Öncelikle İdlib'de yaşananların adını koyalım. Bunun adı konvansiyonel öncü savaş. Terörle mücadele veya bölgeyi teröristlerden arındırma mücadelesi değil.
Neden öncü savaş?
Çünkü Türk ordusu ile Suriye ordusu henüz karşı karşıya gelmedi. TSK, top atışı desteği veriyor ÖSO ile Şam ordusu yerleşim yerlerini ele geçirme, alan genişletme mücadelesini sürdürüyor..
Serakip Şam ordusunun eline geçmişti, ÖSO önceki gün geri aldı. Bugün/yarın ne olur bilinmez! ÖSO orada tutunabilir mi, Şam geri alabilir mi, belli değil.
Savunma Bakanı Akar, "İleri geri hareketler oluyor, saha değişken" sözleriyle durumu izah etti.
İki tarafın da amacı ne?
İlk etapta M5 ve M4 kara yollarını kontrol altına almak. Aslında Ankara'nın talebi bunun bir adam ötesinde. Ankara Şam Ordusu'nun daha geriye çekilmesini istiyor. Çekilmezse savaşacağını ilan etti. Verilen süre Cumartesi gece yarısı doluyor.
Beklenti veya temenni bu meselenin masada diplomasi kanallarıyla çözülmesi yolunda. Şimdilik ufukta yeşil ışık yok.
Moskova da Ankara da pozisyonlarını korumakta kararlı görünüyor. AKP Sözcüsü; "Kararlılık, kesin tereddütsüz ve tavizsiz bir kararlılıktır" diyerek noktayı koydu. Kremlin ise "Başkan'ın o gün işi var" açıklamasını yaparak 5 Mart görüşmesinin suya düştüğünü ilan etti.
Hâl böyle olunca... Savaş zilleri çalmaya başlayınca... Hava desteğinden yoksun askeri gücümüzün büyük zayiat verme riskiyle karşı karşıya olduğu ekranlarda konuşulunca... Bölgenin ateş çemberine döneceği ifade edildikçe...
"Ne işimiz var İdlib'de" sorusu daha fazla yankı buluyor. "Evet ya ne işimiz var" diyenlerin sayısı artıyor.
Çünkü, iktidar İdlib'e 10 binden fazla asker, iki binden fazla tank, top, zırhlı araçla girmemizi toplumsal desteği sağlayacak şekilde izah edemiyor.
Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı, Barış Pınarı operasyonlarına büyük destek vardı. Çünkü sınır güvenliğimiz söz konusuydu, amaç teröristlerle mücadeleydi, teröristleri kovalamak veya etkisiz hale getirmekti.
İdlib'de durum farklı.
Çünkü teröristlerle değil, Şam resmi ordusuyla çatışma veya savaş söz konusu.
Neden savaşacağız? Kimi korumak için savaşacağız? Ne için savaşacağız?
Göçü önlemek içi deniliyor. Göçü önlemenin tek yolu savaşmak mı? Savaş çıkarsa oradaki siviller yine arada kalmayacak mı? Yine bombaların altında yaşam mücadelesi vermeyecek mi?
Ankara'nın hâlâ nihai hedefi Esad'ı devirmekse, geçmiş olsun o iş bitti. Esad Moskova ve Tahran'ın desteğiyle iç savaşı kazandı.
Esad takıntısını bırakalım.
Bir de şu var...
Çoğu haber kanalı şu ifadeyi kullanıyor: Rejim unsurlarına karşı ılımlı silahlı güçler (belli ki resmi söylem) yoğun çatışmalardan sonra Serakib'i ele geçirdi.
Yoğun çatışmaya giren hem ılımlı hem silahlı güç kim? Hangi gruplardan oluşuyor? Kastedilen ÖSO mu?
O halde ılımlı olmayan, yani radikal muhalif güçler kim? Cihatçı örgütlenmeler mi? Mesela HTŞ denen yapı mı? Bu arada onlar ne yapıyor? Onlar da savaşıyor mu, yoksa İdlib'de oturarak TSK destekli ÖSO'nun Şam ordusunu durdurmasını mı bekliyorlar?
HTŞ denen cihatçı örgüt yabancı savaşçılarla dolu! Sayıları kimine göre 20 bin kimine göre 60 bin. Şu gün itibarıyla Türkiye'nin onları koruduğu algısı yaygın. Alın başımıza bir dert daha!
BM Daimi Temsilcimiz Sinirlioğlu, Türkiye'nin 9 milyon Suriyeliye baktığını açıkladı.
Sokaktaki vatandaş da yeter artık diyor. Kılıçdaroğlu'nun bayraktarlığını yaptığı "Ne işimiz var İdlib'de?" tepkisine hak veren sayısı artıyor.
Hele hele öncü konvansiyonel savaş konvansiyonel savaşa dönüşüp verdiğimiz kayıplar artarsa tepki katlanacak büyüyecek.
Sadece İdlib için değil, aynı soru Libya için de geçerli. Suriye'den yorulan insanların "Şimdi de Libya mı, ne işimiz var?" sesi yavaş yavaş yükseliyor.
Hükümet de bu durumun farkında ki, Libya'da şehit düşen askerlerimizi kamuoyundan gizleyerek sessiz sedasız defnetti!
Duyurmamaya çalıştı.