kirkegaard ile de tanışabilmiş olsaydık, iyi arkadaş olabilirdik diye düşünüyorum.

Hepimizin “tuhaf” diye tanımlanabilecek yönleri var ve tuhaf insanlar olmamız arkadaş olmamıza engel olmuyor.

Ama Kirkegaard ile aramızda zaten bir asır var, arkadaş olmamız imkansızdı yani; ben doğmadan tam 101 yıl önce ölmüştü.

Allah’ın rahmeti üzerine olsun, 27 yaşına geldiğinde 17 yaşındaki Regine Olsen’e delicesine aşık olmuş ve hemen nişanlanmıştı.

O yıllara göre hiç büyük sayılmayacak bir yaş farkı. Düşünün ki o tarihten 100 yıl sonra, babam, kendisinden 14 yaş küçük annem ile evlenmiş.

Tabii kızın 18 yaşından küçük olması o yıllar için de sorun olmuş olmalı ki şöyle yazmıştı:

“Eğer yaşamını aşka göre yaşamaya hazır değilse, felsefeyle uğraşmaya kalkmasın kimse.”

Bugün olduğu gibi o yıllarda da bir erkek ile bir kadın nişanlandılarsa, bunun bir evlilik ile sonuçlanması bekleniyordu.

Ancak gelin görün ki Kirkegaard evlilikten deli gibi korkuyordu.

İki nişan da evlilikle bitmedi

“Evlilik gerçekten aşk değildir ve bu nedenle de iki kişinin tek bir ruh değil, tek bir ten oldukları durumdur” diye yazacaktı.

Kirkegaard hayatını aşka göre yaşamak istiyordu, buna karşılık evlenmekten de korkuyordu.
Kendine itiraf edemediği şey aslında bir “ıssız adam” olduğuydu.

Franz Kafka da tıpkı Kirkegaard gibi bir ıssız adamdı.

Yaşamı boyunca dört kere aşık olduğunu biliyoruz.

Günümüzdeki gibi “seviyeli ilişkilerden” söz etmiyorum burada, Kafka gibi olağanüstü bir insanın yaşadığı gerçek aşklar bunlar.

Kısacık bir yaşama dört gerçek aşkı sığdırabilmiş olmak, gerçekten muazzam bir şey.

İlk aşık olduğu kadın, Felice Bauer idi. Onunla Prag’da tanışmışlardı.

Felice ile tanışmalarından bir hafta sonra Kafka, günlüğüne şunu yazmıştı:

“Bayan FB. 13 Ağustos’ta Brod’a (Kafka’nın arkadaşı Max Brod) vardığımda masada oturuyordu. Kim olduğunu hiç merak etmiyordum, aksine onu hemen hafife aldım. Kemikli, boş yüzü, boşluğunu açıkça belli ediyordu. Çıplak boğaz. Üzerine atılmış bir bluz. Elbisesiyle çok evcimen görünüyordu, ancak sonradan anlaşıldığı üzere, hiç de öyle değildi. Onu bu kadar yakından inceleyerek kendimi ondan biraz uzaklaştırıyorum... Neredeyse kırılmış bir burun. Sarı, biraz düz, çekici olmayan saçlar, güçlü çene. Otururken ona ilk kez yakından baktım, oturduğumda sarsılmaz bir fikrim vardı.”

Felice ile Kafka iki kez nişanlandılar ancak bu nişanlar evlilikle sonuçlanmadı. İlk nişan 31 Mayıs 1914’te takıldı, aynı yılın ağustos ayının başında bozuldu.

2 Temmuz 1917 günü bir kez daha nişanlandılar, hedef Prag’da birlikte yaşamaktı ancak 27 Aralık 1917 günü son kez ayrıldılar.

Kafka 2 yıl sonra 1919’da bu kez sinemada gördüğü bir başka kadına aşık oldu: Julia Wohryzek.

Bu kez nişanın atılmasının nedeni Kafka’nın babasıdır. Yoksul bir aileden gelen Julia’yı beğenmez ve evliliğe karşı çıkar.

Mektuplarla süren ilişki

Ölümünden sonra “Babaya Mektup” adı altında kitaplaştırılan bir mektubunda bu nişanın bozulmasıyla ilgili olarak babasına şunu yazmıştı:

“Senin karşında kendime güvenimi kaybettim, onun yerine sınırsız bir suçluluk bilinci geçirdim.”

Talihsiz Julia, yıllar sonra Auschwitz toplama kampında Nazi’ler tarafından katledilecektir.

Milena Jesenska’ya aşık olup onunla mektuplaşmaya başlaması, hemen ertesi yıla denk geliyor.

Jesenska ile sadece dört gün görüşebilmişlerdi. Bütün ilişkileri mektuplarla sürdü. Bu mektuplar daha sonra “Milena’ya Mektuplar” adı altında kitaplaştırıldı.

Nazi’lerin Çekoslovakya’yı işgalinden sonra direniş hareketine katılan Milena, 1939’da Gestapo tarafından yakalandı, Ravensbrück’teki Nazi toplama kampında hayatını kaybetti.

Kafka’nın hayatının dördüncü ve son kadını Dora Diamant, yazarın son yıllarını paylaştı.

Ki bence de Kafka’nın hayatındaki en ilginç kadın Dora idi: Komünist bir Yahudi!

Dora 1929’da Komünist Parti üyesi olduğu için Gestapo tarafından yakalandı ancak bir yolunu bulup Moskova’ya kaçabildi.

Stalin de birçok komünist Yahudi’ye yaptığını yaptı ve onu Sibirya’da bir kampa kapatttı.

20 yıl kaldığı kamptan dönerken hâlâ Marxisttir ama!

Dora’nın Londra’daki mezar taşında şöyle yazıyor:

“Dora’yı tanıyan, sevginin ne olduğunu bilir.”

Kafka’nın kadınlar ile ilişkisi “tutku-korku-acı-ayrılık” kısır döngüsünde yürüyordu.

Tutkuyla bağlanıyor, bu bağlanmadan korkuyor ve ayrılıyordu.

Bir tür “ıssız adam” yani. Kuşkusuz ki böyle kadınlar da vardır ama bu durum genellikle erkeklere özgü bir durummuş gibi konuşuluyor.

Aşık olsa bile bağlanmaktan korkan bir erkek tipi.

Halk deyişiyle ifade edecek olursak “Yemeği yedikten sonra gözleri çarığına takılıp kalan” bir erkek!

Bu tipler dedikodu ortamlarında kolayca aşağılanırlar: “Alacağını aldı, gitti” gibisinden.

Yani gönlünü eğlendirdi, iş ciddiye binerken tüydü!

Ancak meseleye böyle yaklaşmamalıyız arkadaşlar.

Kimyasalların etkisi büyük

İnsan doğası, adını hepimizin bilmesi lazım gelmeyen kimyasallar tarafından da yönetiliyor ne yazık ki ve hipofizden tutun pankreasa kadar bir dizi organımız, bütün bunları bizden bağımsız olarak yapıyorlar.

Mesela ben “holistik beslenmeyi” bile öğrendim ama hâlâ pankreasıma söz geçiremiyorum, o kafasına göre takılıyor!

Jung, insanların dört işlev bakımından güçlü ve zayıf yönleri olduğunu fark etmişti: Düşünme, hissetme, duyumsama ve sezgi.

Duyumsama, size bir şeylerin gerçekleşmekte olduğunu söyler.

Düşünme, bunun ne olduğunu açıklar.

Jung, insanların dört işlev bakımından güçlü ve zayıf yönleri olduğunu fark etmişti: Düşünme, hissetme, duyumsama ve sezgi. Bunlar bizi içe ya da dışa dönük insanlar haline getirir. İçe dönükler olayları enine boyuna düşünür, dışa dönükler eyleme geçmeye meyillidirler

Hissetme, durumun hoşunuza gidip gitmeyeceğini size anlatır.

Sezgi ise ne olup bittiğiyle ilgili ipuçlarını verir.

Jung, sezgi ile ilgili “Basit ifadelerle açıklanması mümkün değildir” der.

Bunların şöyle ya da böyle gerçekleşmiş olması bizleri içe ya da dışa dönük insanlar haline getirir.

İçe dönükler olayları enine boyuna düşünürler. Hayaller kurarlar. Dışa dönük olanlar düşünmekten çok eyleme geçmeye meyillidirler.

Testler gösteriyor ki içe dönüklerin beyinlerine kan akışı daha yoğun. Bir beyin kimyasalı olan dopamine karşı daha hassaslar...

Jung’a göre başarılı romantik ilişki, bu iki kişiliğin başarılı karışımından kaynaklanıyor.

Ve öyle görünüyor ki deli gibi sevdiği bir kadınla bile arasına mesafe koymak isteyen içe dönüklerin bu tutumlarını, kadınların anlamlandırabilmesi her zaman da mümkün olmuyor.

O zaman gelsin “ıssız adam” muhabbeti!

Memleketin bütün ıssız adamlarına ise Taşlıcalı Yahya Bey’den bir beyit benden armağan olsun:

“Sabretmeyen belalarına aşkın anmasın. Nuş etmesin şarabı kaçanlar humardan.” (Bugünkü dille: Belalarına katlanamayacak olanlar aşkın adını anmasın. / Sonunda baş ağrısı var diyenler, şarabı hiç içmesin.) 

Mehmet Y. Yılmaz kimdir?

Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya'da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi parasız yatılı olarak Denizli Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden 1977 yılında mezun oldu

Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara'da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi'nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini bir süre yürütmektedir.

12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş'e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazetesi ve dergilerini yayınladı

Askerlik görevi Kara Harp Okulu'nda yapıldıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları'nda mesleğe geri döndü. Gelişim Yayınları'nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu

1985 yılında Hürriyet'e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu'nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınlandı.

Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık'ın 1 Numara Yayıncılık'a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucusu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30'u aşkın derginin kuruculuğu yapıldı.

1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yıl sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda ise Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü.

2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğüne getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grububu'nun CEO'luğu görevini üstlendi.

2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018'den itibaren T24'te yazmaya başladı.

Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı", "Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma", "Aşktan Sonra Hayat Var Mı", "Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür" isimli kitapları yayımlandı. "Aşk Herşeyi Affeder mi" isimli uzun hikâyesi kitap olarak yayınlandı. 

"Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci" olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ile futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor.