Bugün söze sondan başlayalım. Sorun, Merkez Bankası Başkanı'nı atmakla, Hazine ve Maliye Bakanı'nın "affını (!)" kabul etmekle çözülmüyor.
Sorun derin.
Sorun tek adam yönetimi. (Tek adam yönetimi denilince iktidar yanlılarının tüyleri diken diken oluyor. Ama gerçek bu. Erdoğan yürütmenin yegane temsilcisi benim demedi mi? MHP lideri Devlet Bahçeli'nin isim babalığı yaptığı Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi tek kişilik yönetimi öngörmüyor mu? Bahçeli Anayasa Mahkemesi'ni bile tek adama bağlamayı önermedi mi?)
Son durum şu:
Merkez Bankası Başkanı değişti, aileden olan Hazine ve Maliye Bakanı istifa etti; Türk Lirası değer kazandı. Hazine ve Maliye'ye yeni bakan atandı, Türk Lirası değer kaybetti.
Acayip bir durum değil mi?
Değil..
Batı ülkelerinde olsa ekonomistler kafayı yer. Bizde normal karşılanıyor.
Çünkü, iki kurumun başına gelen kişilerin yeterli olmadığı ikisinin de partili olduğu, Saray'dan aldıkları direktiflerle kurumlarını yöneteceklerini piyasa biliyor.
Yeni Merkez Bankası Bakanı göreve başladığı gün "Bakacağız, göreceğiz gerekeni yapacağız" dedi. Ne yapacak?
Kısaca, günü geldiğinde Saray'a soracağım, demek istedi.
Ne yaparsa yapsın ekonomi artık dikiş tutmaz.
Dolarızasyonun önüne geçse bile uzun vadeli olmaz; geçici çözüm olur. Türkiye'nin sorunu yapısal, rejimle alakalı.
Türkiye kırıldı, o kırığı onarmak gerek, başka çare yok.
Türkiye'nin kırılma noktası, Bahçeli'nin "Cumhurbaşkanı Anayasa'ya uymuyorsa, biz Anayasa'yı Cumhurbaşkanı'na uyduralım" dediği gün değil.
Türkiye'nin kırılma noktası, Anayasa değişikliğinin mühürsüz oyların (yaklaşık iki milyon) geçerli sayılarak kabul edildiği gün de değil.
Türkiye'nin kırılma noktası, Bahçeli'nin bu iş böyle yürümüyor diyerek yeni rejimin uygulamasını öne çekerek baskın seçimin yolunu açtığı gün de değil.
Peki ne?..
2016 yılının Mayıs ayında Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın Başbakan Ahmet Davutoğlu'nu Saray'ına çağırıp "Seni attım, artık Başbakan da AKP Genel Başkanı da değilsin" dediği gündür.
Davutoğlu'nun da bunu paşa paşa kabul ettiği gündür.
Tek adam o gün gücünü kurda kuşa gösterdi. "Cumhurbaşkanı oldum, Anayasa'ya göre partisizim, tarafsızım ama ipler benim elimde, kurduğum partimin patronu hâlâ benim" dedi.
Daha da ötesi devlet benim dedi.
AKP delegeleri Cumhurbaşkanı'nın bu isteğini oy birliğiyle onayladı. 1411 delege oy kullandı, Cumhurbaşkanı'nın Davutoğlu'nun yerine aday gösterdiği Binali Yıldırım 1408 oy aldı. 6 oy geçersiz sayıldı.
Türkiye'nin kırıma noktası o gündür.
(Küçük bir not: Aynı delegeler Davutoğlu'nu da bu şekilde seçmişti. O da 1388 oyun 1382'sini almıştı. Yine 6 oy geçersiz sayılmıştı.)
Gerisi çorap söküğü gibi geldi. Cumhurbaşkanı bir işaretle seçilmiş başbakanı bile görevden atabiliyorsa bizi uçurur diyen…
Bürokratlar sindi.
Büyükelçiler sustu.
İş adamları havlu attı.
Medya (büyük çoğunluğu) teslim bayrağı çekti.
2016 yılında başbakanın atılmasını eleştirmeyen, hatta Cumhurbaşkanı'nın bu işi tereyağından kıl çeker gibi yaptığını söyleyen medya bugün bir bakanın istifa haberini bile yazamaz, konuşamaz hâle geldi.
Kırılma noktası Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Başbakan Davutoğlu'nu attığı gündür. O gün Türkiye sakindi.
Enflasyon 8.5, dolar 3 lira, Euro 3.3 liraydı.
Bugün?
Doların, Euro'nun kaç lira olduğu bile belli değil.
Ama hâlâ kurumlar (onlara kurum denilirse tabi) rakamlarla oynayarak pembe tablo çizmeye çalışıyor. TÜİK işsizlik rakamlarını açıkladı. Geçen yılın Ağustos ayına göre işsiz sayısı 456 bin azalmış. Ama çalışan sayısı da 975 bin azalmış.
Cumhurbaşkanı, 10 Kasım konuşmasında işsiz sayısının azaldığını söyledi. Söyledi de TÜİK Başkanı'nı çağırıp "Hem işsiz hem çalışan sayısı aynı anda nasıl oluyor da azalıyor, şunu bana izah et" demedi mi?
Ne oldu bu insanlara. Öldüler mi? Ülkeyi mi terk ettiler?
TÜİK Başkanı Cumhurbaşkanı'nın önüne gerçekleri koysa, biliyor ki gece yarısı görevden alınacak.
Merkez Bankası Başkanı'nın başına geldiği gibi...
Sahi...
Hazine ve Maliye Bakanı çok başarılı bulunurken neden istifa etti?
Faizi istenilen düzeye indiren Merkez Bankası Başkanı gece yarısı neden kovuldu?
Kabile veya çadır devleti değilsek bu sorulara yanıt verilmesi gerekir deyip noktayı koyalım.
Noktayı koyalım da sorunun adını da koyalım:
Sorun; Erdoğan'ın devlet benim demesidir.