Balık tutmaya meraklı herkes bilir ki avlayacağın balığın kalitesi, kullandığın yem ya da olta ile ilgilidir.
Bir tür "ne ka ekmek, o ka köfte" hikâyesi yani.
Nitekim bu durum, aynen kadın-erkek ilişkilerinde geçerlidir.
İyi yem, iyi av getirir!
Yakın zamana kadar yaşı 18'den küçük diye sahneye çıkmasını eleştirdiğimiz Aleyna büyümüş ve kendisini tavlayacak erkeğin kullanması gereken yemi tarif etmiş.
Şöyle anlatıyor:
"Önceden beni tanıyor olması lazım. Ama ben onun ismini bilemeyeceğim. Çiçekler, hediyeler, ayıcıklar göndermeli. Ben diyeceğim ki bu kim? Vizyonlu ayıcıklar olacak, vizyonsuz ayıcık istemiyorum. Pazardan da olabilir ama proporsiyonu düzgün olsun. Ben çok merak edeceğim. Sonra numaramı bulacak, bir yer ayarlayacağız. İlk buluşmada tek olmak istemem. Arkadaş ortamında tanışıyormuşuz gibi olalım. Çok efendi, ağır, biraz keko, maço olsun. İşime ve iş saatlerime karışmasın. Özünde maçoluk olacak, öyle gözüküp hissettirmemek için elinden geleni yapacak."
Gördüğünüz gibi Aleyna'yı tavlamak için iyi yem "vizyonlu ayıcıklar" ama "proporsiyonu da düzgün" olacak!
"Vizyon sahibi pofuduk ayıcıklar" olabileceği ile ilgili bir fikrim yoktu, bu vesileyle öğrendim.
Proporsiyonu bozuk, vizyonsuz ayıcık nasıl oluyor, o konuda da bir fikrim yok.
Belli ki Aleyna ilginç bir şeyler söylemek istiyor ama daha üç gün öncesine kadar önünden geçtiği oyuncakçı vitrinlerinden etkilenen bir küçük kıza sorulacak bir soru da olmamalıydı bu; "hayalindeki erkek nasıl biri"?
Her neyse, söz ağızdan çıkmış bir kere; Aleyna Hanım da ne yazık ki milyonlarca hemcinsi gibi aradığını hiç bir zaman bulamayacak.
Hem "maço ve keko" olup, hem Aleyna'ya karışmayacak ki bu bir tür oksimoron olur.
"Oksimoron" değil diye iddia ediyorsanız da adamcağızı "moron" yerine koymuş oluruz ki bu da hiç yakışık almaz.
Üstelik bu da yetmiyor, benim bile bilmediğim "proporsiyonu düzgün vizyonlu pofuduk ayıcıkların" satıldığı yeri bilecek!
Evet, dost acı söyler, Aleyna bu söylediklerinde ciddiyse hayatının sonuna kadar "yanlış erkekler" ile karşılaşacak.
* * *
Beyazıt-ı Bestami, "aramakla bulunmaz lakin bulanlar da hep arayanlardır" demiş ki bu tez doğru erkek / doğru kadın arayışı konusunda da geçerlidir.
Anna Heaton, şu anda 35 yaşında olmalı, bir İngiliz.
Aradan geçen bunca yıldan sonra onu hâlâ hatırlıyor olmamın nedeni, sol yanağında, dudağının hemen kenarındaki o minik gamzesi değil.
Ms. Heaton, hedefleri olan, 30 yaşına varmadan "doğru erkeği bulmaya kararlı" bir kadındı.
Adını gazetelerimizde okuyup, notumu aldığım yıl boyunca 77 erkek ile "date" etmiş. Sene 2017!
Atletik yapılı, iyi giyinen ve kendisini fazla da ciddiye almayan bir eş aradı ve doğal olarak bulamadı.
Kendini fazla ciddiye almayan bir erkek hem atletik yapılı hem de iyi giyinen bir erkek olamaz.
İyi giyinmeye ve atletik görünmeye çok özen gösteriyorsa kendini ciddiye alıyor demektir.
Mesela benimle şansı sıfırdı. Evet kendimi ciddiye almam ama atletik bir yapım yok; "six pack" değil, "six in one" tipim var.
Anna Hanım, tanıştığı erkeklere üç kategoride not vermiş: Dış görünüm, kişilik ve elektrik. Ve bu 77 denek de sınıfı geçememiş.
Elektrik arayan bir insanın yapması gereken şey aslında parmağını bir prize sokmaktır ama bulduğu o elektrik ne işine yarar, onu da bilemeyeceğim.
Sonuç olarak Anna Hanım, "kız kurusu" sayılmasa bile "evde kalmış" sayılabilir, hâlâ doğru erkeği arıyor olmalı.
* * *
Frank Drake, şu uçsuz bucaksız evrende bizler gibi canlıların bulunma olasılığını hesaplayan denklemini geliştirdiğinde günlerden hangi gündü, bilmiyorum ama yıllardan 1961 idi.
"Dünya dışı canlılar" meselesi hiç ilgimi çekmez.
"Bize bulaşmasınlar da ne yaparlarsa yapsınlar" diye düşünürüm.
Bu fıkrayı duymuş muydunuz:
Çiftçi tarlasında çapa yaparken küçük oğlu seslenmiş: Bubaaa, tayyare geçiy!
Adam istifini bozmamış: Elleşme geçsin!
Uçan daireler ile ilgili tutumum budur: Elleşmeyin, geçip gitsinler!
Konuşan dev bir karidesin kullandığı bir uzay aracının bahçeme inerek Rio'yu ve arılarımı korkutmaları fikrinden hazzetmiyorum.
Drake'in bu denklemini kullanan bir başka bilimci, Peter Backus da bu kavanoz dipli dünyada doğru erkeği / doğru kadını, kısacası ruh eşimizi bulma olasılığımızı hesaplamaya çalışmıştı.
Backus'un denklemi, yaşadığınız bölgede, sizin arayışlarınıza uygun kaç kişinin bulunduğunu hesaplamaya yönelik.
Londra'da yaşıyor ve kendisi için doğru kızı bulma ihtimalinin 285 binde 1 olduğunu hesaplamış.
Londra kalabalık bir kent, olasılık bence onun için hayli yüksek. Daha küçük nüfuslu kentlerde ihtimal daha da azalıyor olmalı.
İstanbul'da yaşıyorsunuz diye kendinizi şanslı zannetmeyin, semtleri arasındaki otomobil yolculuğu bazen 2 saate ulaşan bir kentte "yaşadığınız çevrenin" hayli dar bir alan olduğuna dikkatinizi çekmek isterim.
Mesela ben bütün hayatımı Boğaz'ın Avrupa yakasının ancak 10 kilometrelik bir bölümünde geçiriyorum. Bodrum'a gittiğimde alan daha da daralıyor, 2, bilemedin 3 kilometre çapında bir dünyaya giriyorum.
Fütürist (gelecek öngörücüsü) Amy Webb de Drake denklemini kullanarak yaşadığı kentte birisini bulma olasılığını araştırmış, sonuç berbat çıkınca da çöpçatanlık uygulamalarına dadanmış.
Kendisine çok uyduğunu düşündüğü bir erkek aday bulmuş ama adam da onu değil bir başkasını tercih etmiş.
Çöpçatanlık uygulamalarıyla ilgili daha sonra uzun uzun sohbet ederiz ama şunu söylemeliyim ki yaşayanlar, bu yolla doğru birisini bulmanın çok zor olduğu kanısındalar.
* * *
Psikolog Susanna McMahon'un ‘Terapistim Yanımda' isimli bir kitabı var. (Çeviren: Nilüfer Kavalalı)
Sizleri, göz yaşlarımızı tutmaya çalışarak acı gerçeği McMahon'un kaleminden okumaya davet ediyorum:
"Başkalarıyla ilişkilerimizde genellikle kendimizle olan ilişkimizi yansıtırız. Güvensizsek, bizi sevmeyen insanlara âşık oluruz. Sevilmeyi hak ettiğimize inanmıyorsak, bizi seven insanlara yönelmeyiz. Hak ettiğimize inandığımız şeyler bizi çeker. Cezalandırılmayı hak ettiğimize inanıyorsak (bilinçaltı düzeyinde olsa dahi), yıkıcı birisini buluruz. Kendimizle ilgili ne hissediyorsak, bu ilişkilerimize yansır. Kendimizle ilgili olumlu ve hoş duygularımız varsa, kendileriyle ve bizimle ilgili iyi duygular besleyen insanlarla ilişkilerimiz olur. Olumsuzsak, ilişkilerimiz olumsuzluğu yansıtır. Sonuçta gerçekten ektiğimizi biçeriz."
* * *
Evet dost acı söyler arkadaşlar, ne ekersek onu biçeriz.
İdeal erkek / ideal kadın tarifleri yaparak hayatınızı bir boş arayışla tüketmeyiniz.
Hayatınızı paylaştığınız insanın "en ideali" olması gerekmez.
Zıtların birliği diye de bir şey var, üzüleceğinize tadını çıkarın derim.
Bir robota aşık olabilir misiniz?Bu haberi salı sabahı Instagram'da gördüm, yanlış anlamalara yol açmasın diye kimin hesabında yayınlandığını söylemeyeceğim, kusura bakmayın. Haber şöyle: "Seks robotu Samantha'ya, canı seks yapmak istemediği zaman "Hayır" deme özelliği geleceği belirtildi." Anladığım kadarıyla "me too" hareketinin zirvesine böylece ulaşmış bulunuyoruz. "No means no!" mottosu, böylece robotlar için de geçerli olacak ki medeni davranış, bunu gerektirir. Tabii isminden de anlayacağımız gibi bu robot bir kadın. Kadın okuyucuların bir Mona Lisa tebessümüne eşlik eden alaycı bir bakışla "tabii her şey erkekler için bu dünyada" dediklerini de duyar gibiyim. Ancak bu konuda haksızlık ediyorlar, açıkça söylemek zorundayım. Dünya tarihinin bilinen ilk cinsel robotu, kadınlar için yapıldı. Evet, sizi fazla oyalamadan söyleyeyim, bu robotlara vibratör deniliyor. "Ama vibratör konuşmaz, nerede kaldı ki hayır demeyi öğrensin" diye düşünebilirsiniz tabii. Meseleyi böyle ortaya koyunca kadınlar için organik yollarla üretilmiş kanlı-canlı robotların hemen yanı başlarında durduğunu söylemeliyim, gazeteden kafanızı kaldırıp, telefonuyla oynayan adama bakın! Elbette ne kadar başarılı ve iyi imal edilmiş olursa olsun, herhangi bir vibratör bir duygu sahibi olabilmiş değil. Bir şey hissettirmiyor, kendisi zaten hissetmiyor, sahibine geçirebildiği tek duygu orgazm hissi! Anında arkasını dönüp uyumuyor, yatakta bir sigara yakmıyor, mini bardan aldığı minik şişeyi kafasına dikip, dibini gördükten sonra duvara doğru sallamıyor, yatakta gofret yemeye kalkmıyor! Eğlenceli değil, esprisi yok, renksiz. Bir de tersini düşünün şimdi. Öyle bir robot yapmışlar ki âşık oluyor, hissediyor, insani zaafları var, bazen onlara yenik de düşüyor. Kredi kartına on taksitle satın alıyorsunuz, hopi'niz varsa ayrıca indirim de var, alıp eve götürüyorsunuz ve sonsuza kadar sizin! Aşkınız bitmiyor, biter gibi olursa yeniden programlanıyor, haydi sil baştan yeniden âşık oluyorsunuz. David Levy'nin "Love and Sex with Robots" isimli kitabında anlattığına bakılırsa bu tür robotların kadın / erkek versiyonlarının üretilmesi çok yakın. Bilim adamları, "neden aşık oluruz" sorusunun yanıtını bulduklarında, bu tür robotların yapılmasının çocuk oyuncağı olduğunu anlatıyor. Hazır aklıma gelmişken not edeyim, gelecek haftanın konusu da bu olsun: Neden aşık oluruz? Bu açıdan bakılınca gerçek bir erkeğe benzeyen bir robotu yapmak daha kolay gibi göründü gözüme. Nihayetinde davranışları 0'lar 1'lerle kolayca kategorize edilip, standart hale getirilebilecek bir canlı türünden söz ediyoruz burada. İstekleri basit, duyguları kolayca tatmin edilebilir, tarif edilmiş duygular. Ama en iyi robotun bile gerçek bir kadının yerini tutabilmesinin mümkün olmadığını düşünmek için de kendime göre gerekçelerim var. Duyguları karmaşık, istekleri belirsiz, davranışları "unique" bir canlı türü bu. Ve zaten onun için de eğlenceli ve heyecan vericiler. Gerçek bir kadının verebileceği duyguyu bir robot nasıl verebilir ki? |
* Mehmet Y. Yılmaz'ın bu yazısı, Oksijen gazetesinden alındı.