Memleketin en önemli ve yegane sorunuymuş gibi bir haftadır; baroların yapısını konuşuyoruz. Tartışma programlarının neredeyse tamamının konusu bu. Bir kaçına göz attım (tamamını izlemeye yüreğim dayanmadı) yargı mekanizmasının tek sorunu savunmaymış gibi anlatılmaz mı?
Baroların yapısı değişirse veya çiftli hatta bazı illerde üçlü, dörtlü baroya geçilince yargının sorunları çözülecek, yargıya güven artacakmış havası yaratılıyor.
Savunmanın gündemin birinci maddesi yapılması sadece Ankara Barosu'nun açıklamasına öfkenin sonucu değil.
Baronun açıklamasını tasvip etmek mümkün değil. Kınar geçersiniz. Savunma mekanizmasını parçalamaya kalkmanın, sistemi alt üst etmenin anlamı ne?
Sözcü gazetesi yazarı Deniz Zeyrek önceki günkü köşesinde güzel bir araştırma yapmış. İktidarın barolara el atma niyeti yeni değil. Bu dördüncüsüymüş.
2010 yılında Anayasa değişikliğine Türkiye Barolar Birliği (TBB) karşı çıktığı için 2011'de baroların yapısının ve seçim sisteminin değiştirilmesi gündeme gelmiş.
Tepkiler üzerine geri çekilmiş.
İkinci hamle 2013'te. TBB Başkanı Metin Feyzioğlu'nun "hükümet çoğulcu değil, çoğunlukçu politika izliyor" demesi üzerine ortalık karışmış. Baroların yapısı yine gündem olmuş.
2016 yılında baroları bir kez daha konuşmuşuz tartışmışız. Adlı yıl açılışı Cumhurbaşkanı yerleşkesinde yapılınca 50 baro protesto ederek katılmamış. Kıyamet kopmuş. Barolar dosyası yine raftan indirilmiş.
Bu dördüncüsü. Bakalım yine rafa mı kaldırılacak, yoksa bu kez hayata geçirilecek mi?
Bence bu kez altında başka nedenler de var.
Sorun daha derin.
Yargının üç ayağı var. Karar makamı, hüküm veren makam (hakim) , iddia makamı (savcı), savunma makamı (avukat).
Sorunlu kısım ne? Eleştirilen, siyasal iktidarın doğrultusunda hareket ettiği iddia edilen, iktidarın hoşuna gidecek kararlar alan, hukuktan çok iktidarın söylemlerini referans aldıkları söylenen!
Yargının ilk iki ayağı.
Hakimler ve savcılar.
Çoğu savcının iddianamesi iddianame değil. Hukuk fakültelerinde iddianame böyle yazılmaz diye okutulması gereken cinsten. Çoğu delilsiz, kanıtsız, tutarsız, anlamsız...
Tutuklama talepleri de öyle... Sanki birileri "bu adamıne yap ne et tutuklat" demiş, onlar da sinekten yağ çıkarmaya çalışmışlar. Çoğu bunu bile yapamamış.
Hakimlerin verdiği kararların da çoğu hukuka uymuyor. Siyaset kokuyor. Bir kere çok kolay tutuklama kararı veriyorlar.
Haber yazdı, tutukla, tweet attı tutukla... Tutuklama sıradanlaştı, vaka-i adiye oldu.
Sadece bu değil, verdikleri kararlar da yazdıkları gerekçelerde tartışmalı. En son en somut örnek:
Altı gazeteci haksız yere tutuklandı, 120 gün hücrede yatırıldı, sonunda hakim önüne çıkarıldı. Üçü "deliller toplandı" gerekçesiyle tahliye edildi, üçünün ise "delilleri karatma olasılığı var" denilerek tutukluluklarının devamına karar verildi.
Olay aynı olay, suçlama aynı karar farklı.
Mantık var mı? Hukukun neresine sığar!
Herhalde hepsini bir anda bırakıp suçlamanın yersiz ve dayanaksız olduğunu kabul etmiş olmayalım diye düşündüler, parça parça bırakmaya karar verdiler.
Yargının sorunlu ayağı burası. Hukuku mumla aradığımız yer burası. Düzeltilmesi hukuk kulvarına çekilmesi gereken kısmı burası.
Çünkü canımızı yakan kararları olan makamlar onlar. Terazi onların elinde.
Karar verme makamını, iddia makamını bir kenara bıraktık, hiç konuşmuyoruz, tartışmıyoruz; savunmayla uğraşıyoruz.
İktidara toz kondurmayanlar memleketin sorunu muhalefet diyor ya.
Bu da ona benzedi. Meğer yargının tek sorunu savunmaymış! Düzelttik mi işlem tamam.