Mehmet Y. Yılmaz

15 Temmuz 2023

Netflix dizisi gibi bir köy hayatı

Karaağız köyünde kadınlar ile erkeklerin bir araya gelmesi yasaklanınca merak ettim, nasıl eğleniyorlardı diye... Mesela düğünlerde tehlikeli yakınlaşmalar mı yaşanıyordu?

Bursa'nın Karaağız Mahallesi Muhtarlığı ve Karaağız Yardımlaşma Derneği, köydeki eğlencelerde kadınlar ve erkeklerin bir araya gelemeyeceğini duyurdu.

Kararın nedeni kadınlar ile erkeklerin bir arada eğlenmelerinin "dinen uygun olmaması".
Muhtar Arif Yılmaz bu konudaki eleştirileri "Anayasada erkeklerin kadınlarla karışık oynaması yazıyor mu?" diye yanıtladı.

Anayasa Hukuku teorisine ilginç bir katkı diye aklımdan geçirdim!

Bursa'nın Belediye Başkanı da "halkın kararına saygı duyuyorum" diyerek kararı destekledi.
"Köydeki eğlenceler" nasıl eğlencelerdi acaba diye merak ettim.

Düğün, nişan, askere gitme, terhis kutlamaları gibi kutlamalar yapılıyor ve köy halkının "kadın - erkek karışık oynamaları" yasaklandığı için de köy ahalisinin çoğunluğu "dini bütün" kalabiliyor.

Tabii karışık oynama yasağının doğal bir sonucu, erkeklerin erkekler ile kadınların da kadınlar ile karşılıklı göbek atmaları şeklinde ortaya çıkıyor.

Köyün geleneklerinde "vals" de var mıdır bilmiyorum ama bir düğünün olmazsa olmazı sayılması lazım gelen "komparsita" çaldığında "tehlikeli yakınlaşmalar" yaşanıyor olabilir.

Homofobinin neredeyse bir devlet politikası haline geldiği bir ülkede muhtarlığın kararını bu nedenle hayli cesur buldum.

Çünkü tanınmış Türk düşünürü Cübbeli Ahmet'in de bildirdiği gibi iki erkek tokalaşırken bile bir el, diğerini hafifçe kavrar ve bu olağan bir el sıkışmaya göre birkaç saniye daha uzun sürerse Allah muhafaza içinizden ılık ılık bir şeyler akmaya başladığını hissedip niyeti bozabilirmişsiniz!

Cübbeli Bey kardeşimizin bir bildiği olmalı ki cemaatini uyarıyor: Aman ha!

Şimdi erkek erkeğe ya da kadın kadına dans ederken yaşanabilecekler, el sıkışma sırasında fazladan kullanılacak iki - üç saniyeye göre daha yıkıcı sonuçlar doğurabilir diye endişe ediyorum.

Bildiğimizden ötesi yok gibi

Endişemin nedeni Reis'in bu duruma ne tepki vereceği konusu.

Köy, köy değil sanki Netflix dizisi!

Araştırmacı gazetecilik yaptım, köyde bizim bildiğimizin dışında bir "eğlence" yöntemi bulunmadığı sonucuna vardım.

Yani en azından Müge Anlı'daki Palu ailesine benzer bir vakaya rastlamadım.

Cennet vatanımızın giderek daha da artan ölçülerde Yeni Gine'ye benzediğini düşündüren gelişmeler bunlar.

Hatırlarsınız belki daha önce de antropolog Ruth Benedict'in, Doğu Yeni Gine'deki araştırmaları sırasında keşfettiği Dobu kabilesinden söz etmiştim.

O tarihe kadar medeniyetten uzak, izole bir yaşam süren "Yeni Gine Dobuları" için kuşkuculuk en önde giden duygudur, başlarına gelen talihsizliklerin nedeni "kötü niyetli insanlar"dır.

Dobu ülkesinde hastalıkların nedeni kötü büyüdür. Büyüyü yapan en yakınınızdaki kişi bile olabilir: Eşiniz, çocuklarınız, en yakın av arkadaşlarınız.

Dobuların temel ahlak görüşü bir kurban seçmek ve olanca kötülüğü onun üzerine salmaktan ibarettir.
Benedict'in tespitiyle "Dobularda kuşkuculuk paranoya derecesine ulaşır".

Aramızda binlerce kilometre mesafe olmasa Dobular ile akrabalık ilişkimiz olduğunu bile söyleyebileceğim türden benzerliklerimiz var.

Karaağız köyü ahalisinin kadınlardan uzak durmaya yönelik kararı ile ilgili haberleri okurken bu kez yine Yeni Gine'nin Sambia kabilesi aklıma geldi.

"Kadınlardan uzak durma kararı" dememin nedeni, bu kararı alan köy ihtiyar heyetinin tamamının erkeklerden oluşması.

Yani kadınlara kimse sormamış, "siz kadınlı - erkekli eğlenceye taraftar mısınız, karşı mısınız" diye.
Belli ki köyün erkekleri, kadınlarla karşılıklı göbek atarken bir tuhaf oluyorlar ve çareyi nefislerine hâkim olmaktansa kadınlardan uzak durmakta buluyorlar.

Tabii köyde, Anadolu'nun bazı yerlerinde rastlanabilen "değiş tokuş" geleneği var mıdır, bunu bilmiyorum, ilgilenmiyorum da.

Her neyse, Sambialar, Yeni Gine'nin dağlık bölgelerinde, dünyadan tecrit edilmiş bir şekilde yaşayan bir kabile.

Antropolog Gilbert Herdt ve psikiyatr Robert Stoller bu kabileyi çok yakın bir geçmişte bulup incelediler.
Sambiaların toplumsal düzeni bir tek inanç üzerine kurulu: Kadınlar tehlikelidir!

Bugün modern yaşam diye tanımladığımız toplumsal hayatımızın zannettiğimiz kadar "yeni" ve "modern" olmadığını gösteren bir tespit!

Günümüzde de birçok toplum, kadınların tehlikeli olduğu inancını taşıyor.

Kadınların sıkı sıkıya örtülüp toplumsal yaşamın tamamen dışına çıkarıldıkları birçok Doğu ülkesinde de bu anlayışın izleri var.

Kadınların toplumsal yaşamdan bu şekilde tecrit edilmesinin nedeni kadını korumak değil.

Tam tersine, kadınları tecrit ederek erkekleri günahtan korumak!

Bu düşünce sadece eski çağları yaşamakta direnen bazı Doğu ülkeleriyle sınırlı değil.

Günümüzde batı dünyasında da kadını "tehlikeli" bulup toplumsal yaşam dışına itme isteğinin olduğunu biliyoruz.

Stoller'in Sambialar üzerine yaptığı inceleme, günümüzde bile bu düşüncenin neden hâlâ hâkimiyetini korumakta olduğunu ortaya koyuyor.

Sambialar kadın vücudundaki sıvıların "kirletici" olduğuna inanırlarmış. Ve bu kirin de erkekleri kadınlaştıracağına!

Bu yüzden erkeklerin eşleri ve çocuklarıyla birlikte yaşadıkları kulübelerde bile kadınlar ve erkekler için ayrı ayrı mekânlar yaratmışlar.

Bizim çok yabancısı olmadığımız bir durum bu; harem selamlık uygulamasının ilkel kabile versiyonu!
Kabilenin kız ve erkek çocukları yaşamlarının ilk on yılını anneleriyle geçirirler ve babalarıyla neredeyse hiç temas etmezlermiş. Erkeklerin çocuklarını uzaktan sevmekle yetindikleri, babanın sevgisini çocuklarına gösteremediği, öpüp koklayamadığı, çocuklarınsa korkulu bir saygıyla babalarından uzakta büyüdükleri eski toplum düzenimizi çağrıştırdı bu bana.

On yaşına gelen erkek çocuklar annelerinden ayrılıp kabilenin diğer erkek çocuklarıyla birlikte yaşayacakları kulübelere konulurlarmış. Bu kulübeler 10 - 18 yaş erkek çocukların bir arada yaşadıkları yerlermiş. Bu süre içinde erkek çocukların anneleriyle temaslarına, onları görmelerine de kesinlikle izin verilmezmiş.

18 yaşına gelen erkek çocuk evlendirilir ve bu yukarıda anlattığım hayat böylece sürer gidermiş.
Dr. Stoller bütün bu toplumsal düzenin gerisinde, Sambiaların kendilerini koruma içgüdülerinin yattığını söylüyor.

Düşmanlara karşı bir tedbir

Çevreden kopuk bu dağlı kabilenin etraftaki vahşi düşmanlarla baş edebilmesinin, ancak saldırgan, acımasız ve haşin erkek gücüyle mümkün olabildiğini anlatıyor.

Kadınların kirli olarak nitelenip toplumsal yaşamın dışına itilmelerinin ve erkek çocukların annelerinden kesin olarak ergenlikten önce koparılmalarının nedeni bunu sağlayabilmek.

Dr. Alon Gratch, Erkekler Dile Gelse isimli kitabında bunu "kadın olma korkusu olmasa erkekliğe gerek kalmayacaktı" diye yorumluyor.

Nitekim Demostenes'in eski Yunan'ın en büyük hatibi olmasının nedeni konuşma kusurunu örtme çabasıydı. Dr. Gratch, başarılı oyuncuların da genellikle aşırı utangaç kişiler arasından çıktığını söylüyor. Kişi, utangaçlığından kurtulmak için başkası olmaya zorluyor kendisini, rol yapma yeteneğini böylece geliştiriyor. Sahneye çıktığında utanmıyor, çünkü artık o kendisi değil, bir başkasıdır.

Toplumumuza dışardan bakan birisi de bizi Sambiaların Orta Doğulu modernleşmiş uzantıları gibi görebilir.

Mesela kızımın çocukken devam ettiği bale okulunda hiç erkek çocuk yoktu. Piyano sınıfının yıl sonu konserlerinde ya bir ya iki erkek çocuk olurdu.

Erkek saldırganlığını artıran sert sporlara yönlendirilen erkek çocuklar, çocukluklarının önemli bir bölümünü de zaten kızlardan nefret ederek geçiriyorlar.

Yaşları 6 ile 13 arasında olan erkek çocukların oyunlarına çoğu zaman kızları kabul etmediklerini, onlardan özellikle uzak durduklarını da hatırlayın.

Yumuşatılmış bir Sambia hayatı sürdürdüğümüzü düşünüyorum bütün bunlara bakınca.

Ve toplumumuzun kadınlarıyla erkeklerinin önemli bölümünün birbirleriyle sağlıklı ilişkiler kurmakta neden zorlandıklarını daha iyi anlıyorum.

Anladığım bir şey daha var: Karaağızlı kadınlar, eşlerine, erkek çocuklarına mukayyet olsunlar!
Aman diyeyim! 


Mehmet Y. Yılmaz'ın bu yazısı, Oksijen gazetesinden alındı.

Mehmet Y. Yılmaz kimdir?

Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya'da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi parasız yatılı olarak Denizli Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden 1977 yılında mezun oldu

Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara'da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi'nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini de bir süre yürüttü.

12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş'e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazete ve dergilerini yayınladı

Askerlik görevini Kara Harp Okulu'nda tamamladıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları'nda mesleğe döndü. Gelişim Yayınları'nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu

1985 yılında Hürriyet'e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu'nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınladı.

Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık'ın 1 Numara Yayıncılık'a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30'u aşkın derginin kuruculuğunu yaptı.

1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yılın sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda da Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü.

2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğü görevine getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grububu'nun CEO'luğu görevini üstlendi.

2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018'den itibaren T24'te yazmaya başladı.

Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı", "Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma", "Aşktan Sonra Hayat Var Mı", "Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür" isimli kitapları yayımlandı. "Aşk Herşeyi Affeder mi" isimli uzun hikâyesi de kitap olarak yayınlandı. 

"Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci" olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ile futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor.