Mehmet Tezkan

10 Haziran 2019

Bir şikayet üzerine savcılığımız...

Şikayetçi/ihbarcı sayısı her geçen gün katlanarak artıyor. İş öyle hale geldi ki; özgürlük sorunu oldu artık.

Bir şikayet üzerine savcılığımız!..

Son on yıldır. 'Ümraniye'deki bir eve yapılan baskın sonrası bulunan el bombaları...' ile başlayan cümleyi duyduğumuz günü dayanak alırsak on yılı da aşmış!..

Türkiye'yi sarsan kilit söz bu.

Bir şikayet üzerine savcılığımız

Veya

Bir ihbar üzerine savcılığımız.

Aslında ikisi de aynı kapıya çıkıyor, birileri rahatsız oluyor, şikayet/ihbar ediyor. Düşüncesinden, sözünden, eyleminden, tavrından rahatsız olduğu kişi cezalandırılsın istiyor.

O söz, o tavır, o eylem şahsına yönelik olmasa da. Ortada toplumu alabora edecek en küçük ihtimal dahi olmasa da. Kimse kimsenin ayağına basmasa da.

Çıkıyor; şikayet ediyor.

Adı yok, sanı yok, cismi yok.

Var da, yok gibi. Gerçek kişi mi, sanal kişi mi öğrenemiyoruz.

Çünkü şikayet/ihbar eden kişi gizli.

Mesele büyürse, davaya neden olursa o ihbarcı veya şikâyetçi tanıklık yapıyor ama yine gizli.

Gizli tanık deniyor, kimse bilmiyor.

Gerçekten böyle tanık var mı yok mu? Tanık sahte mi, kurmaca mı; bilemiyoruz.

Biz değil, şikayet edilen de bilmiyor.

Hele hele bir de dosyaya gizlilik damgası yapıştırdılar mı; kimse açıp içini göremiyor.

Tanığın/şikayetçinin/ihbarcının gerçek adı yok ama kod adı var.

Bu bazen vatansever rumuzlu oluyor. Bazen ülkesi için didinen biri adını alıyor.

Neyse!.. Kod adı ne olursa olsun, o gizli tanık, o adını sanını bilmediğimiz şikayetçi veya ihbarcı öyle etkili oluyor ki, ağzından çıkan her söz doğru kabul edilip ceza yağdırılıyor.

Şikayet edilen bazen bir tweet oluyor.

Bazen bir şarkı.

Bazen topluluk önünde edilen iki kelam.

*  *  *

Taa başından beri bu tür şikayet bazlı ihbarlardan hep şüphelendim. Devlet organizasyonu olduğu kuşkusu hep ağır bastı.

Büyük siyasi davaların seyir defterine baktığımız zaman kuşkularımı haklı çıkaracak o kadar çok kanıt var ki. İhbarcı sahte, gizli tanık sahte, olay kurgu, resmen düzmece.

Bunlar yıllar sonra ortaya çıkıyor ama can yakıyor. Geçtiğimiz on yılda çok can yaktı.

FETÖ'cülerin tarzıydı. FETÖ'cülerin (CIA öğretmesi de olabilir) korku toplumu yaratmak için bulduğu yöntemdi.

FETÖ'cüler temizlendi/temizleniyor ama tarzı siyasetleri eksiksiz uygulanıyor. Hala o şikayetçilerin borusu ötüyor. Şikayetçi/ihbarcı sayısı her geçen gün katlanarak artıyor.

İş öyle hale geldi ki; özgürlük sorunu oldu artık. Demokrasi sorunu oldu artık.

Daha ileri götüreyim, nefes alma meselesi oldu artık.

Yaşamı tehdit eder hale geldi.

Sadece kişileri değil toplumu da tehdit ediyor.

*  *  *

Örnek ver diyeceksiniz?

Sanatçı Alpay'ın başına gelenler. Çok tipik örnek.

22 Mart'ta müzik hayatının 50. yılını bir konserle kutladı. Konserde Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan ve Berkin Elvan'ın (Gezi protestoları sırasında öldürülen çocuk) fotoğrafları gösterildi. Alpay 'sıradaki şarkım devlet tarafından zalimce katledilen bu güzel insanlara gelsin' diyerek şarkısını söyledi.

Sen misin bu sözleri söyleyen. Sen misin onlar için o şarkıyı okuyan. 

Konseri izleyen biri (Alpay'ı sevdiği için mi orada, izleyip ne halt karıştırıyor bakayım, not edeyim diye mi orada belli değil) polis merkezine giderek Alpay'ın 'terör örgütü üyelerini övdüğü, devleti aşağıladığı' iddiasıyla suç duyurusunda bulunuyor.

Şikayetçi/ihbarcı gizli tabii.

Ve Alpay hakkında soruşturma başlatıyor.

*  *  *

Türkiye; bu şikayet/ihbar mekanizmasından kurtulmadıkça.

Savcılar bu tür şikayetleri işlem yapmaya değer buldukça.

Bu tür söz ve davranışlar düşünce özgürlüğü sayılmadıkça.

Daha da önemlisi.

Devletin eli ayağı hala bu organizasyonunun içindeyse (FETÖ döneminde baş roldeydi)

İşimiz zor demektir. Çağdaş demokrasiyi unutalım demektir. Düşünce özgürlüğü askıda demektir.

Kutuplaşma zirveye çıkacak demektir. Ekonomi şambrel gibi ikide bir patlayacak demektir. Dikiş tutmayacak demektir.

Bayram sonrası iç acıcı yazı olmadı ama Türkiye'nin gerçeği bu.