"Garantili Kız Tavlama Sanatı" isimli kitaptan öğrendiğim ilk ders şuydu:
"Kahvede pişpirik ya da altmışaltı oynayarak kız tavlanmaz. Kız tavlayabilmek için, onlarla tanışabilmek, tanışabilmek için de onların bulunduğu yerlere gitmek, doğacak tanışma fırsatını değerlendirmek, hatta bu fırsatı yaratmak gerekir."
Bu hayatta başıma ne geldiyse, kitaplardan okuyup, öğrendiklerimi günlük hayatımda uygulama çabamdan geldi.
Onun için kağıt oyunlarını hiç bilmem mesela. "King" ile "pişti" hariç!
King oynamayanları Mülkiye'den mezun etmiyorlardı, onu da iyi oynayamadığım için ben genellikle "pişti" masasına düşüyordum.
"Suat Yağmuroğlu" takma ismiyle yazılmış olan bu kitabın 2000'li yılların hemen başında yapılan "genişletilmiş" baskısında yeni gelişmekte olan internetin de bu işlerde yararlı olabileceğine dair ipuçları vardı. (Az Sonra: Yazının sonunda Suat Yağmuroğlu'nun başından geçen bir "Türkiye gerçeği hikâyesi" de sizi bekliyor.)
O ipuçlarını hatırlamama İsmet Berkan'ın yayımladığı Bülten'de geçen cumartesi günü okuduğum bir haber neden oldu. (Sadece abonelere gönderilen bu bülten için i.berkan@gmail.com adresine bir e - posta yollamanız gerekiyor.)
Stanford Üniversitesi'nde yürütülen bir araştırma, "kız tavlama" işinin artık internette yürüdüğünü gösteriyor.
"Kız tavlama" diyorum ama bunu cinsiyetçi bir yaklaşım olarak algılamayınız lütfen.
Sözünü ettiğim şey esasen çöpçatanlık işinin günümüzde nasıl yürüdüğü. "Kız tavlama" lafın gelişi.
Stanford'da yapılan araştırmaya göre günümüzde ABD'de, heteroseksüel çiftlerin yüzde 40'ı çöpçatanlık siteleri aracılığıyla tanışıyorlar.
1995 yılında bu oran yüzde 2 imiş.
1995 yılında çiftlerin yüzde 15'i aile arasında tanışırmış, bugün bu oran yüzde 7.
O yıllarda yüzde 33'ü yakın arkadaşlar aracılığıyla tanışırmış, şimdi yüzde 20.
İnternet dışında yükselen tek şey bar ya da bir lokantada tanışmak. 1995'te yüzde 10 imiş, günümüzde yüzde 25.
ABD'de çeyrek yüzyıllık dilim içinde gerçekleşen bu değişim, Türkiye ile benzerlik gösteriyor mu, doğal olarak bilmiyoruz.
Böyle şeyleri bizim sosyologlarımız niyeyse merak etmiyorlar. Daha "ciddi" meselelerle uğraşıyor olduklarından mı acaba?
İlginç verilerden biri de sadece cinsel amaçlı buluşmalar için tasarlanmış olan Tinder uygulamasının üyeleri arasında en çok evlilik gerçekleşen uygulamaya dönüşmüş olması.
Bu uygulamalar ve internet siteleri, bütçelerinden çok ciddi bir kısmı yapay zeka geliştirmeye harcıyorlar.
Bunun sonucunda da yarattıkları algoritma ile Ayşe'nin, neden Hasan ile buluşması gerektiğini daha isabetle bulmaya başlamışlar.
* * *
Şu ya da bu sebeple beğendiğin birisinin aklını ve gönlünü çelebilmek, kuşkusuz ki insanın hayatındaki en önemli meselelerden biri.
İnsanlık tarihi kadar da eski bir durum.
Tabii yazının icat edilmemiş olduğu tarih öncesinde bu işin nasıl yürüdüğünü tam olarak bilemiyoruz.
"Eli sopalı mağara adamı, kadını saçından sürüklüyor" şeklindeki karikatürlerin gerçek olduğunu düşünmediğinizi ümit etmek isterim.
Bunlar günümüzün maço ideolojilerinden kurtulamamış olduklarını gösteriyor sadece.
Romalı düşünür Ovidius, milattan sonra 1. yüzyılın başında, aşk macerası arayan Romalı gençlere öğüt vermek üzere yazdığı L'art d'Aimer isimli eserinde şöyle yazmış:
"Avını beklemen gereken yer özellikle tiyatrolardır: Oralar avın en bol olduğu yerlerdir. Aradığın her şeyi bulursun oralarda: Neyi seviyorsan ya da neden hoşlanıyorsan, bir günlük bir macera ya da ciddi bir ilişki… Gözüne kestirdiğin kızın yanına otur, iyice yanaş ona, zaten oturulacak yerlerin sınırları belirsizdir ve bu yerlerin yapılma biçimi seni bunu yapmaya zorlar. Sonra, konuşmaya girmek için bir bahane bul, başlamak için sıradan bir konu." (Gönül Çelmenin Tarihi. Yazar: Jean Claude Bologne. Dost Yayınları. Çeviren: Erkan Ataçay).
Gördüğünüz gibi bizim 45 – 50 yıl öncenin garantili kız tavlama yöntemleri ile 20 yüzyıl önce yazılmış bir kitabın önerileri arasında fazlaca bir fark yok!
"Kızların bulunduğu yerde ol ve konuşmak için bir bahane yarat!"
20 yüzyılda değişmeyen şey, Stanford'un araştırmasının da gösterdiği gibi son 25 yılda tamamen değişme istidadı gösteriyor.
Fransız tarihçi Bologne, "gönül çelmenin" ya da daha yaygın deyimle "tavlamanın" bir tarihi olduğunu, kadın erkek ilişkilerinde zaman içindeki değişimlerin bu tarihi belirlediğini anlatıyor.
Ve özellikle vurgu yaptığı şey şu ki kadının özgürleşmesi, aslında bu tarihin omurgasını da oluşturuyor.
"Tavlama, cinsiyetler arasında bir karşılaşma biçimidir ve sosyolojinin incelediği tüm biçimler gibi tarihsel değişimlere maruz kalır" diye yazmış sosyolog Paul Kintzele.
Özgür olmayan kadınların, geçmişte neler yaşadıklarını biliyoruz: Kaçırma, tecavüz, kadının rızasının alınmadığı görücü usulü evlilikler gibi!
Günümüzde de bu kalıpların varlığını sürdürebiliyor olması, en azından bazı kişiler ve çevreler için "normal" algılanması, topluma egemen olan erkek davranış biçiminin varlığını koruyabilmiş olmasından kaynaklanıyor. Ama artık "medeni dünyada" durum değişiyor.
Geleneksel kültürler "tavlamayı" ahlaki bir çerçeve içinde mahkûm edip, gönül çeleni küçümsemeye eğilimli de olsalar, görücü usulü birleşmelerde bile artık kızların en azından "rızası" alınıyor.
Artık, ana babasının değil, kızın gönlü kazanılmalı ki bir ilişki doğup, sürebilsin.
Stanford'un araştırmasının gösterdiklerinden biri de budur: Özgürleşen kadın, kendi göbeğini kendisi kesebiliyor!
Bakın bir örnek olay:
Soner Yalçın'ın bir kitabında okumuştum, oradan aklımda kalmış:
Rahmetli Yaşar Kemal, yolda gördüğü Gülriz Sururi'ye "Hişşt küçükhanım, tanışabilir miyiz" diye seslenmiş ama yüz bulamamış. Sururi daha sonra bir söyleşisinde şunu söylemiş: "İnce Memed'in yazarıyım dese her şey olurdu!"
Ve sevgili gençler, kulağınıza bir küpe takayım ki hep aklınızda tutun:
Kızlara değer vermezsen onlar da sana yüz vermez!
Suat Yağmuroğlu'nun başına gelenler
Suat Yağmuroğlu takma ismini kullanan kişi yazar ve şair Günel Altıntaş'tır. Bir sırrı açıklıyor değilim. İnternette herkese açık bir bilgi olduğu için yazdım.
"Garantili Kız Tavlama Sanatı" isimli kitabına Yağmuroğlu / Altıntaş, ilginç bir önsöz de yazmıştı.
Çok tanrılı ve tek tanrılı dinlerde cinsellik, cinsel ahlak ve sevgisiz cinsel birleşme üzerine yazılmış, Heredot'tan D. H. Lawrence'a, Bertrand Russel'den Wilhelm Reich'a ve Erich Fromm'a kadar birçok düşünüre göndermeler yapan ilginç bir önsöz.
Önsözdeki şu cümle yayıncının ve yazarın soluğu mahkemede almalarına yol açmıştı: "Rızaya dayanan beraberlikler, evliliklerden iyidir."
Bu söz Türk Ceza Kanunu'nun ünlü 142. maddesine aykırı bulunmuş, kitap toplatılmıştı.
O tarihte TCK 142. Madde'nin 1. Fıkrası şöyleydi:
"Memleket içinde müesses iktisadi veya sosyal temel nizamlardan herhangi birini devirmek veya devlet siyasi ve hukuki nizamlarını topyekun yok etmek için her ne suretle olursa olsun propaganda yapan kimse beş yıldan on yıla kadar ağır hapis cezası ile cezalandırılır."
Dava beraatla sonuçlanmıştı ama 1975 Türkiye'sinde yayıncılık ve yazarlığın ne tür baskılar altında olduğunu gösteren ilginç bir örnek olarak buraya tekrar kaydedelim istedim.
Gördüğünüz gibi "Eski Türkiye" ile "Yeni Türkiye" arasında, okuyup, yazan insanlar açsından çok uzun boylu farklar yok.
Gerçi o zaman böyle suçlamalarla yargılananlar beraat de edebiliyorlardı.
Şimdi Saray'ın rızası yoksa, beraat etmeyi aklınızdan bile geçirmeyin!