Ramize Erer’in bir karikatürünü hatırladım, durduk yerde tebessüm ettim.
Ramize ile Radikal’i yayınladığım yıllarda birlikte çalışma fırsatı da bulmuştum, “Tehlikeli İlişkiler” başlığı altında çizdiği karikatürlerinin çoğu hala aklımda.
Karikatürü hatırlamama yol açan olayı biraz sonra anlatacağım. Ama önce size karikatürü tarif edeyim:
Bir erkek ile bir kadın kafede yan yana sandalyelerde oturuyor. Masanın üzerinde bir demet gül var. Adam, kadının elini iki elinin arasına almış, yalvarıyor:
“Her gün çiçek almalar, üstüne titremeler, iltifat etmeler, sürekli espriler yapmalar, beyin fırtınası estirmeler... Yoruldum artık Nuran. Artık seninle evlenmek istiyorum. Evlenip seni ihmal etmek istiyorum. Her erkek gibi ihmal etmek benim de hakkım. Evet de lütfen!”
Karikatür böyle bir şey işte.
Gülüp geçtiğimiz önemli çelişki
Hayatın içinde var olan, her gün yaşadığımız karşılaştığımız gerçeği, acımasız bir şekilde gözümüzün içine tekrar sokuyor ve üstelik buna gülmemizi de sağlıyor.
Gülüp geçtiğimiz bu gerçeğin, aslında yaşamımızın en önemli çelişkilerinden biri olması bile durumu değiştirmiyor.
Bu karikatürü hatırlamama oyuncu Akasya Asıltürkmen’in, Balçiçek İlter’in “Bu Gece” isimli televizyon programında söylediği bir söz neden oldu.
Balçiçek, “evlilik” ile ilgili düşüncelerini soruyor, Akasya Hanım’ın yanıtı şöyle:
“Bir erkekle her gece aynı yatağa girmek zorunda olmak istemiyorum.”
Akasya Hanım’ı tanımıyorum, ama bu konuda pek yalnızlık çekmeyeceğini düşünmemiz için çok neden var.
Hatta günün birinde olur da evlenirse bir zaman sonra değerli eşinin de “her gece aynı kadınla yatmak istemiyorum” deme ihtimalini küçümsememeli.
Sorun neredeyse bütün evlilikler için genel geçerliliği olan bir sorun.
Dünyanın neresinde olursa olsun değişmiyor.
Adı ‘alışkanlık’ olan virüs
Birbirlerinden bir an bile ayrılmaya tahammülü olmayan âşıklar, sonunda muratlarına erince bir süre sonra gevşeyiveriyorlar.
Adına “alışkanlık” dediğimiz bir virüs, ilişkiye bulaşıyor ve bir ucundan usul usul kemirmeye başlıyor.
Geçmiş yıllarda yayımladığım erkek dergilerinin “tavsiyeler” köşelerine kadın okuyuculardan gelen mektupların önemli bir bölümü bu tür şikâyetlerden oluşuyordu.
Erkeğin giderek azalan ilgisi, evde bir karış sakal ve pijamayla geçirilen bitmek bilmez pazar günleri, giderek sadece çocukların okulundan ve aylık bütçeden söz etmeye indirgenmiş konuşmalar, hatta hiç konuşmadan geçen çok uzun saatler, sadece gazetelerin okunduğu, bir kelime konuşulmadan tamamlanan sabah kahvaltıları.
Flört ve nişanlılık döneminde canlı ve heyecanlı olan ilişkilerde zaman içinde heyecan düşüyor, giderek birlikte olmak bir zorunluluk haline geliyor.
Elbette bunun istisnaları da vardır. Hatta sıkıntının hiç uğramadığı evlilikler olduğunu da biliyoruz. Ama genel gerçek, ilişkiyi canlı tutma görevi daha çok kadınlara düşüyor gibi.
Kadınların önemli bölümünün bu yüzden giderek “kendileri gibi olmamaya başladıklarını da” biliyoruz.
Değişen saç renginden tutun da o güne kadar kullanmayı aklından bile geçirmediği ilginç çamaşırlar satın almaya kadar.
TÜİK’in geçtiğimiz yılın şubat ayında açıkladığı 2023 Evlenme ve Boşanma İstatistikleri bu genel bilgiyi istatistiki olarak da doğruluyor. 2024 henüz yayınlanmadı, sanırım bu ay sonuna doğru yayınlanacak ama sonucun değişmeyeceğini, bu eğilimin yıllardır korunduğunu söyleyeyim.
Evlilik süresine göre boşanmalar incelendiğinde, 2023 yılında gerçekleşen boşanmaların yüzde 33.4’ü evliliğin ilk 5 yılı, yüzde 21.7’si ise evliliğin 6-10 yılı içinde gerçekleşti.
Bu tablonun değişmesi için İtalyan evlilik terapistlerinin önerisi “tedavi amaçlı ayrılık”!
Çiftlere iki ile üç yılda bir, bir ile beş ay arasında değişen sürelerle birbirlerinden ayrı kalmaları öneriliyor.
Böylece çiftlerin birbirlerini özleyecekleri, yeniden buluştuklarında birbirlerine daha çok özen gösterecekleri ileri sürülüyor.
Tabii benzer bir şekilde “tedavi amaçlı ayrılık” sürecinden geçen birileriyle karşılaştıklarında nelerin olabileceğini kestirebilmek mümkün değil.
“Taburcu” olup başka bir ilişkiye geçenler açısından sorun yok belki ama geride kalan ne yapacak? Bu “tedavi” sırasında çocuklara kim bakacak? “Tedavi”nin zorunlu kıldığı ekstra giderler nasıl karşılanacak?
Yanıtlanması zor çok soru var yani.
Wilhelm Schmid, “Aşk - Neden Bu Kadar Zordur Ve Yine De Nasıl Mümkün Olur” isimli kitabında aşkın “nefeslenmeye” ihtiyacı olduğunu söylüyor. (Çeviren: Tanıl Bora, İletişim Yayınları.)
Kesintisiz bir haz ve hoşluk duygusunun mümkün olamayacağına dikkat çekiyor.
‘Ara’ dediğimiz sonun başlangıcı
Bunu söylerken, İtalyan evlilik terapistlerinin önerdiği gibi bir “ara vermekten” söz etmiyor ama.
Bu tür bir “nefeslenme”, bitişe doğru atılmış ürkek adımlardan ibarettir.
Birbirlerine âşık olduğunu düşünen çiftin bir tarafı ya da her iki tarafı için de aslında aşkın bitmekte olduğunu gösterir.
Ama insanoğlu bu; acı gerçeklerle yüzleşmeyi sevmez, bitişi kabullenmek istemez.
Onun için de böyle şeyler icat eder ki bizim magazin basınını takip ederseniz haftada bir - iki örneğine tanık olabilirsiniz.
Daha önce kaç kere yazdığımı hatırlayamam ama şunu hep söylüyorum:
Eğer birliktelik şu ya da bu şekilde sürmeye devam ediyorsa, çiftler birbirinin gözünü oyma aşamasına geçmemişlerse, birbirlerini yok saymıyorlarsa, aşkın kendisini yeniden üretebilmesi mümkündür.
Schmid bunu anlatmaya çalışıyor.
Bir ilişkide kesintisiz bir mutluluğun ve hazzın mümkün olamayabileceğinin altını çizdikten sonra aşkın “nefeslenmesi” için “düzlem değiştirmenin” yararlı olabileceğine vurgu yapıyor.
Hangisi diğerinden önemlidir, kişiden kişiye değişebilir ama bir aşk ilişkisinin tek boyutlu olmadığını biliyoruz.
Cinsellik, ruhsal uyum, ortak düşünceler, hayaller, hedefler gibi birçok boyutu vardır.
Bunlardan birinde bir sıkıntı doğduysa, “nefeslenmenin yolu”, henüz sıkıntı çıkmayan alanda yoğunlaşmaktır.
Aklınızda olsun.