Nurseli İdiz, Nergis Kumbasar ve Kimya Gökçe Aytaç “Etekler ve Pantolonlar” isimli oyunda bir araya gelmişler.
Tiyatro, yeniden gözde bir sanat dalı oldu, salonlar hep dolu.
Geçen gün bir arkadaşımla oturup saymaya kalktık, beceremedik.
Sonra güvendiğim tiyatrocu arkadaşlarımdan biri İstanbul’da 200 küsur tiyatro olduğunu söyledi, sizler de farkında mısınız, bilmiyorum.
Bildiğim şu ki medya farkında değil!
Bu tiyatroların sahneye koyduğu oyunların çoğundan haberdar olmanız imkânsız.
Eli yüzü düzgün tiyatro eleştirisinden çoktan vazgeçtim, bu hafta nerede, hangi oyun var, oyunun konusu ne, kimler oynuyor, yönetmen kim gibi temel bilgileri içeren basit bir program bile yayınlamıyorlar.
Müteahhit havuzlarındaki balıklarla beslenen medyadan çok mu şey bekliyorum? Doğrusunu isterseniz, bir yanıtım da yok bu soruya çünkü bizim bu tarafta da hava farklı değil.
Neyse konumuz medya eleştirisi değil, yazının girişinde sizlere sözünü ettiğim üç oyuncu, Pazar Postası’nda Oya Çınar’ın sorularını yanıtlamış.
Ortak söyleşi, manşete şöyle yansımış:
“Erkekler, akıllı ve güçlü kadını sevmiyor. Sadece genç kız peşinde koşuyorlar.”
Etekler ve Pantolonlar oyununun afişi
Genellemeleri sevmem.
Şimdi olay böyle ortaya konduğunda ben de o geniş “erkekler” tanımının içine giriyorum, Richard Gere de, Kıvanç Tatlıtuğ da, Recep Tayyip Erdoğan da!
Oysa bambaşka dört insanız, ortak olan tek özelliğimiz erkek olmak, o kadar!
Onun için bütün genellemeler yanlıştır önermesinden yola çıkarak, bu önermenin de yanlış olduğunu söyleyip konuyu kapatabilirim.
Ama yapmayacağım. Feministlerin lanetlemesini göze alıp, tehlikeli sularda biraz gezineceğim.
Çünkü “bütün erkekler” diyemesek bile “çoğunlukla” diyebiliriz.
Meselenin nereden kaynaklandığını bildiğimi zannediyorum:
Benim yaşlarımdaki erkekler de, kadınlar da yaşını başını almış bir erkeğin genç bir kadın ile birlikte olmasına sinir oluyorlar.
Şimdi iddialı bir söz söyleyeceğim için kafama terlik, vazo filan atmayın, bunun da gerisinde şu var: Böylece esasen “aşksız ama huzur ve düzen içinde geçen” kendi hayatlarını kutsama çabası içindeler.
Dr. Louann Brizendine, Kadın Beyni isimli kitabında (Kelebek Yayınları, Çeviren: Zeynep Heyzen Ateş) bir tablo yayınladı.
Kadınların yaş dönemlerine özgü hormonal değişimler ve bunun yarattığı sonuçlar ile ilgili bir tablo bu. Kadınların yaşlarının ilerlemesiyle ortaya çıkan durumları açıklıyor.
Orta yaşı geçmekte olan kadınlarda östrojen, projesteron salınımlarının azalıp, giderek yok olması şu sonuçlara yol açıyor:
* Günü atlatmaya odaklanma ve duygusal iniş çıkışlar.
* Menopoz sırasında sağlıklı kalmaya ve kendine özen göstermeye odaklanma.
* Sonrasında da “Ne yapmak istiyorsan onunla ilgilenme, başkalarının dertlerine kafayı daha az yorma”. Şimdi teorik olarak, bu yaşlardaki kadınların “rakibi” sayılması lazım gelen 30–40 yaşlarındaki genç kadınların durumu ise şu: * Cinsel anlamda çekiciliğe önem verme.
* Aşk arayışına düşme, ailenin önemini kaybetmesi.
* Bir eş bulma ve kariyer gelişimine odaklanma. Şimdi siz söyleyin bakalım, bu durumda “azgın tekeler” ne yapsınlar?
Diyebilirsiniz ki “Ertuğrul Özkök’ten ders al, şimdi de kadının en iyi yaşının 57 olduğunu yazıyor.”
Evet, yazıyor, farkındayım.
10 yıl önce de “kadının en iyi yaşı 47’dir” diyordu. 17 yıl önce “21. yüzyılın en büyük keşfi 40 yaş kadını” diye yazı yazmışlığı da var.
Yani diyeceğim o ki aslında kadın aynı kadın, sadece aradan zaman geçiyor, geçen zamanla birlikte yaşı ilerliyor.
Ve yine dikkatinizi çekmek istediğim konu da şu ki ileri yaşlardaki kadınların güzelliğinden söz ederken, referans hâlâ plastik güzellikle sınırlı: “Yaşı 57 ama, 37 gibi duruyor”!
Bunun sinir bozucu olduğunu kabul ediyorum.
Kadınların onca işin gücün arasında bir de “zayıfla, kasların gevşemesin, kolların sarkmasın, boynun kırışmasın” stresi ile mücadele ettiklerini bilmiyor değilim.
Ve evet, bu kadın cinsine karşı yapılan büyük bir haksızlık ama kabul edelim ki gençlik güzelliğinin de kendine göre bir çekiciliği var.
Ama aklımızda tutacağımız şey erkeklerin de derilerinin sarktığı, kelleştiği, göbeğini artık içine çekemez hale geldiği bir yaş dönemleri var ve genç kadınlar da böyle tipler için ölüp bitmiyorlar! En azından bütün genç kadınlar diyelim!
Nine (Dokuz) isimli filmi izlediniz mi bilemiyorum. Rob Marshall’ın bu filmi, Fellini’nin 8,5 filmine nazire olarak çekilmiş bir müzikal. Daniel Day Lewis, orta yaş krizi geçiren bir film yönetmeni.
Ve hayatı, etrafını çevreleyen kadınlar tarafından şekillendirilmiş ki zaten erkek dediğiniz canlı türünün bir tek ortak özelliği vardır ki hayatının kadını neyse, erkek de ondan ibarettir.
Kadınları sayayım ki filmi neden seyretmemiz gerektiğini de kolayca kavrayabilelim:
Karısı Luisa (Marion Cotillard), metresi Carla (Penelope Cruz), ilham kaynağı Claudia (Nicole Kidman), yapımcısı, sırdaşı ve kıyafet tasarımcısı Lilliane (Judi Dench), Amerikalı bir gazeteci Stephanie (Kate Hudson), çocukluk anılarındaki bir fahişe Saraghina (Stacy Ferguson) ve annesi (Sophia Loren)!
Bu kadar kadının arasında dengeli kalmayı başarabilecek bir erkek tipi var mıdır bilemiyorum ama heves etmeden önce bir düşünün derim.
Sözü filme getirdim, çünkü aslında bir erkek hayatta ne yaparsa hep bir kadın için yapar.
Kimisi için “bir kadın” yeterlidir, kimisi için “bir kadın, birçok kadından oluşur”!
Yol boyunca yaşadıkların yanına kâr kalır.
Bazen hızlanırsın, bazen yavaşlarsın. Yanlış yol arkadaşlarına çatarsın, üzülürsün.
Yoldan çıkardıklarına da üzülürsün elbette, seni yoldan çıkaranlar üzülmeseler bile.
Hayat bir erkeğin gözünden böyle ilerler.
Zeynep’ler ve Kâmil’ler yol boyunca birbirleriyle karşılaşırlar.
Çoğu zaman birbirleriyle karşılaştıklarının farkına bile varmazlar.
Fark ettikleriyle yolları kesişir, şanslılarsa birlikte yürümeye devam ederler.
Şansları yoksa başlarına gelenlerin sorumluluğunu başkasına yıkarlar. Önemli olan, birlikte olduğun kadının kaç yaşında olduğu değildir arkadaşlar.
Önemli olan, senin yanında olmasıdır.
Elini uzattığında saçlarını okşayabileceğin mesafede! Kadın kaç yaşında olursa olsun, sen kaç yaşında olursan ol!