Putin Çin ziyaretinde
Daha önce birkaç kere İkinci Dünya Savaşı sonrası Amerika liderliğinde oluşan liberal dünya düzeninin değişmekte olduğunu ele almıştım.
Tayvan'ın Çin-Amerika rekabetinden ortaya çıkan yeni küresel düzenin infilak noktası olma ihtimalinden, Körfez ülkelerinin ekonomik modellerinin yeniden yapılanmasına, yapay zekâ ile Terminatörü andıran silahların gelişiminden, paralı askerlerin yeni yüzyıldaki rolüne kadar, her alanda dünyanın oturmuş düzenini bozmakta olan birçok değişim gerçekleşiyor.
Elbette bunu tek fark eden ben değilim.
Geçen yıl 'Barış için Arayış' başlığı altında yeni bir politika başlatan Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres Soğuk Savaş sonrası dönemin bittiğini deklare etmişti.
Almanya Başbakanı Olaf Scholz geçen yıl çok kutuplu bir dünyanın belirdiğini ve yeni güç merkezlerinin oluştuğu belirten nadir Batı liderlerinden biriydi.
Bu liderler Amerikan hegemonyasını gerçek anlamda tehdit edebilen tek ülke olan Çin'in gücünün artmasına, Ukrayna savaşının küllerinden Rusya'nın bir savaş ekonomisine dönüşmesine, Brezilya'da Lula Da Silva, Hindistan'da Modi gibi liderlerin kendi ülkelerinin ajandalarını tayin etmelerine ve daha birçok küresel ve bölgesel gücün oluşmasına şahitlik ediyorlar.
Bu yeni oluşumda İran'ın Orta Doğu üzerindeki etkisini kontrol etmek, Çin'in Tayvan politikasını geri püskürtmek, Ukrayna'da Rusya'nın üstünlük kazanmasını engellemek, Kuzey Kore'yi saldırganlıktan caydırmak çok da mümkün görünmüyor.
Daha önce görülmedik yerlerde de bu yeni düzen kendisi göstermeye başladı.
Geçtiğimiz 12 ayda Amerikan ve Fransız askerleri Nijer, Çad, Mali ve Burkina Faso'yu terk etmek zorunda kaldılar.
Fransız Denizaşırı Bölgesi olan Yeni Kaledonya'da günlerdir isyan sürmekte ve Fransa Yeni Zelanda'nın kuzeyinde olan bu adaya asker göndermek zorunda kaldı.
İsyanı tetikleyen ve destekleyen faktörün ise Azerbaycan olduğunu iddia ediyor. (Azeri Devleti bu iddiaları yalanladı).
Fakat Azerbaycan gerçekten bölgede etki gösteriyorsa, Rusya bu konumlanmadan çok da uzak olamaz.
Batı dünyasının, ve özellikle Amerika'nın, diplomatik yaptırım gücü eskisi kadar kuvvetli değil.
Değişen düzende bazı anlar ise değişimin milat taşlarını oluşturuyor.
Bu hafta Vladimir Putin'in Çin'in kuzeyindeki Harbin şehrine yaptığı ziyaret, tarihte bu anlardan biri olarak anılacaktır.
Harbin Çin ile Rusya arasındaki ticaret için sembolik bir şehir.
19. yüzyılda Ruslar tarafından kurulan şehre ulusalcı Çinliler 'küçük Moskova' diyorlar. İmparatorluk döneminde Çin Doğu Demiryollarının merkezi olan şehre Çin-Rusya ticaret merkezi kurulmakta.
Ukrayna savaşı ile Rus ekonomisinin Avrupa'da pazarlarına erişiminin azalması, Rusya'yı Çin'e muhtaç hale getirdi.
Çin ise savaştan oldukça kârlı çıktı.
Rusya ile stratejik ortaklığı, Amerikan'ın etki alanını zayıflatmakta.
Küresel diplomatik çatlaklar oluşurken, Çin Batı sermayesi, güvenlik garantisi ve siyasal destek sunabilen alternatif bir güç olarak konumlanıyor.
Ziyaret boyunca Putin Çin'e ne kadar değer verdiğini tekrarladı. Ailesi hakkında çok nadiren konuşan Putin, aile üyelerinin Mandarin öğrenmekte olduğu açıkladı. Başkan Şi ile kardeş kadar yakın olduklarını iddia etti, Çin ekonomisini övdü. Ekonomik yavaşlamadan oldukça endişeli Çin bürokratları için bu mesajlar oldukça pozitif idi.
Ziyarette Başkan Şi aynı sıcaklığı göstermedi. Putin'e iyi bir dost ve komşu olarak hitap etti. Fakat yine de Rusya'ya değer verildiğini hissettirecek birçok detay vardı.
İki ülke tarafından yayımlanan ortak beyan 130 kere işbirliği kelimesini içerdi. Aralarındaki ticaret hacmini büyütmek için birçok fikir ortaya sürdü.
İki taraf da ekonomik ve askeri bağlarını kuvvetlendireceklerini ve ortaklıklarının 'uluslararası arenayı stabilize eden ana faktörlerden biri' olduğunu belirttiler.
Bu süreçte Rusya Çin ile eşit değil.
Çin dünyada 120 ülkenin bir numaralı ticaret ortağı. Küresel kritik madenlerinin tedariğinin büyük çoğunluğunu kontrol etmekte. Üretim ve yatırım kapasitesi tarihte görülmemiş bir hız ile arttı. Askeri gücü Amerika'yı tedirgin etmeye başladı. Birleşmiş Milletler veya Dünya Ticaret Organizasyonu gibi Uluslararası kurumlarda etkisi inkâr edilemez.
Hızla Batı düzenine karşı alternatif bir düzen sunacak bir koalisyon oluşturmakta. Bu da Batı ülkelerine büyük bir tehdit oluşturuyor.
Fakat tek bir ülke tarafından domine edilmeyen bir dünyada, 'Orta Güç' olarak nitelendirilen Türkiye gibi ülkeler kartlarını doğru kullandıkları taktirde, bu yeni oluşumda oldukça avantajlı bir konuma yerleşebilirler.
Mehmet Önal Kimdir? Mehmet Önal İstanbul'da doğdu. Hukuk lisans ve yüksek lisans tahsilinden sonra İngiliz Parlamentosu ve Atlantik Konseyi'nde çalıştı. İzleyen dönemde enerji sektöründe çalışmaya başladı. Ticari görevlerden sonra enerji dönüşümü ve iklim değişikliği kamu politikaları üzerine uzmanlaştı. Avrupa Birliğini'nin teknik iklim değişikliği danışman organı olan Sıfır Emisyon Platformu'nda ve İngiltere'de Karbon Yakalama ve Depolama Derneği'nde görev aldı. İklim değişikliği temalarında Avrupa'da, Orta Doğu'da ve Asya'da birçok devletin yürüttüğü çalışmalara katıldı. Profesyonel olarak kamu politikaları ve siyasi gelecekler üzerine senaryo çalışmalarında yer alıyor, büyük toplumsal gelişmeler, sosyolojik değişimler, insanlık için varoluşsal tehdit oluşturan etkenler ve küresel jeopolitik konular üzerine kafa yoruyor. Enerji sektörü profesyoneli olarak Londra ve İstanbul'da yaşıyor. |