Mehmet Y. Yılmaz

19 Şubat 2022

Alaturka bir Tinder Swindler hikâyesi

"Ben elimde kitabım kebapçıya gittim. O da ne, adayım da gelmiş ve elinde bir hediye paketi. Yaşasın. +1 puanla başladık. Buradan sonrası hayatımın büyük ve büyük olduğu kadar da tuhaf şoklarından biri"

Yaşadığımız çağın gerçeklerinden biri de "doğru dürüst birisini bulamamak"! Memleketin bekar kadınları ve erkekleri, bu yüzden telef olup gidiyorlar, bir protesto gösterisi bile yok! Tabii "doğru dürüst birisini bulamamak" meselesinin bir yönü de "sen başkaları için ne kadar doğru dürüstsün" sorusudur ama bu hafta konumuz bu değil. Sorun en temelinde geleneksel çöpçatanlık mesleğinin görevini icra edemez hale gelmesi. Kentlileşme ile ortaya çıkan bir sorun bu. Bu yazıyı yazmamın nedeni ise içinde bulunduğumuz ayın ilk günlerinde Netflix'te yayınlanmaya başlayan "The Tinder Swindler" isimli belgesel film. "Belgesel" diye geçiyor ama bir macera filmi tadını alarak izleyeceksiniz.

"Swindler" kelimesi dolandırıcı, dümenci, tokatçı gibi anlamlara sahip. Olayın kahramanı İsrail vatandaşı Shimon Hayut ya da "işteyken" kullandığı adıyla Simon Leviev, sosyal medya çöpçatanlık sitesi olan Tinder'a ağını atmış, hem güzel kadınlarla gününü gün ediyor hem de onları bir güzel dolandırıyor. Bu yolla 10 milyon dolara yakın bir para topladığı biliniyor ama kurbanların kaçı kadın, o konu henüz muallakta. Şimdi size bütün filmi anlatacak değilim ancak filmi izlerken, gazeteciliğin hâlâ ölmediğini gördüğüm için de mutlu oldum. Olayı ortaya çıkaran Norveç gazetesi VG için çalışan dört gazeteci. Bu iş için tam altı ay, değişik ülkeleri de içeren bir araştırma yürütmüşler. Bir gazetenin, dört muhabirini, 6 ay boyunca bir tek iş için görevlendirmesinin maliyetinin ne olduğunu bilecek kadar gazete, dergi yöneticiliği yaptım. VG yöneticilerine de şapka çıkarıyorum, helal olsun!

Emilia Clarke'ı, Game of Thrones dizisinden tanırsınız. Tanımayanlar da gazetelerdeki "nefes kesici" fotoğraflarını görmüş olmalılar. Yerel magazin gazetecisi gibi söyleyecek olursam "güzelliğini cömertçe sergileyen" fotoğraflar bunlar. Emilia Clarke (34) Tinder benzeri bir flört uygulamasına üye olmuş. Magazin gazetelerinde bu haber şöyle yayınlandı: "Aşk hayatında aradığı istikrarı bir türlü yakalayamayan İngiliz oyuncu, zengin ve ünlülerin kabul edildiği bir uygulamada profil oluşturdu." Bakmaya kıyamayacağınız, "şahane" kelimesinin bile yetersiz kalabileceği genç bir kadından söz ediyorum. Bu "erkek bakışını" bir kenara bırakalım, mesleğinde başarılı bir genç kadın bu. Kapitalizmin bize "başarı standardı" diye dayattığı her şeye de tek başına sahip olabilmiş, bir erkeğe sırtını dayaması gerekmemiş. Ama aradığı gibi bir sevgili bulabilmek için bir çöpçatanlık uygulamasına girmek zorunda kalıyor. Çok yadırgatıcı gibi görünüyor ama aslına bakarsanız hiç de değil.

Eskiden mahallelerdeki çöpçatanların işini gören çağa uygun bir düzen bu. Kadınlar özgürleştikçe çöpçatanlık mesleğinin gözden düştüğünü biliyoruz ama günümüzün büyük kentlerinde yaşayan gençleri bir düşünün bakalım: Ruh eşlerini nerede, nasıl bulacaklar? Şanslarına küçük arkadaş çevrelerinde ya da işyerlerinde böyle biri varsa ne ala. Yoksa ne yapacaklar? Aile büyüklerinin onlar için birisini bulmasını mı bekleyecekler? Kaldı ki "aile büyüklerinin" bulduğunu beğenip, beğenmeyeceklerini nasıl bilebilirler. Aile ittirmesiyle mutsuz olabilecekleri bir ilişkiye sürüklenmemek için en baştan buna karşı ayak diremeleri de normal değil mi? Onun için Emilia Hanım ve milyonlarca erkek – kadın benzeri, bu tür sitelerde bir ümit ışığı arıyorlar.

Uygulama mağazalarına bakarsanız, bu tür uygulamaların sayısının ne kadar çok olduğunu da göreceksiniz. İhtiyaçlar icatların anasıdır derler; talep olmasaydı, bu kadar uygulama hizmete sunulmamış olurdu. Bilmiyorum hatırlar mısınız? 2019 yılının Aralık ayında CİMER'e başvuran bir vatandaşımız, "devlet gözetiminde bir çöpçatan uygulaması yapılması" talebinde bulunmuştu. Her işi "devletten bekleme" alışkanlığımızın ulaştığı zirve noktası bu olsa gerek diye düşünmüştüm o zaman. Daha da eğlencelisi Aile Bakanlığı da konunun "akademik olarak tartışılabileceği" yanıtını vermiş ve "geleneksel görücü usulü yöntemlerin canlandırılabileceği" kanaatinde olduğunu belirtmekten de geri durmamıştı. Çöpçatan sitelerinin ve sosyal medya uygulamalarının amacı en iyi anlaşacağınız kişiyi sizinle tanıştırmaktır. Bunun için oluşturduğunuz profil önemlidir ki sanıyorum bu sitelerin baş edemeyecekleri sorun da bu olmalı.

Online Dating Statistics & Facts internet sitesine göre, 2020 yılında dünya çapında 91 milyon kişi çöpçatanlık uygulamalarını kullanıyordu. Ancak çoğu insan, bir başkasıyla eşleşemiyor, bir randevu ayarlamayı başaramıyor. İngiltere merkezli kamuoyu araştırma şirketi YouGov'un yaptığı bir ankete göre, ülkede yaşayanların yüzde 10'u bu tip uygulamaları kullansa da uygulama aracılığıyla randevu ayarlayabilenlerin oranı yarıdan az. Bu tür sitelerde sorun, eşleştirildiğiniz profilin gerçekten size anlatıldığı gibi birisi olup olmadığı meselesi. Nitekim The Tinder Swindler belgeseli, kurbanları açısından çok yakıcı olan bu acı gerçeği anlatıyor. Jo Nesbo'nun Harry Hole polisiyelerinden birinde de katil, kurbanlarını böyle bir siteden buluyordu. Romanın ismini hatırlamıyorum, polisiye okumanın iyi tarafı da budur zaten. Hoşça zaman geçirir, sonra unutursunuz. Kısa süreli bir flört gibi yani! 

Tecrübe ne diyor?

Şimdi size gerçek bir Tinder öyküsü aktaracağım. Bu metni daha önce T24'te de yayınlamıştım, The Tinder Swindler vesilesiyle tekrarlayacağım.

Mektubun sahibi, bir dönem birlikte de çalıştığımız eski bir kadın meslektaşım. "Eski" diyorum çünkü bir süre yurt dışında yaşadıktan sonra gazeteciliği bıraktı, çok farklı işler yaptı.

Mektubunu yayınlarsam adını kullanmama izin vermişti ama nasıl bir memlekette yaşadığımızı unutmuş olabileceğini düşündüğüm için adını saklamıştım. Bundan sonrasını eski meslektaşım yazdı, buyurun okuyalım, bakalım "tecrübe" ne diyor?

İki gün önce izlediğim "DNA eşleşmesi ile sanal ortamda gerçek aşkı bulmak" konulu dizi (The One) ve sevgili öğretmenim Mehmet Yılmaz'ın "partner bulma sitesi" ile ilgili yazısı son on yıldır yaşadıklarımın bir film şeridi gibi gözümün önünden geçmesine neden oldu.

2015'te Sydney'e çalışmaya gittiğimde arkadaşsızlıktan üye olduğum Tinder'da bir sürü adamla tanışmış, birkaçıyla buluşup çıkmış, hatta bir tanesiyle de ciddi ciddi sevgili olmuştum. Tinder yapısı itibarıyla 160 km çevrenizdeki adaylarla sizi eşleştirdiği için tanıştığım herkes doğal olarak Sydney'de yaşıyordu. Fotoğrafınızın altında, kendinizi tanıtıyor, ortak zevkleriniz doğrultusunda buluşuyor, güzel vakit geçirip bu tanışıklığı bir sonraki adıma taşıyor ya da gecenin sonunda "tanıştığımıza sevindim" deyip, bir daha görüşmeyeceğinizi kibarca hissettiriyordunuz.

Her şey oldukça açık, net, insani, medeni. Seneler sonra Türkiye'ye dönüp bir yatta aşçılık yaparken, denizin üzerinde, sınırlı zaman aralığında sosyalleşip karşı cinsten biriyle tanışma, flört etme, belki de ruh eşimi bulup âşık olma çabamın, Tinder'la daha kolay olacağını zannetmemin ne derece büyük bir hata olduğunu anlamam çok zaman almadı.

Dark web

Anne babaların "sana birini bulalım evlen artık"larından, arkadaşların "ya Sibel'in ağabeysi çok hoş, bence çok uyarsınız"larından, üst kat komşu Hacer teyzenin "18 numaraya genç bir adam taşındı, çok da yakışıklı, maddi durumu da iyi galiba"larından daha efektif sandığımız bu sanal arkadaşlık siteleri aslında bayağı birer "Dark Web".

Tecrübelerime güvenin. Tanıştığım adamların fotoğraflarının nasıl çekildiği, konuya girişleri, ilk merhabaları, kelimeleri yazış, ünlem kullanış biçimlerinden artık karakterlerini tahlil eder olmuştum. Buna rağmen yaklaşık üç ay oldukça hatırı sayılır konular konuşup, buluşma evresine yaklaştığımızda, adamın aslında sokakta dolaşamayacak kadar ağır şizofren olduğunu anlamam verilmiş sadakam olduğuna işaretti.

Bir başka adayımla eşleştikten sonra 40 – 45 gün, her gece yazıştık, saatlerce sohbet ettik. Neredeyse karı koca olabilecek kadar birbirimizle ilgili her detayı bilir hale gelmiştik. Sonunda buluşma evresi geldi çattı. İki dirhem bir çekirdek giyinmiş, süslenmiş püslenmiş en büyük ortak zevkimiz rakı muhabbeti için bir meyhanede buluşmak üzere yola düşmüştüm. "Evden çıktım 10 dk'ya oradayım" diye attığım mesaj ilk defa "okunmadı". Ve o andan itibaren de bir daha "hiç" okunmadı. Bir buçuk ay, sabah akşam, ruhuma iyi gelen sohbetler yaptığım, entelektüel, komik, zeki adam sırra kadem basmış, yok olmuştu. Sonraları aradığımda da "Böyle bir abone yok" dedi telefon şirketi.

Bir başkasıyla her türlü evreyi atlatmış, sonunda buluşmuştuk. Hatta sıfatı "sevgili" olarak konulmuş bir ilişkimiz vardı. Taa ki benden önceki kurbanının arayıp bu şahsın kendisini bilmem ne kadar para alarak dolandırdığını ve benim de dikkat etmem gerektiğini söyleyene kadar.

"Salıncaktan düşen çocuk küser mi hiç parka" zihniyetiyle yılmıyor, canım eşleşme programı Tinder'ımı kullanmaya devam ediyordum. Ta ki gene uzun ve aslında meşakkatli geçen tanışma sürecini geçip buluştuğum adamın ne kamerada gördüğüm ne de fotoğrafında gördüğüm kişi olmadığına şahit olana kadar. Ama şunu da belirtmeliyim ki adayların arasından tanımaya değer olanları ayırana kadar harcadığım enerjiyle Elon Musk'tan önce Mars'a giderdim. İlk "merhaba"dan sonra yatakta hangi pozisyonu sevdiğimi soranlar mı istersiniz, maddi olarak yardım etmek isteyenler mi? Konuya boy, kilo ve çeşitli başka ölçülebilir bilgiler vererek girenler de var. Ciddi ciddi aşık olduğunu iddia edip daha görüşmeden evlenme teklif edenleri de ihmal etmeyelim. Hele ki ilk karantina dalgasından sonra hükümetin "serbestsiniz" anonsuyla kendimi adayımın kollarına atmaya hazır olduğum buluşmada başıma gelenler bardağı taşıran son damla olmuştu.

Fotoğraflarına yansıyan giyim zevkinden, ufuklara derin bakan gün batımındaki profil fotosundan, benden 3 – 5 yaş genç olduğu anlaşılan adayımın her şeye rağmen bir albenisi vardı. Dedim ya artık çok tecrübeli olmuştum, hangisi biraz sivri zekalı, hangisinin testosteronu tavan yapmış, hangisi efendi, üç aşağı beş yukarı anlıyordum.

Yazışarak anlaşmaya çalıştığınız platformlarda ünlem işaretleri, emojiler çok önemlidir. Tepkileriniz hislerinizi, hisleriniz de karakterinizi ele verir. Birkaç gün genelgeçer konuşmalarla birbirimizi tanımaya çalıştık.

Aşçı olmam ve yemeğe aşırı düşkünlüğüm nedeniyle ilgilendiğim şeyler, birlikte olmayı planladığım adamın ne yiyip içtiğiyle çok bağlantılıdır. Sarımsak yemeyen biriyle bir ilişki kuramam mesela. Düşünsenize akşam yemişsiniz üç diş sarımsaklı cacığı. Hadi bakalım üzerine sarımsak yememiş biriyle sevişin. İlk geceden terk edilmeniz garantidir. Ya da kokoreçe, işkembeye, mumbara "öğğğ iğrenç" diyen biriyle bırakın aynı yatağa girmeyi, arkadaşlık bile edemem.

Hâl böyleyken en sevdiğimiz yemeklerden konuştuk bol bol. Sakatat benim yumuşak karnım. Her türlüsüne bayılırım. Böbrek, yürek, koç yumurtası. İlk buluşma genelde tarafsız bir bölgede olur. Kalabalık bir ortam en güvenlisidir: Bir cafe ya da bir restaurant. Biz de kebapçıda buluştuk. Ben biraz da "sosyal sorumluluk projesi gibi" bu sanal ortam buluşmalarına biraz "kalite" getirme çabasıyla her buluşmada adayıma bir kitap hediye ederim. Bazen çiçek aldığım bile olur. Hani hep kadınlar bekler ya. Alışılmışın dışında bir şey yapmak hoşuma gider. Karşı tarafın bir hediye ile geldiği çok çok nadirdir.

Koç yumurtası

Ben elimde kitabım kebapçıya gittim. O da ne, adayım da gelmiş ve elinde bir hediye paketi. Yaşasın. +1 puanla başladık. Buradan sonrası hayatımın büyük ve büyük olduğu kadar da tuhaf şoklarından biri.

Masaya oturduk, rakılar söylendi, cin bakışlı, benim için fazla cılız, güler yüzlü genç bir adam. Henüz sıfır noktasındaydım. Ne çok bayılmış ne de itici bulmuştum. Taaa ki hediyesini bana uzatana ve ben paketi açana kadar!

İtalyan erkeklerine özenmiş giyimli, çakma saatli, eli kolu deri bileklikli genç adam bana: Bir çeşit ilişki yaşamayı umduğu bir kadına, ilk buluşmada "koç yumurtası" almıştı. Paketi açtıktan sonra ne kadar süre koç yumurtalarına bakakaldım hatırlamıyorum. O gülüyordu. Espri olsun istemişmiş, sakatatı da seviyormuşum ya, ilk buluşmamızı hiç unutamazmışım artık, kendisinin farklı olduğunu düşünmemi istemişmiş, falanmış, filanmış…

Nutkum tutulmuştu. Kendime gelir gelmez orayı terk ettim.

Şimdi mi? Belki de uygulamaya en çok ihtiyaç duyulan şu karantina günlerinde ben artık kullanmıyorum. Ağzımın payını yeterince aldım. "Hiç mi doğru dürüst bir insan evladına denk gelmedin" diyorsanız, cevabım "hayır".

Ben mümkünse pandemi bitince kanlı canlı, eski usul bir barda tanışayım ruh ikizimle ya da eş dost tanıştırsın. Görücü usulüne bile daha çok güveniyorum. Arada hesap soracak birileri olur en azından. O kadar bezdim ki sanal marketten hıyar alasım bile yok!



Mehmet Y. Yılmaz'ın bu yazısı, Oksijen gazetesinden alındı.